Aşkın Şehrinde Bir Gezinti - 7

SuskunDervis

Kayıtlı Üye
Ey aşk kulesinin zirvesinde kule yapan Dostum!...

Bu düşman topraklarda,bu yabancı göklerin altında bir garip yolunu gözlüyor…

Ben şu anda yokluk çölünün en uzak noktasında,yokluğun sessiz çölünde,hiçlik havasının zirvesinde geziniyorum…

Şaşkınım?...

Bilemiyorum ne zaman kıyamet koptu?..Ay,güneş,yıldızlar,gökler,dağlar,insanlar,denizler, renkler,sesler, tatlar, eşyalar…her şey ne zaman gitti?

Nereye gittiler?..Ve ben neden yalnız kaldım?

Artık hiçbir şey yok…

Onca şeyden sonra geriye sadece ben kaldım.

Acı ve bekleyiş içinde…

Başkası yok mu?...Belki de,ama o başkası da benim galiba?...

Ve sen ey kendi gamlı akrabasını öven Tanrım!

Şu gecelerin siyah perdelerin ardından,artık ebediyet sabahına çıkar beni…

Yine damarlarımda kanım kaynadı…

Ruhumda isyan dalgaları kabardı.

Yavaşça yerimden kalktım,gece uykusuna dalmadan,mehtabın mis kokulu merdivenlerinden aşağı indim…

Zulmetin çadırını yırtacak bir şey aradım,ama olmadı…

Yüce Tanrı’nın Arş’ından,yeryüzü karanlığına gömülmüş,yalnızlık evine atılmışım…

Ey Dostum:Göklerinin d******* bir göz at,yeryüzünü gör.Her gece bir önceki gecelerden daha korkunç,daha yanık…
Gurbete alışamamış kalpler;her gece,gecenin bir köşesinde senin ayrılığından için için yanmaktalar,ağlayan matemli mumlar gibi canından can dökmekteler…

Bana bu ateşi hediye eden Dost!...Senin yardımınla zulmetin siyah çadırlarını aşk ateşinle hep yaktım,kışın buzlarını ve karlarını ateşinle erittim…

Rüzgarın acımasız kırbaçlarını,bahar sabahının merhametli esintilerini yumuşatan senin ateşindir.Hani o ilk günde bana verdiğin ateş var ya?!...

Şimdi beni karanlıkların esaretinden kurtardı…Artık senin ateşinin aydınlığında görmeye başladım.

Diğer insanların da benim gibi gözleri var,bakıyorlar;ama onların gözü yattıkları yeri veya otladıkları yeşillikleri görüyor…

Sanki onların gözünde bütün dünya bir otlaktır,ahiret alemi ise sadece bir rüya…

Ey Dostum,karanlıklarda dönen bu bitkin ve tozlu dünyaya bak.Bir bak yeryüzüne attığın bu akraban ne ateşler yakmış!...

Geceleri yeryüzüne bak,bana bak…Soğuk ve siyah kışlarda beni gör.Nasıl da nura gark olmuş ve ateşten ısınmış bir halde yaşıyorum.

Bana gizlice verdiğin o emanet bak neler yapıyor…

Her gün,her gece,her an,”Ben kimim?...Kim idim?...” sormuyorum.

Artık her gece,gündüz ve her an sensizliğin yokluk kapısında oturuyorum…

Tek tesellim,yokluktaki avare ruhları aramak,onlarla seni doyasıya koklamakla geçiyor zamanım.Böylece her gün,her gece,yalnızlık dünyam renklenmekte,renk cümbüşü haline gelmekte…

Gelip seyredesin diye…

Senden başka kim gelip seyreder ki yalnızlığımın siyah gecelerini?!...

Gecelerin bağrında doğan güneşim benim…

Sen değil misin sürekli matem ateşini alan?...

Biliyorum bir gün de matemli bulutlar gelecek ve bana ağlayacaklar…

Mezarıma rahmetinin göz yaşını dökecekler…

Rüzgarlar her sabah ve akşam,denizlerin kalbinden rahmet ayetlerini ve bağışlanma şarkılarını getirecek…

Meltem,her daim yüce Arş’ının dergahından bana meleklerinin,merhametli ve yumuşak şarkılarını getirecek…

Karmaşık ve faydasız insanların riyakarca mezarıma oturup,İhlas’sız Fatiha okuması ruhumu incitecek…

Üç günden sonra biliyorum o da bitecek…

Sadece ve sadece her gün,her gece ve her zaman benden hiç ayrılmayan O hep gelecek, yumuşak ve merhametli elini toprağımın üzerine koyacak,rahmet parmaklarıyla mezarımın üstünü okşayacak…

Bir vakitten sonra göklerinin miraç yolculuğuna beni de çıkaracak,o tek yakınım benim…

Yine düşüncelerim kuş yağmurlarımı gibi başıma döküldüler.İçimde ne dalgalı ve ilginç bir sel akıyor. Düşünüyorum! Ama bu gecenin sessizliğinde asla sesi dinmeyen dertlerimle…

Aşıkların dertli ve ateşli feryatlarının iniltilerini bin dört yüz yıl öteden duyuyorum…

Onlar da bu göklerin altında avare olmuşlardı…

Bu dar dünyanın kapısından çıkabilecekleri bir yol aradılar,kalpleri hüzün dolu bir halde?...

O uzun gecelerde sabahlara kadar uyumadılar…

Tabi ki Mustafa’nın yolu üzere hırka giymenin adabı yazıldı üzerlerine…Baştan ayağı dert ve aşk ateşiyle yandılar.Onlar insan kokusu veren güllerdi.Hayatın mezarı olan bu dünyada hayatın mis kokulu güzel gülleri…

Bunlar nasıl insanlardı?...Letafeti hayallere bile sığmayan ruhları,aklın kuru kalıbına dökülüyor.

Ruhları hesapsız seviyordu…

Hesap ehli olanlar ve çıkar düşünen,adama benzeyen,adam olmayanlardan çok başkaydı aşkları…

Dünyaları bile ayrı olan bir dünya,insanların kurtuluşu için gönderilen Peygamber’in talebeleriydi…İnsanlık kokusu güllerdi onlar…Firdevs bahçesinin gülleri…

Ve şimdi…

Ne diyeyim?

Aşksız iman,hafıza deposuna hapsedilen bilgiler gibidir.Donum ve ölü bir ilimdir.Ruha karışmaz.İşte bu yüzden ruhsuz alimler yetiştirir…Ruhu öldürür,kalbi delirtir ve hayatı manasız bir kelime haline dönüştürür.

İnsan manasız lafız haline gelir.Bütün vrlığı,sakal,tespih,seccade,akik yüzüğü ve tam taharet olur?...

İmansız aşk,kaş kaldırmak,makyaj yapmak ve süslenmektir artık…

Ama aşktan sonraki iman!

Ne diyeyim?...
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol
Geri
Üst