Aynalı Pastane / Murathan Mungan

ashli

Bayan Üye
...Aynalı Pastane...


Kasada oturuyordu bütün gün. Tuşları, tuşların üzerindeki rakamları, uzun, biçimli tırnaklarını, tırnaklarının ışıyan cilasını görüyordu en çok. Tuşlara basmaktan tırnaklarının cilasının biraz daha aşındığını görüyordu. Bu, ona ömrünü düşündürüyordu, bir ömrü olduğunu; akıp giden zamanı... İşinin ona sunduğu alabildiğine gündelik, sıradan ve bayağı bu örnekte yaşamına ilişkin bir "metafor" buluyordu. Hayat: Aşınan tırnak cilası... Sen istediğin kadar tuşlara bas dur! Zaman hiçbir şey olmadan geçiyor!

Kasada oturuyordu bütün gün. Bütün dünyayı buradan görüyordu. Bunlarla görüyordu. Ona, dünyayı bunlar sağlıyordu. Geriye dünya kalmıyordu oysa, geriye hiçbir şey kalmıyordu, olsun. Başka bir hayat bilmiyordu. Kasa ona emanetti. Patronların güvenini kazanmıştı. Özellikle para konusunda çok titiz, çok dikkatliydiler; başka şeylere fazla karışmazlardı. Üstelik fazladan herhangi bir şey yapmadan kazanmıştı onların güvenini. Olduğu gibi davranmıştı yalnızca, kendi gibi, her zamanki gibi, kimseyi bir şeye inandırmaya, ikna etmeye çalışmadan. Hayatta da böyleydi. Fazladan gayret göstermeye hiç inanmazdı. Yaşamın akışını hiç zorlamazdı. Her şeyi zamanın akışına bırakmakta kendiliğinden kazanılmış bir ustalığa sahipti. Belki de bu yüzden kazanmıştı güvenlerini. Yaşamda birçok şeyi, belki de bu yüzden yitirdiği gibi...

Kasanın tam karşısına düşen duvar, boydan boya aynaydı. Yaldızlı ayna. Bu yüzden adı Aynalı Pastane'ye çıkmıştı buranın. Herkes pastanenin kendi adını bırakmış, "Aynalı Pastane" demeye başlamıştı. Kimi zaman aynadaki paslı beneklerle uçsuzlaşan kendi derinliğine dalar giderdi. Dudaklarını kıpırdatmadan uzun uzun konuşurdu, kendiyle konuşurdu. Daha çok yeni sevgililer, köşe-bucak kaçamağı yapan çiftler gelirdi pastaneye. Gözlerden ırak masalara, tenha köşelere çekilir, birbirlerinin ağızlarının içine düşerek mırıl mırıl konuşur, cilveleşir, öpüşür, koklaşır giderlerdi. Oturduğu yerden hepsine hikâyeler uydurur, gelecekler kurar, ilişkilerini kendi kafasında yeniden yazardı. Evlensin istediği çiftler olurdu, mutlu olsunlar, ömür boyu hiç ayrılmasınlar istediği çiftler olurdu, kavgalarına tanık olduğu çiftler olurdu, ayrıldıklarına çok üzüldüğü çiftler olurdu, evliliklerinden memlekete zarar geleceğini düşündüğü, her davranışlarına "sinir olduğu" burnubüyük çiftler olurdu. Daha görür görmez uzun sürmeyeceğini anladığı ilişkiler olurdu. Epeydir ortalıkta görünmedikten sonra, bir gün yalnız başına çıkıp gelen birinin, nedense anılarının izini sürdüğünü düşünür, onunla birlikte içlenir, hüzünlenirdi. Kasanın başında ve aşkın merkezinde oturduğunu düşünürdü. Bir eski çağ masalcısı gibi aşklara hikâyeci olduğunu düşünürdü. Sezgilerini ve gözlemlerini önemserdi. Müşterilerle özel ahbaplıklar, yakınlıklar kurmamaya özen gösterirdi. Patronların temel ilkesiydi zaten bu. Her müşteriyi ilk kez görüyormuş gibi yapacaksınız, diyorlardı; öyle yapacaksınız ki, rahat girip çıksın buraya. Kendini hesap vermek mecburiyetinde hissetmesin, diyorlardı. Çoğunun karısı vardır; babası, ağabeyi vardır. Onları tanımadığınızı düşünmelerini sağlayın. İlk defa görüyormuş gibi yapın. Böylece, kaçamakları konusunda içleri rahat eder. Güven duyarlar. Unutma, insanlar kandırılmak ister!

Ama, onun müşterilere karşı gösterdiği bu kayıtsızlık, patronlarının gönlünü hoş etmekten çok, kendi içe kapanışından kaynaklanıyordu. Buraya gelenler, tıpkı film kahramanları gibi, yalnızca maceralarını seyrettiği insanlar olmalı ve öyle kalmalıydılar; onlara ilişkin kimi meraklarını nasıl olsa kendi hayal gücünün tamamladığını düşünüyordu. Herkes onun hayal ettiği kadar kalmalıydı. Onların gerçek hikâyelerini yüklenmek istemiyordu. Onları, kendine ait sözcüklerle konuşturuyor, kendine ait sözcüklerle tanımlıyordu. Onların kendi sözcüklerini, kendi ağızlarından duymak istemiyordu. Burada bir kuyudaydı ve bol yıldızlı bir gökyüzüne bakarak hayal kuruyordu. Düştüğü kuyuyu ancak kendi masalları anlamlandırabilirdi. Çocukken aile albümlerindeki ölmüşlerin resimlerini yan yana koyar, onları konuştururmuş. Şimdiyse, yaşayan, karşısında duran, gözlerinin önündeki bu insanları konuşturuyor; burada, şu pas benekli aynalara vuran masaların soluk yansısında, sihirli hikâyelerden bir dünya kurmayı öğreniyordu. Koca bir dünya. Hep ilk aşkların taze heyecanlarını duyan genç sevgililer değildi gelenler tabii. Her gelişlerinde yanlarındakini değiştiren macera düşkünü hızlı çapkınlar, kart zamparalar, film yıldızlarından çaldıkları pozlara kendini fazla kaptırmış, saçları bolca sürülmüş briyantinden yağlı yağlı parlayan, etrafa kötü kötü sırıtan genç adamlar gelirdi. Sonra para karşılığı çalıştığını düşündüğü kızlar... Bu kızlar başlangıçta daha kötü giysilerle, daha bakımsız bir halde gelir; iğreti oturur, suçlu gözlerle etrafa bakınır, bir fincan çay istemeye bile çekinirler; bir süre sonra, yanlarındaki erkekler değişmeye; üstleri başları toparlanmaya; saçlarının rengi açılmaya başlar; ilk geldiklerindeki çekingenliklerini atarlar üzerlerinden, garsonu başka türlü çağırmaya başlarlar; seslerine bir genişlik gelir, elleri kolları serbestler, hatta yavaş yavaş küstahlaşırlar; kendilerini savunmayı öğrenmişlerdir, giderek yırtıklaşırlar; eğer "mesleklerinde" ilerlemişlerse, yeniden alçakgönüllü ve kibar görünmeyi, etrafa iyi muamele etmeyi, güler yüzlü ve nazik davranmayı, alçak sesle konuşmayı ve kendinden emin olmayı öğrenirler. Artık tehlikeyi aşmış demektir bunlar. Paranın her şeyi satın aldığı güvenli ve vaat edilmiş topraklardadırlar şimdi. Böyle bir çizgisi vardır kaderlerinin. Bir süre sonra ise, artık hiç gelmez olurlar. Kimi daha iyi yerlere yükseldiği, kimi tutunamayıp daha kötü yerlere düştüğü için. Onun için onların hikâyeleri burada biter. Gerisi başka yerdedir, başka tanıklıklar gerektirir. Başka sözler... Kasanın altındaki kendi "şahsi eşyalarını" koyduğu çekmecede her zaman bulundurduğu şömiz ciltli, sayfaları dağılmış sözlükte bundan sonrası için sözcük yoktur. Yalnızca boş sayfalar...

Aliye ise bu kasanın başından hiç kalkmaz. Kasanın ötesini düşünmek de istemez. Kasa, onun için güvenli bir yaşamın sınırıdır. Önünden geçen kurbanlar ve kahramanlar ona değmesin ister. Onun başını beklediği şeyin, rakamlar ve kelimeler olması gerektiğini düşünür. Sırları uçuklamış aynanın pas benekli yüzeyinden hızla gelip geçen görüntülere gömülüp kaybolan hikâyelerin ardına düşmek istemez. Orada bırakır. Hiçbirinin hikâyesinde yol almaz.

Ortaokul sıralarındaki acemi, sarsak kenar mahalle aşklarını saymazsak eğer, kendi sevgilisi olmadı hiç. Ticaret lisesindeyken zaten pek parlak bir öğrenci değildi, kendini genç yaşta bu kasanın başında buldu. Yaşı küçüktü ama, az paraya çalışacak çok güvenli bir kız bulmuştu patronları. Onu hemen işe aldılar. Sanki bütün hayatı bu kasanın başında geçmişti. "Aynalı Pastane"nin aynasından görmüştü bütün dünyayı. O kadarını ise güzel anlatıyordu. Bir masalcı gibi yaşamaya karşı hiçbir yeteneği yokken, sözcükler ve hayallerle kurduğu dünya, ve kurduğu bu dünya içinde birer masal kahramanına dönüşen, gördüğü bütün bu insanlar, onun görünmez varlığında derin derin soluk alıyor, keskin hatlarla çizilmiş capcanlı karakterlere dönüşüyor, kendilerinden habersiz bir ikinci hayat yaşıyorlardı. Bu da Aliye'nin katlanma gücünü artırıyordu.

Epey uzun bir süre böyle sürdü bu.

Ta ki, o, bir gün o kasanın başından kalkmaya karar verene kadar.

Kendi masalını yaşamaya karar verene kadar.


Murathan Mungan
Üç Aynalı Kırk Oda, s. 111-114
 
takipçi satın al
instagram takipçi hilesi
takipçi satın al
tiktok takipçi hilesi
vozol
antalya havalimanı transfer
Geri
Üst