SuskunDervis
Kayıtlı Üye
Ey aşk kulesinin zirvesinde kule yapan Dostum!...
Bu düşman topraklarda,bu yabancı göklerin altında bir garip yolunu gözlüyor
Ben şu anda yokluk çölünün en uzak noktasında,yokluğun sessiz çölünde,hiçlik havasının zirvesinde geziniyorum
Şaşkınım?...
Bilemiyorum ne zaman kıyamet koptu?..Ay,güneş,yıldızlar,gökler,dağlar,insanlar,denizler, renkler,sesler, tatlar, eşyalar her şey ne zaman gitti?
Nereye gittiler?..Ve ben neden yalnız kaldım?
Artık hiçbir şey yok
Onca şeyden sonra geriye sadece ben kaldım.
Acı ve bekleyiş içinde
Başkası yok mu?...Belki de,ama o başkası da benim galiba?...
Ve sen ey kendi gamlı akrabasını öven Tanrım!
Şu gecelerin siyah perdelerin ardından,artık ebediyet sabahına çıkar beni
Yine damarlarımda kanım kaynadı
Ruhumda isyan dalgaları kabardı.
Yavaşça yerimden kalktım,gece uykusuna dalmadan,mehtabın mis kokulu merdivenlerinden aşağı indim
Zulmetin çadırını yırtacak bir şey aradım,ama olmadı
Yüce Tanrının Arşından,yeryüzü karanlığına gömülmüş,yalnızlık evine atılmışım
Ey Dostum:Göklerinin d******* bir göz at,yeryüzünü gör.Her gece bir önceki gecelerden daha korkunç,daha yanık
Gurbete alışamamış kalpler;her gece,gecenin bir köşesinde senin ayrılığından için için yanmaktalar,ağlayan matemli mumlar gibi canından can dökmekteler
Bana bu ateşi hediye eden Dost!...Senin yardımınla zulmetin siyah çadırlarını aşk ateşinle hep yaktım,kışın buzlarını ve karlarını ateşinle erittim
Rüzgarın acımasız kırbaçlarını,bahar sabahının merhametli esintilerini yumuşatan senin ateşindir.Hani o ilk günde bana verdiğin ateş var ya?!...
Şimdi beni karanlıkların esaretinden kurtardı Artık senin ateşinin aydınlığında görmeye başladım.
Diğer insanların da benim gibi gözleri var,bakıyorlar;ama onların gözü yattıkları yeri veya otladıkları yeşillikleri görüyor
Sanki onların gözünde bütün dünya bir otlaktır,ahiret alemi ise sadece bir rüya
Ey Dostum,karanlıklarda dönen bu bitkin ve tozlu dünyaya bak.Bir bak yeryüzüne attığın bu akraban ne ateşler yakmış!...
Geceleri yeryüzüne bak,bana bak Soğuk ve siyah kışlarda beni gör.Nasıl da nura gark olmuş ve ateşten ısınmış bir halde yaşıyorum.
Bana gizlice verdiğin o emanet bak neler yapıyor
Her gün,her gece,her an,Ben kimim?...Kim idim?... sormuyorum.
Artık her gece,gündüz ve her an sensizliğin yokluk kapısında oturuyorum
Tek tesellim,yokluktaki avare ruhları aramak,onlarla seni doyasıya koklamakla geçiyor zamanım.Böylece her gün,her gece,yalnızlık dünyam renklenmekte,renk cümbüşü haline gelmekte
Gelip seyredesin diye
Senden başka kim gelip seyreder ki yalnızlığımın siyah gecelerini?!...
Gecelerin bağrında doğan güneşim benim
Sen değil misin sürekli matem ateşini alan?...
Biliyorum bir gün de matemli bulutlar gelecek ve bana ağlayacaklar
Mezarıma rahmetinin göz yaşını dökecekler
Rüzgarlar her sabah ve akşam,denizlerin kalbinden rahmet ayetlerini ve bağışlanma şarkılarını getirecek
Meltem,her daim yüce Arşının dergahından bana meleklerinin,merhametli ve yumuşak şarkılarını getirecek
Karmaşık ve faydasız insanların riyakarca mezarıma oturup,İhlassız Fatiha okuması ruhumu incitecek
Üç günden sonra biliyorum o da bitecek
Sadece ve sadece her gün,her gece ve her zaman benden hiç ayrılmayan O hep gelecek, yumuşak ve merhametli elini toprağımın üzerine koyacak,rahmet parmaklarıyla mezarımın üstünü okşayacak
Bir vakitten sonra göklerinin miraç yolculuğuna beni de çıkaracak,o tek yakınım benim
Yine düşüncelerim kuş yağmurlarımı gibi başıma döküldüler.İçimde ne dalgalı ve ilginç bir sel akıyor. Düşünüyorum! Ama bu gecenin sessizliğinde asla sesi dinmeyen dertlerimle
Aşıkların dertli ve ateşli feryatlarının iniltilerini bin dört yüz yıl öteden duyuyorum
Onlar da bu göklerin altında avare olmuşlardı
Bu dar dünyanın kapısından çıkabilecekleri bir yol aradılar,kalpleri hüzün dolu bir halde?...
O uzun gecelerde sabahlara kadar uyumadılar
Tabi ki Mustafanın yolu üzere hırka giymenin adabı yazıldı üzerlerine Baştan ayağı dert ve aşk ateşiyle yandılar.Onlar insan kokusu veren güllerdi.Hayatın mezarı olan bu dünyada hayatın mis kokulu güzel gülleri
Bunlar nasıl insanlardı?...Letafeti hayallere bile sığmayan ruhları,aklın kuru kalıbına dökülüyor.
Ruhları hesapsız seviyordu
Hesap ehli olanlar ve çıkar düşünen,adama benzeyen,adam olmayanlardan çok başkaydı aşkları
Dünyaları bile ayrı olan bir dünya,insanların kurtuluşu için gönderilen Peygamberin talebeleriydi İnsanlık kokusu güllerdi onlar Firdevs bahçesinin gülleri
Ve şimdi
Ne diyeyim?
Aşksız iman,hafıza deposuna hapsedilen bilgiler gibidir.Donum ve ölü bir ilimdir.Ruha karışmaz.İşte bu yüzden ruhsuz alimler yetiştirir Ruhu öldürür,kalbi delirtir ve hayatı manasız bir kelime haline dönüştürür.
İnsan manasız lafız haline gelir.Bütün vrlığı,sakal,tespih,seccade,akik yüzüğü ve tam taharet olur?...
İmansız aşk,kaş kaldırmak,makyaj yapmak ve süslenmektir artık
Ama aşktan sonraki iman!
Ne diyeyim?...
Bu düşman topraklarda,bu yabancı göklerin altında bir garip yolunu gözlüyor
Ben şu anda yokluk çölünün en uzak noktasında,yokluğun sessiz çölünde,hiçlik havasının zirvesinde geziniyorum
Şaşkınım?...
Bilemiyorum ne zaman kıyamet koptu?..Ay,güneş,yıldızlar,gökler,dağlar,insanlar,denizler, renkler,sesler, tatlar, eşyalar her şey ne zaman gitti?
Nereye gittiler?..Ve ben neden yalnız kaldım?
Artık hiçbir şey yok
Onca şeyden sonra geriye sadece ben kaldım.
Acı ve bekleyiş içinde
Başkası yok mu?...Belki de,ama o başkası da benim galiba?...
Ve sen ey kendi gamlı akrabasını öven Tanrım!
Şu gecelerin siyah perdelerin ardından,artık ebediyet sabahına çıkar beni
Yine damarlarımda kanım kaynadı
Ruhumda isyan dalgaları kabardı.
Yavaşça yerimden kalktım,gece uykusuna dalmadan,mehtabın mis kokulu merdivenlerinden aşağı indim
Zulmetin çadırını yırtacak bir şey aradım,ama olmadı
Yüce Tanrının Arşından,yeryüzü karanlığına gömülmüş,yalnızlık evine atılmışım
Ey Dostum:Göklerinin d******* bir göz at,yeryüzünü gör.Her gece bir önceki gecelerden daha korkunç,daha yanık
Gurbete alışamamış kalpler;her gece,gecenin bir köşesinde senin ayrılığından için için yanmaktalar,ağlayan matemli mumlar gibi canından can dökmekteler
Bana bu ateşi hediye eden Dost!...Senin yardımınla zulmetin siyah çadırlarını aşk ateşinle hep yaktım,kışın buzlarını ve karlarını ateşinle erittim
Rüzgarın acımasız kırbaçlarını,bahar sabahının merhametli esintilerini yumuşatan senin ateşindir.Hani o ilk günde bana verdiğin ateş var ya?!...
Şimdi beni karanlıkların esaretinden kurtardı Artık senin ateşinin aydınlığında görmeye başladım.
Diğer insanların da benim gibi gözleri var,bakıyorlar;ama onların gözü yattıkları yeri veya otladıkları yeşillikleri görüyor
Sanki onların gözünde bütün dünya bir otlaktır,ahiret alemi ise sadece bir rüya
Ey Dostum,karanlıklarda dönen bu bitkin ve tozlu dünyaya bak.Bir bak yeryüzüne attığın bu akraban ne ateşler yakmış!...
Geceleri yeryüzüne bak,bana bak Soğuk ve siyah kışlarda beni gör.Nasıl da nura gark olmuş ve ateşten ısınmış bir halde yaşıyorum.
Bana gizlice verdiğin o emanet bak neler yapıyor
Her gün,her gece,her an,Ben kimim?...Kim idim?... sormuyorum.
Artık her gece,gündüz ve her an sensizliğin yokluk kapısında oturuyorum
Tek tesellim,yokluktaki avare ruhları aramak,onlarla seni doyasıya koklamakla geçiyor zamanım.Böylece her gün,her gece,yalnızlık dünyam renklenmekte,renk cümbüşü haline gelmekte
Gelip seyredesin diye
Senden başka kim gelip seyreder ki yalnızlığımın siyah gecelerini?!...
Gecelerin bağrında doğan güneşim benim
Sen değil misin sürekli matem ateşini alan?...
Biliyorum bir gün de matemli bulutlar gelecek ve bana ağlayacaklar
Mezarıma rahmetinin göz yaşını dökecekler
Rüzgarlar her sabah ve akşam,denizlerin kalbinden rahmet ayetlerini ve bağışlanma şarkılarını getirecek
Meltem,her daim yüce Arşının dergahından bana meleklerinin,merhametli ve yumuşak şarkılarını getirecek
Karmaşık ve faydasız insanların riyakarca mezarıma oturup,İhlassız Fatiha okuması ruhumu incitecek
Üç günden sonra biliyorum o da bitecek
Sadece ve sadece her gün,her gece ve her zaman benden hiç ayrılmayan O hep gelecek, yumuşak ve merhametli elini toprağımın üzerine koyacak,rahmet parmaklarıyla mezarımın üstünü okşayacak
Bir vakitten sonra göklerinin miraç yolculuğuna beni de çıkaracak,o tek yakınım benim
Yine düşüncelerim kuş yağmurlarımı gibi başıma döküldüler.İçimde ne dalgalı ve ilginç bir sel akıyor. Düşünüyorum! Ama bu gecenin sessizliğinde asla sesi dinmeyen dertlerimle
Aşıkların dertli ve ateşli feryatlarının iniltilerini bin dört yüz yıl öteden duyuyorum
Onlar da bu göklerin altında avare olmuşlardı
Bu dar dünyanın kapısından çıkabilecekleri bir yol aradılar,kalpleri hüzün dolu bir halde?...
O uzun gecelerde sabahlara kadar uyumadılar
Tabi ki Mustafanın yolu üzere hırka giymenin adabı yazıldı üzerlerine Baştan ayağı dert ve aşk ateşiyle yandılar.Onlar insan kokusu veren güllerdi.Hayatın mezarı olan bu dünyada hayatın mis kokulu güzel gülleri
Bunlar nasıl insanlardı?...Letafeti hayallere bile sığmayan ruhları,aklın kuru kalıbına dökülüyor.
Ruhları hesapsız seviyordu
Hesap ehli olanlar ve çıkar düşünen,adama benzeyen,adam olmayanlardan çok başkaydı aşkları
Dünyaları bile ayrı olan bir dünya,insanların kurtuluşu için gönderilen Peygamberin talebeleriydi İnsanlık kokusu güllerdi onlar Firdevs bahçesinin gülleri
Ve şimdi
Ne diyeyim?
Aşksız iman,hafıza deposuna hapsedilen bilgiler gibidir.Donum ve ölü bir ilimdir.Ruha karışmaz.İşte bu yüzden ruhsuz alimler yetiştirir Ruhu öldürür,kalbi delirtir ve hayatı manasız bir kelime haline dönüştürür.
İnsan manasız lafız haline gelir.Bütün vrlığı,sakal,tespih,seccade,akik yüzüğü ve tam taharet olur?...
İmansız aşk,kaş kaldırmak,makyaj yapmak ve süslenmektir artık
Ama aşktan sonraki iman!
Ne diyeyim?...