nones
Bayan Üye
Aspendos Antik Kenti
Anadolu'da ilk çağın ünlü şehirlerinden biri, Aspendos'tu.. Antalya il sınırları içinde, Köprüsuyu ırmağının sağ tarafında, Balkız köyünün yanındadır.[1] Pamfilya kenti olan Aspendos Antalya'nın 48 km. doğusundadır.Aspendos'a Antalya-Manavgat yolundan ayrılan bir asfalt ile ulaşılır.[2] Halk arasında daha çok "Belkıs Harabeleri" olarak anılan ve her yıl binlerce turist tarafından ziyaret edilen bu antik şehirde hala ayakta duran anfi-tiyatro, başlı başına bir harikadır.[1]
Kent biri büyük, biri küçük iki tepe üzerine kurulmuştur.[3] Geçmişi, M.Ö. V . yüzyıla kadar uzanır.[4] Kentteki en eski kalıntıların Hitit döneminden günümüze ulaştığı düşünülüyor. Kentin sonradan Romalılar ve Selçuklular tarafından yerleşim yeri, ticaret ve kültür merkezi olarak kullanıldığı biliniyor.[5]
Aspendos, bölgede kendi adına madeni para bastıran ilk şehirlerden biridir.[6] Coğrafyacı Strabon ve Pamponrus Mela, Kentin Agruslularca kurulduğunu yazarlar. Bölgeye M.Ö. 1200'den sonra Yunan göçleri olmuştur oysa Aspendos adının kaynağı Rumlardan önceki yerli Anadolu dilidir. Önemli bir ticaret yolu üzerinde olduğu ve Köprüçay Irmağı ile limana bağlandığı için Aspendos, her çağda ele geçirilmek istenen kentler arasında yer almıştır.[3]
Şehir, Perslerin, Attik Delos deniz birliğinin, Büyük İskender'in, Bizans, Selçuklu ve Osmanlıların egemenliklerini tanımış. Evrimedon Çayı ağzındaki konumu ile önemli bir liman ve ticaret kenti olarak ünlenen Aspendos'ta, mısır, gül ağacından yapılmış süs eşyaları, şarap, tuz ve at ticareti yapılmış. Kent ayrıca antik dünyanın en iyi atlarını yetiştirmesi ile de ünlüdür.
Aspendos'taki eserler, “aşağı kent yapıları” ve “yukarı kent yapıları” olarak ikiye ayrılır. Yukarı kent yapıları arasında agora, bazilika toplantı yapısı, nymphaeum ve eksedra yer alır. Aşağı kent yapıları ise tiyatro, stadyum, hamamlar, su kemeri, tapınak ve nekropollerden oluşur.[7]
Aspendos kenti, Antalya-Alanya yolu üzerinde, Antalya'nın Serik ilçesi sınırları içindedir. M.Ö. 1. binyılda kurulduğu tahmin edilen kent, tarih boyunca çeşitli kavimlerin etkisine girmiş, Yunanlılar ile Persler arasında yapılan Peloponnessos savaşlarında Pers donanmasının üssü görevini görmüştür. Kent, kuzeydeki Toros dağlarından çıkarak Antalya ovası üzerinden Akdeniz'e dökülen Köprüçay (Eurymedon) ırmağının 1 km. kadar batısında, bugünkü sahil şeridinden 10 km. içeride, ovaya hakim iki tepe üzerinde kurulmuştur.[8] Kentten günümüze ulaşan en görkemli yapı, ünlü Aspendos Tiyatrosudur. 15 bin kişilik tiyatronun en önemli özelliği, muhteşem bir akustiğe sahip olmasıdır. Günümüzde de konserlerin düzenlendiği tiyatro, çok etkileyici bir görünüme sahiptir.[9] Diğer yapıların yanı sıra Agora, Bazilika, Nymphaeum ve 15 km. uzunluğunda kemerli su yolları, görülmeğe değer yapılardır.[4]
Aspendos'un başlıca diğer kalıntıları tiyatronun arkasında, acropolis'in yukarısındadır. Tiyatronun yanından başlayan bir patikadan ulaşılan Acropolis'te karşılaşılan ilk yapı, 2775 metre ölçülerindeki bazilikadır. Bazilika, Romalılar tarafından icat edilen mimari bir yapıdır. Roma bazilikaları farklı amaçlar için kullanılırdı ancak bunların hepsi toplumla ilgili meseleler olurdu. Bu binalarda mahkemeler ve alışveriş pazarları kurulurdu. Bazilikanın planı, etrafı odalarla çevrili geniş bir merkezi holden oluşur. Merkez hol, binanın diğer bölümlerinden yanlarındaki sütunlarla ayrılır ve çatısı daha yüksektir. Bazilikanın içinde yargıç kürsüsü vardır. Bizans döneminde binada büyük değişiklikler yapılmış ve bina orijinal yapısını kaybetmiştir. Bazilikanın güneyinde, şehirdeki ticari, sosyal ve politik faaliyetlerin merkezi olan üç yanı evlerle çevrili agora vardır. Batıya doğru gidildiğinde, az ileride, stoanın (gezinti caddesi) arkasında hepsi bir sırada olan eşit büyüklükte on iki dükkan vardır.
Agoranın kuzeyinde, bugün sadece ön duvarı ayakta duran nymphaeum vardır. Genişliği 32.5 metre ve yüksekliği 15 metre olan iki katlı bu cephenin her katında beş niş vardır. Alt katta bulunan ortadaki niş diğerlerinden daha geniştir ve kapı olarak kullanılmış olduğu düşünülmektedir. Duvarın dibindeki mermer zeminden, binanın orijinalinde sütunlu bir cephesi olduğu anlaşılmaktadır. Nymphaeumun arkasında alışılmadık planlı, ya konsey üyelerinin toplandıkları bir bouleterion (konsey odası) ya da (müzik konserleri verilen ya da tiyatro oyunları oynanan) odeon olarak kullanılan bir bina vardır.[10]
Koordinatları: 36 56 20 K - 31 10 20 D [3]
Uydu görüntüsü için tıklayın **** (Google Maps)
Aspendos Kentinin Kısa Tarihçesi
Yunan efsanesine göre, şehir Truva Savaşı'ndan sonra Pamphylia'ya gelen kahraman Mopsos liderliğindeki Argive kolonicileri tarafından kurulmuştur. Aspendos bölgede kendi adına madeni para bastıran ilk şehirlerden biridir. Tarihi M.Ö. beşinci ve dördüncü yüzyıla uzanan bu gümüş sikkelerde şehrin adı yerel yazı ile Estwediiys olarak geçer. 1947'de yapılan Adana yakınındaki Karatepe kazılarında bulunan M.S. sekizinci yüzyılın sonlarına ait hem Hitit hiyeroglifi hem de Finike alfabesi ile kazılmış olan iki dildeki yazıt, Danunum (Adana) Kralı Asitawada'nın kendi isminden türetilmiş Azitawadda adında bir şehir kurduğunu ve kendisinin Muksas ya da Mopsus hanedanı üyesi olduğunu belirtir. “Estwediiys” ve “azitawaddi” isimleri arasındaki bu şaşırtıcı benzerlik Aspendos şehrinin Asitawada'nın kurduğu şehir olabileceğine işaret eder.[11]
Herodot ve Straboni Troia'nın düşmesinden sonra Kalkhas, Amphilokhos ve Mopsos önderliğindeki karma bir topluluğun, önceleri Mopsopia olarak bilinen Pamphylia'ya gelerek çoğunluğunun buraya yerleştiğini bildirirler. Yine Strabon, Aspendos kentinin de, Troia savaşı sonrası Argoslularca kurulduğundan söz eder. Dionysos Periegetes'e göre, Perge ktistesleri arasında Delphili olarak geçen “Mopsos”, Aspendos kentinin kurucusudur. Arkelojik kazılarda bulunan bazı sikkelerden ve eski kaynaklardan, kentin daha önceki adının “Estwediis” olduğu anlaşılmaktadır.[8]
M.Ö. 467'de devlet adamı ve askeri komutan Cimon ve onun 200 gemiden oluşan filosu, ani bir saldırıyla Eurymedon (Köprüçay) Nehri'nin ağzında konuşlanan Pers donanmasını yok etmiştir. Cimon, Pers kara kuvvetlerini ezmek için, en iyi savaşçılarını daha önce ele geçirdiği tutsakların giysilerini giydirip kıyıya göndererek Persleri kandırdı. Persler bu adamları gördüklerinde onların düşman tarafından serbest bırakılan yurttaşlar olduğunu düşündüler ve kutlama şenlikleri düzenlediler. Bundan yararlanan Cimon, karaya çıkartma yaptı ve Persleri yok etti. Bundan sonra Aspendos, Attika-Delos Deniz Birliği'nin üyesi oldu.
M.Ö. 411'de Persler şehri tekrar ele geçirdiler ve üs olarak kullandılar. Şehrin Peleponnes Savaşlarında kaybettiği prestijin bir kısmını yeniden kazanma çabası içindeki Atina komutanı, M.Ö. 389'da şehrin teslim olmasını garanti altına alabilmek için Aspendos kıyısına demir attı. Yeni bir savaş istemeyen Aspendos halkı aralarında para topladılar ve topladıkları parayı Atina komutanına vererek herhangi bir zarara meydan vermeden geri çekilmesi için yalvardılar. Komutan parayı aldığı halde, adamları bütün tarlalardaki ekinleri çiğneyerek Aspendosluları zarara uğrattı. Öfkelenen Aspendoslular komutanı çadırında bıçaklayarak öldürdüler. [11]
Aspendos kentinin içinde bulunduğu Pamphylia bölgesinin, M.Ö. 1. binyılın ilk yarısındaki durumu hakkında fazla çalışma yapılmadığı için, bu dönem hakkında aydınlatıcı bilgiler bulunmamaktadır. Elde edilen en eski veriler, Pamphylia'nın M.Ö. 6. y.y.'da batı komşusu Lydia krallığının egemenliğine girdiğine işaret etmektedir. Perslerin batı seferleri sırasında, Anadolu'nun geri kalanı gibi Aspendos da Perslerin eline geçer. Yunanlılar ile Persler arasında uzun süre devam eden savaşlara tanıklık eden Aspendos, M.Ö. 411 yılında Peleponnesos savaşları sırasında Perslerin deniz üssü görevini görür. Kent, M.Ö. 334 yılına kadar çeşitli defalar Yunanlılar ile Persler arasında el değiştirdikten sonra, genç Makedonya kralı Büyük İskender'in egemenliğine girer. Büyük İskender'in ölümünden sonra kurulan Helenistik krallıklar arasında gidip gelen Aspendos kenti, M.Ö. 190 yılındaki Magnesia (Manisa) savaşı sonunda Bergama kralı II. Eumenes'in eline geçer. M.Ö. 133'te Bergama'nın son kralı III. Attalos'un krallığı ile topraklarını Roma'ya devretmesi üzerine Aspendos, Roma İmparatorluğu'nun Lykia-Pamphylia eyaletinin bir vilayeti haline gelir.[8]
M.Ö. 79'da Cicero'nun davayı Roma senatosuna sunmasından önce, Cilicia konsey yardımcısı Gaius Verres'in tıpkı Perge'de yaptığı gibi Aspendos'u da yağmaladığını biliyoruz. Verres, halkın gözleri önünde tapınaklardaki ve meydanlardaki heykelleri almış ve onları at arabalarına yüklemiştir. Öyle ki Verres, kendi evinde bulunan Aspendos'un ünlü harpçı heykelini bile almıştır.[11]
Pers istilası, Büyük İskender'in doğu seferi, Roma İmparatorluğu'nun bölgede hakimiyet kurması kadar çarpıcı bir değişiklik, tüm toplumsal ve kültürel hayatı kökünden değiştirecek devrim, Aspendosluların karşısına yeni bir din olarak çıkar. Pamphylia bölgesinde Hıristiyanlığın yayılması, M.S. 3. yüzyılın sonlarını bulur. Artık uğruna tapınaklar inşa edilen, şölenler düzenlenen tanrılar terk edilmiş, Roma İmparatorluğu'nun geri kalanı gibi, Aspendoslular da Hıristiyanlaşmıştır.
1078 yılında Pamphylia, Selçuklu Türklerinin eline geçmiştir. Aspendos tiyatrosundaki bazı izlerden ve sözlü kaynaklardan anlaşıldığına göre, tiyatro Selçuklu döneminde saray olarak kullanılmış, hatta yerel halkın efsanelerinde de yılanlar kralının kızı için yaptırdığı saray (Belkıs sarayı) (Texier, 1862) olarak yer almıştır. Bölge, 1300 – 1392 yıllarında Anadolu Türk beyliklerinden Hamidoğullarının, daha sonra da Osmanlıların elinde kalmıştır. 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti'nin ilanıyla, Aspendos kenti, Türkiye Cumhuriyeti Antalya İli sınırları içindeki yerini almıştır.
Aspendos Tiyatrosu
Küçük bir tepenin yamacında yer alan tiyatro, 15.000 kişiliktir.[1] MS. 2. yy. da Marcus Aurelius (161-180) döneminde inşa edilmiştir. Kuzey ve güney parodos kapılarının üzerindeki Latince ve Yunanca yazıtlar, tiyatro ve skenesinin bütün masraflarını A. Curtius Crispinus'un vasiyeti uyarınca, A. Cirtius Crispinus Arruntianus ile A..Cirtius Auspicatus Tirinnianus'un karşıladıklarını yazar.[12] M.S. 2. yüzyılın ilk yarısında tanrılar ve krallar şerefine yapılan bu anıtın mimarı, dünyanın ilk büyük şehircilik uzmanı sayılan [1] Aspendos'lu Theodorus'un oğlu [13] Zenon (Xenon)'dur.[1] Mimar Xenon, Perge ovasının kıyısında kurulmuş olan Aspendos şehrinde yaşamıştır. Xenon'un bu eserindeki şaşırtıcı akustiğinin sırrı bugün bile tam olarak çözülememiştir.[14]
Aspendos tiyatrosu tüm dünyadaki en iyi korunmuş Roma tiyatrosu, hatta en iyi korunmuş antik tiyatrodur.[12] Roma özelliği gösteren tiyatro, bir tepenin yamacına yaslanmıştır. En önemli özelliği, Asya kıtasında sahne binası ayakta kalmış tek Roma tiyatrosu olan yapı, halen tiyatro binası olarak kullanılmaktadır.[8]
Aspendos'taki tiyatro, olağanüstü akustiğiyle de çok ünlüdür. Orkestranın ortasında çıkartılan en ufak bir ses bile en üst sıradaki galerilerden rahatça duyulabilir.[15]
Tiyatro, dünyadaki en iyi korunmuş amfi tiyatrolardan biridir. Aspendos şehri M.Ö. 129'a kadar Pergemumlar tarafından yönetilmiştir. M.S. 129 yılında ise Roma'nın egemenliği altına girmiştir. Tiyatro bu dönemde, tıpkı Perge'de olduğu gibi Roma'lı politikacı Verres tarafından yağmalanmıştır. Tiyatro içerisindeki tüm heykel ve süslemeler yerlerinden sökülerek taşınmıştır. Fakat, tiyatronun ana gövdesine herhangi bir hasar verilmemiştir. 13. yüzyıl başlarından itibaren, Aspendos'un Selçuklular egemenliği altına girdiğine dair izler bulunmuştur. Bu dönemde, tiyatro restore edilmiş ve Kervansaray olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu durum, tiyatronun zamanımıza kadar bu kadar iyi bir durumda kalmasındaki en büyük etkenlerdendir. Tiyatronun gelecekte de aynı özenle korunması çok önemlidir.
Tiyatro ile ilgili bugüne dek birçok çalışma yapılmıştır. Bu çalışmaların büyük bir çoğunluğu tiyatronun akustik yapısı ile ilgilidir. Yapının bilgisayar modelinin oluşturulması ve deprem yükleri altında analizinin gerçekleştirildiği bir başka çalışmaya rastlanılmamıştır. [14]
Tiyatro'nun, seyircilerin oturması için yapılan taş kademeleri veya basamakları, aradaki yatay bir hatla ikiye ayrılmıştır. Geride revaklı bir galerisi vardır. merdivenlerin önünde yarım daire şeklinde bir meydan, meydanın arkasında da iki katlı sütun ve heykellerle süslenmiş sahne binası yer alır. Binaya yandaki kemerli geçitlerden girilir. Tiyatronun çok sayıda mermer locaları vardır. Tiyatronun hala sağlam olan sahne binası, Selçuklular tarafından kullanılmış ve tamir edilmiş; bu tamir, onun bugüne kadar ayakta kalmasını sağlamıştır.[1]
Zengin bir kültürel mirasın ortasında yaşayan Anadolu asilzadeleri şehirlerle ve onların etrafında bulunan anıtlarla ilgili hikayeler yaratmışlardır. Kuşaktan kuşağa aktarılan bu hikayelerden biri Aspendos Tiyatrosu ile ilgilidir.[15]
Aspendos tiyatrosuna "Belkıs Tiyatrosu" denmesinin bir sebebini de anlatan bu efsaneye göre Aspendos kralının Belkıs adında güzeller güzeli bir kızı vardır. Ülkenin bütün soylu, kahraman ve zengin bekarları, onunla evlenmek için can atıyor ve en nüfuzlu kişileri aracı yaparak onu kraldan istetiyorlarmış. Fakat sanatsever kral, kızını Aspendos'a en güzel, en yararlı, harika sayılacak bir eseri yapacak olan kişiyle evlendireceğini duyurmuş. Bunun üzerine filozoflar, eser vermeye; heykeltıraşlar, en güzel heykellerini yontmaya; şairler, en güzel şiirlerini yazmaya başlamışlar. Zenginler, bütün servetlerini dökerek han, hamam, saray yaptırmışlar. Şehir, kısa zamanda şaheserlerle dolmuş. Kral, en güzel, en yararlı eseri bulmak için şehirde dolaşırken, önce muhteşem su kemerlerini birinci seçmiş. Bunlar, hem çok faydalı, hem çok sağlam, hem de çok güzelmiş. Fakat kendi kendine verdiği bu kararı ilan etmeden önce, yeni yapılan açık hava tiyatrosunun kral locasına uğrayarak biraz dinlenmek istemiş. Locasında otururken, yanında kimse olmadığı halde, kulağının dibinde söylenmişçesine açık ve net bir ses duymuş: «Kral kızı Belkıs, benim olmalıdır!» Bu sesin, locaya epeyce uzak olan sahnede yavaşça söylendiği halde bu kadar iyi işitilmesi, kralı şaşırtmış. Bu hesaba, bu ustalığa hayran kalmış ve kararını duyurmuş: «Kızımı, bu büyük, faydalı ve güzel tiyatroyu yapanla evlendireceğim.» İşte bundan dolayı Aspendos tiyatrosuna halk, "Belkıs Tiyatrosu" demiş...
Gerçekten de Belkıs Tiyatrosu'nun akustik özelliği, meziyetlerin başında gelir. Ama "harika" denmesine sebep, eserin bütünüyle güzel, muhteşem ve sağlam olmasıdır.[1]
Efsanenin benzer bir anlatısı da şöyledir: Aspendos kentinin hakimi, dünyalar güzel kızının evlilik çağına geldiğini düşünür. Kente en faydalı işi yapan kişiyle kızını evlendirecektir. İki mimar, diğerlerinden öne çıkar yaptıkları eserleriyle. Biri, Aspendos'un hala incelenen su kemerlerini inşa eder. Diğeri günümüzde de kullanılan tiyatroyu. Kral, kilometrelerce uzaktan su getiren aquadükleri inşa eden mimarın kızını hak ettiğini düşünür. Kentin en önemli ihtiyacını gidermiştir. Kızı bu mimarla evlenmelidir. Sanatçı ruhlu güzel kız, babasına yalvarır; "Babacığım ne olur tiyatroyu bir kere daha görelim, kararını öyle ver." Baba kız tiyatroya giderler. En üste çıkıp tonozlu galerinin olduğu yerde hem gezinip hem tartışırlar. Birbirlerini ikna etmeye çalışmaktadırlar. Bu sırada tiyatronun mimarı, orkestraya gelmiş; kral ve kızından habersiz kendi kendine konuşmaktadır. "Kralın kızı benim olmalı, kralın kızı benim olmalı." Mimarın geldiğinden habersiz, tartışmakta olan baba kız da bu sesi duyarlar. Başlarını çevirdiklerinde aşağıda orkestrada bir adam elleri arkada, başı öne eğik dolaşırken, mırıldanmaktadır. "Kralın kızı benim olmalı, kralın kızı benim olmalı". Kral, tiyatroyu yapan mimarın neyi başardığını artık anlamıştır. Bu akustiği verebilen mimar her şeyi başarabilir... Kızı haklıdır. Düğünleri, tiyatroda yapılır.[12]
Aspendos'taki tiyatroda bulunan bir taş üzerinde yer alan, Belkıs'ın ikiye bölünmüş mermer portresi ise başka bir rivayeti daha doğrular. Bu rivayete göre kral, bu iki muhteşem eser karşısında ne yapacağını şaşırarak hak geçmesin diye kızını iki parçaya bölüp; iki mimara taksim etmiştir.[7]
Aspendos Tiyatrosu'nun Tarihçesi
Aspendos antik tiyatrosunun yapım tarihi, M.S. 160 – 170 olarak tahmin edilmektedir. Tiyatrodaki yazıtlardan, yapının mimarının Theodoros oğlu Zenon olduğunu ve binanın Acurtius Crispinus Arruntianus ve Acurtius Auspicatus Titinnianus isimli iki kardeş tarafından, babaları Acurtius Crispinus'un vasiyeti üzerine yaptırıldığını öğreniyoruz.
Roma dönemi boyunca etkinliğini koruyan tiyatro yapısı, bölgenin 1078 yılında Selçuklu Türklerinin eline geçmesinden sonra bir süre kervansaray olarak kullanılmıştır. Selçuklu dönemine ait renkli sıvaların kalıntıları halen sahne binasının iki yanında görülmektedir.
Selçuklulardan sonra kaderine terk edilen yapı, 19. yüzyılın ikinci yarısında Avrupalı gezginler tarafından keşfedilinceye kadar gözlerden uzak kalmıştır. 19. yüzyılda başlayan arkeolojik çalışmalarla ortaya çıkartılan yapı, bugün Antalya ilinin önemli açık hava tiyatrolarından biri olarak tiyatro oyunlarına, operalara, konserlere ve çeşitli gösterilere ev sahipliği yapmaktadır.[8]
Mimârî Özellikler
Aspendos antik tiyatrosu, Asya kıtasında sahne binası ayakta kalmış tek Roma tiyatro yapısıdır. Bu tiyatro hakkında arkeolojik ve mimari veriler içeren pek çok çalışma bulunmasına rağmen, bugüne kadar tiyatroda çağdaş teknolojik imkanlar kullanılarak detaylı bir akustik ölçüm çalışması yapılmamış idi. Ekim 2003'te uluslararası bir ekip tarafından gerçekleştirilen detaylı akustik ölçümler çerçevesinde elde edilen veriler, bu çalışmanın temelini oluşturmaktadır. Bu veriler ışığında tiyatronun akustik değerlendirmesi yapılırken, tiyatronun ve Aspendos kentinin tarihçesine, dönemin sahne sanatlarına ve yapının mimari özelliklerine de değinilmiştir.
Ölçüm çalışmaları, Türkiye, Danimarka, İtalya, İsviçre, Ürdün ve Fransa'dan gelen araştırmacılar tarafından çok çeşitli kaynak ve alıcı konumları için değişik saatlerde ve farklı doluluk durumlarında gerçekleştirilmiştir.
Modern tiyatroların değerlendirilmesinde kullanılan çeşitli parametreler açısından yapılan ölçümler sonucunda, üzeri açık olan tiyatronun, kuramsal olarak sadece kapalı hacimler için geçerli olan hacim akustiği ölçütleri için tutarlı ve frekanslara göre oldukça dengeli değerler sağladığı ve genel olarak olumlu akustik koşullar sağladığı saptanmıştır.
Aspendos tiyatrosunun mimari açıdan ele alınması, tiyatronun yerel halk dışındaki insanlar tarafından unutulduğu yüzyılların ardından, arkeologlarca yeniden bulunmasından kısa süre sonra gündeme gelmiştir. 19. yüzyılın ikinci yarısında, ziyaretçilerini hayretler içinde bırakan gizemli doğunun bu gizemli yapısı, bilim insanlarının dikkatini çekmeye başladı. Lanckoronski ve Texier gibi araştırmacıların zaman zaman birbirine uymayan varsayımlarla da sonuçlanan çalışmaları ile Aspendos üzerindeki asırların esrar perdesi aralanmaya başladı.
Aspendos tiyatrosu, tipik bir Roma tiyatrosudur. Yapım tarihi, M.S. 161 – 180 yılları arasında, imparator Marcus Aurelius (Şekil 4.8) dönemi olarak hesaplanmaktadır (Bieber, 1961). Tiyatro, Acurtius Crispinus Arruntianus ve Acurtius Auspicatus Titinnianus tarafından, mimar Theodoros oğlu Zenon'a yaptırılmıştır.
Avusturyalı arkeolog Lackoronski ve ekibinin Ekim 1884'te yaptığı ölçümlere göre, caveanın izdüşümü, tanjantlarla uzatılmış 95,48 m. çapında bir yarım daire biçimindedir. Cavea ile skene binası, birbirinden ayrı birimler değildir. Aynı tek duvar, tiyatronun iki kısmını birleştirir. Oturma basamaklarından bir korkuluk ile ayrılmış orkestranın çapı 23,88 m.'dir. Oturma basamaklarının sayısı 40'tır ve A kodu verilmiş bir koridorla (diazoma) iki kısma ayrılmıştır. Üst kısımda 19, alt kısımda 20 oturma basamağı ve bir de diazomada serbest duran bir koltuk dizisi vardır.Caveanın alt kısmında ışınsal uzanan merdivenlerin sayısı 10, üst kısımda ise 21'dir. Altı çifte merdiven, diazomadan (A) 2,20m yukarıdaki kısma çıkar. En yukarıdaki oturma basamağının arkasında, boydan boya uzanan kemerli bir galeri, tiyatronun üst bitimidir. Oturan seyirci başına 0,50 m2'lik bir yer hesaplamak kaydıyla, orkestra hariç, tiyatronun kapasitesi 7.000 kişiyi bulur. Orkestrada ise 500 kişi yer alabilirdi.
Skene binası, 62,48 m. Uzunluğunda ve 4,10 m. Eninde çok katlı bir binadır. İki yanında sahneyi sınırlayan, caveaya doğru öne taşkın iki kanat bulunur. Skene binasının iki ucunda, üst kata bağlantıyı sağlayan merdivenler yer alır.
Charles Texier'ye göre sahneye beş kapıdan girilir ve ortadaki kraliyet kapısı en yüksek olanıdır. Sahne önü cephesi, iki sıra sütun ile süslenmiştir. Zemin katındaki sütunlar, İyon tarzıdır. Sütundan yukarı saçağa kadar olan kısım, beyaz mermerden yapılmış kurbanların başları ve trajik maskelerle süslenmiştir. Yukarı kat sütunları Korint tarzıdır; firizleri kabartma dallarla süslüdür. Sütun sıralarının tam ortasındaki büyük cepheye, üç köşeli kapı üstünde çıplak bir kadın heykeli kazınmıştır. Bir çiçeğin çanağı içinden çıkan bu saçları dökük kadın, iki elinde birer dal tutuyor haldedir. Bu heykele köylüler, Belkıs derler. Texier'nin saçları dökük kadın olarak yorumladığı bu figür, Lanckoronski'ye göre, Romalı şarap tanrısı Bacchus'tan başkası değildir.
Yukarı kemer altı tamamen mevcuttur; elli üç kemeri vardır. Sütunların yukarısında çıkmalar olduğuna göre, buralarda büstlerin olduğu kesindir. Sahne önünün iki tarafında, yöneticiler için birer loca vardır.
Pulpitum kütle biçimindedir; iç düzenlemeleri fark etmek mümkün değildir. Karşılıklı kanatlarda ve sütunların üstünde sahneyi kaplayan iskeletin ekleme dişleri fark ediliyor. Yaklaşık sekiz metre genişliğinde bir sundurma meydana getiriyor. Texier, üst bölümün çatı koridoru ile bağlantılı olduğunu ve bunun, sahne dekorlarını indirip kaldırmaya yarayan bir makinenin varlığına işaret ettiğini düşünmüştür. Lanckoronski ise bu yaklaşımı reddetmekte, kazı alanında bu yönde bir veri bulunmadığını ve böylesine gösterişli bir sahne önü cephesi olan bir tiyatroda başka bir dekor elemanına gerek olmadığını ileri sürmektedir.[8]
Aspendos Tiyatrosu İçin Ne Dediler?
«İtalya, Fransa, Dalmaçya ve Afrika'da amfitiyatrolar, Mısır ve Yunanistan'da tapınaklar, Girit'te saraylar görmüş olabilirsiniz. Antik çağdan günümüze gelen kalıntılara belki doydunuz veya belki onlardan hiç hoşlanmadınız. Ama Aspendos'taki tiyatroyu henüz görmediniz...» (D. G. Hogarth - 1909)
«Ben kendi adıma, tiyatronun içerisine ilk girdiğim an benliğimi saran hayranlık duygusunu asla unutmadım: Bu daha önce gördüğüm hiç bir şeye benzemiyor.» (George E. BEEN)
Aspendos Su Kemerleri
Son bilgisayar modelleri Roma dönemi hidrolik mühendisliğini sırlarını aralıyor. Nature'da yeralan bir çalışmaya göre, şimdiye kadar gizemleri çözülemeyen su yolunda oluşturulmuş çeşitli yapay engel ve borulardaki deliklerin su akışını düzenlediği ortaya çıkarıldı. M.S. üçüncü yüzyılda, Roma mühendisleri Aspendos'a su ulaştırma için bir depo ve su yolu sistemi inşa ettiler. Küçük Asya'daki Roma ticaretin önemli kavşak noktalarından olan kent, nehirle de Akdeniz'e bağlanıyor.
Şimdi harabeleri kalmış bu su yolu sistemine ilişkin ilk bilgiler Roma'lı yazar Vitrius'a uzanıyor. Ancak o günün Latince ağırlıklı mühendislik terimlerinin kullanıldığı bu bilgilerde kullanılan Roma inşaat mühendisliği terimlerininin günümüze kadar ulaşmamış olmasından ötürü bugünün okurları için bir anlam ifade etmiyor. Santa Clara Kaliforniya'daki CTC / United Defense firmasından Charles Ortloff ve Adonis Kassinos, Aspendos'taki sifon sisteminin nasıl çalıştığı üzerine bir çalışma yapmışlar.
30'ar santimetrelik taş borular, 1.5 km'lik bir vadi boyunca uzanan sukemerinin kuzey duvarından aşağı süzülüp tabanından akıp güney ucunda tekrar yükseliyor. Burada bir depoda toplanan su daha sonra şehre veriliyor. Kuzeydeki sukemeri (aqueduct) güneydeki depodan daha yüksekte inşa edilmiş; böylece oluşturulan enerji farkı suyun boru içinde ilerlemesini sağlamış. Ama işin garibi vadideki iki kemerli kule boru hattını tekrar yükseltip alçaltıyor. Peki Romalı mühendisler bu engelleri niye inşa etmişler? Ortloff ve Kassinos'un hesaplarına göre, bu iki kule sifon sistemi üç adet daha kısa hatta indirgemiş. Böylelikle, oluşturulan enerji kaybı, oluşabilecek yüksek basınç nedeniyle boru hattının zarar görmesinin önüne geçilmiş.
Araştırmacılar ikinci bir gizemin çözümü için de ipuçları elde etmişler. Vitruvius'un kayıtlarına göre, sifon sisteminin başarısının anahtarı ‘colliquiaria' (artık kimsenin anlamını bilmediği eski bir Latince sözük). Ortloff ve Kassinos, ‘colliquiara'nın boru hattını oluşturan taş borularda açılmış olan 3 cm'lik delikler olduğunu düşünüyorlar. Araştırmacılar, oluşturdukları küçük ölçekte yaptıkları deneyler sonucunda, bu deliklerin hava ve suyun sızmasına izin vererek türbülünası engellediği kanaatine varmışlar. Araştırmacılar, aynı zamanda sifon sisteminin çalışmasının, boruların pürüzlü yüzeyine bağlı olduğunu düşünüyorlar. Pürüzsüz yüzeyli borular, depolama tankında büyük dalgaların oluşmasına neden olabilirdi. Bu şekilde yaratılmış sürtünme kuvveti etkisiyle akış hızı düşürülmek isteniş olabilir.