aşk mı! Geçmiş olsun!
İnsan kozmik olana yaklaştıkça Tanrı gibi uzaklaştıkça ulaşılmazlaştıkça belirginsizleştikçe daha çok aranır... Sılanın ve aşkın nesnesi olmaya başlar…
aşk tanrısaldır.. Yoksa niye tapınsın bunca ademoğlu salt biyolojik organik bir faniye…
aşk ehli olmayan hali de tarifi de takati de bilemez… Bütün aşk tarifleri bu yüzden büyük bir yalandır!
Zamanın hiçbir zaman donmayacağını durmayacağını suyun geriye akmayacağını bilmek canını yakar insanın…
Keşkelerle önüne geçmek istediğin senin gelecekteki sesindir. Arzuların bile geçmiş oldu şimdi. Geçmiş olsun..!
Niye hüzünlü bir öykü anlatırken karşınızdaki -hele kadınsa- gözleri nemlenir yanakları ıslanır? Duymak istedikleri değil midir onu ağlatan? Anlattıklarımıza mı ağladı sahiden? Gözyaşları kendi muhayyilesinde beslediği sızılarıdır aslında… Biz o an sadece tetikleyici papağan gibiyizdir onun için en fazla…
İnsan kozmik olana yaklaştıkça öbür boyuta kaçtıkça aşkın olana talip oldukça Tanrı gibi uzaklaştıkça ulaşılmazlaştıkça derinleştikçe belirginsizleştikçe yittikçe daha çok aranır talep edilir. Ve tutkunun sılanın aşkın nesnesi olmaya başlar…
aşk tanrısaldır bu yüzden kozmik uhrevi soyut metafizik kevni…
Yoksa niye tapınsın bunca ademoğlu salt biyolojik organik bir faniye…
aşkın içinde olan yaşadığını tarif edemez. Çünkü artık kendi değildir…
aşkın dışında olan aşkı tarif edemez. Çünkü içinde değildir…
aşk bir haldir. Hali tarife takat dayanmaz…
aşk ehli olmayan hali de tarifi de takati de bilemez…
Bütün aşk tarifleri yalandır!
Bütün aşk şiirleri öyküleri romanları yazıları koca bir yalan!
Parçalanmış ailelerin kara nefesli çocukları eşşek kadar da olsa bilinçaltına yapışmış travmalardan kolay arınamaz ya hani. Ya da çilekeş çocukluklar yaşamış olan hüzün melekleri! Onlar da öyle! Terkedilmiş her çocuğun ana-babasına duyduğu asırlık özlemin yerini sonradan nedense sıkı bir öfke alır! ‘aşk’ ta da bu böyle…
aşk tutku liseli bağımlılığı vs. Ulaşamayınca küfretmeye başlamaz mı nesnesine… Kahretmez mi intikam duyguları kemirmez mi tüm benliğini….
İşte hep o ‘aşk’ın ‘aşk’ olmamasındandır... ‘aşk yapmak’ diyerek kavramların bile fahişeleştirildiği bu çağda ‘aşk’tan bahsetmek kepazeliktir düpedüz!
Geçmişte çok popüler olan gözlerin ve kameraların üstüne çevrildiği her sözünün her eyleminin manşetlere taşındığı bir meşhurun şimdi köşesinde yaşadığı terkedilmişliği ile nasıl mücadele ettiğini merak ederim hep…
Niye tükendi niye gözler çevrilmiyor üzerine bir kağıt mendil kadar değersiz miydi onca yıl? Ki unutuldu…
Ait olmadığı bir dünyada yaldızlı şöhret neonları yerini bir utanç ve rezillik duygusuna mı bırakmıştır? Zerre kadar şahsiyet ve onur taşıyorsa muhakkak utanıyordur zahir!
Zamanın hiçbir zaman donmayacağını durmayacağını suyun geriye akmayacağını bilmek canını yakar insanın. Eğer yaşadığını sanıyor veya iddia ediyorsan “bir lahzaya tecavüz eden fotoğraf karesinden” ziyade bir kanıt sun öyleyse…
Aslında hiç yaşamadın ki!
Keşkelerle önüne geçmek istediğin senin gelecekteki sesindir. Arzuların bile geçmiş oldu şimdi... Geçmiş olsun..!
İnsan kozmik olana yaklaştıkça Tanrı gibi uzaklaştıkça ulaşılmazlaştıkça belirginsizleştikçe daha çok aranır... Sılanın ve aşkın nesnesi olmaya başlar…
aşk tanrısaldır.. Yoksa niye tapınsın bunca ademoğlu salt biyolojik organik bir faniye…
aşk ehli olmayan hali de tarifi de takati de bilemez… Bütün aşk tarifleri bu yüzden büyük bir yalandır!
Zamanın hiçbir zaman donmayacağını durmayacağını suyun geriye akmayacağını bilmek canını yakar insanın…
Keşkelerle önüne geçmek istediğin senin gelecekteki sesindir. Arzuların bile geçmiş oldu şimdi. Geçmiş olsun..!
Niye hüzünlü bir öykü anlatırken karşınızdaki -hele kadınsa- gözleri nemlenir yanakları ıslanır? Duymak istedikleri değil midir onu ağlatan? Anlattıklarımıza mı ağladı sahiden? Gözyaşları kendi muhayyilesinde beslediği sızılarıdır aslında… Biz o an sadece tetikleyici papağan gibiyizdir onun için en fazla…
İnsan kozmik olana yaklaştıkça öbür boyuta kaçtıkça aşkın olana talip oldukça Tanrı gibi uzaklaştıkça ulaşılmazlaştıkça derinleştikçe belirginsizleştikçe yittikçe daha çok aranır talep edilir. Ve tutkunun sılanın aşkın nesnesi olmaya başlar…
aşk tanrısaldır bu yüzden kozmik uhrevi soyut metafizik kevni…
Yoksa niye tapınsın bunca ademoğlu salt biyolojik organik bir faniye…
aşkın içinde olan yaşadığını tarif edemez. Çünkü artık kendi değildir…
aşkın dışında olan aşkı tarif edemez. Çünkü içinde değildir…
aşk bir haldir. Hali tarife takat dayanmaz…
aşk ehli olmayan hali de tarifi de takati de bilemez…
Bütün aşk tarifleri yalandır!
Bütün aşk şiirleri öyküleri romanları yazıları koca bir yalan!
Parçalanmış ailelerin kara nefesli çocukları eşşek kadar da olsa bilinçaltına yapışmış travmalardan kolay arınamaz ya hani. Ya da çilekeş çocukluklar yaşamış olan hüzün melekleri! Onlar da öyle! Terkedilmiş her çocuğun ana-babasına duyduğu asırlık özlemin yerini sonradan nedense sıkı bir öfke alır! ‘aşk’ ta da bu böyle…
aşk tutku liseli bağımlılığı vs. Ulaşamayınca küfretmeye başlamaz mı nesnesine… Kahretmez mi intikam duyguları kemirmez mi tüm benliğini….
İşte hep o ‘aşk’ın ‘aşk’ olmamasındandır... ‘aşk yapmak’ diyerek kavramların bile fahişeleştirildiği bu çağda ‘aşk’tan bahsetmek kepazeliktir düpedüz!
Geçmişte çok popüler olan gözlerin ve kameraların üstüne çevrildiği her sözünün her eyleminin manşetlere taşındığı bir meşhurun şimdi köşesinde yaşadığı terkedilmişliği ile nasıl mücadele ettiğini merak ederim hep…
Niye tükendi niye gözler çevrilmiyor üzerine bir kağıt mendil kadar değersiz miydi onca yıl? Ki unutuldu…
Ait olmadığı bir dünyada yaldızlı şöhret neonları yerini bir utanç ve rezillik duygusuna mı bırakmıştır? Zerre kadar şahsiyet ve onur taşıyorsa muhakkak utanıyordur zahir!
Zamanın hiçbir zaman donmayacağını durmayacağını suyun geriye akmayacağını bilmek canını yakar insanın. Eğer yaşadığını sanıyor veya iddia ediyorsan “bir lahzaya tecavüz eden fotoğraf karesinden” ziyade bir kanıt sun öyleyse…
Aslında hiç yaşamadın ki!
Keşkelerle önüne geçmek istediğin senin gelecekteki sesindir. Arzuların bile geçmiş oldu şimdi... Geçmiş olsun..!