Anne Karakterinde Görülen 'Anne Şefkati' Bütün Müminlerin Birbirlerine Göstermesi Gereken Güzel Bir

meridyen2

Kayıtlı Üye
Anne Karakterinde Görülen 'Anne Şefkati' Bütün Müminlerin Birbirlerine Göstermesi Gereken Güzel Bir Ahlak Özelliğidir

anne_karakterinde_gorulen_anne_sefkati_butun_muminlerin_birbirlerine_gostermesi_gereken_guzel_bir_ahlak_ozelligidir_tr.jpg


Bir annenin, çevresindeki tehlikelerden tümüyle habersiz ve savunmasız konumdaki çocuğuna karşı yoğun bir şefkat anlayışı vardır. Allah insanların, ilk hayata geldikleri andan itibaren korunmalarına, annelere verdiği bu şefkat duygusunu vesile eder. Allah’ın Rahman Rahim isminin bir tecellisi olan bu ‘anne şefkati’, tüm insanların birbirlerine göstermeleri gereken şefkat anlayışı açısından çok önemli bir ölçü ve örnektir.

Allah’ın, insanların kalbine ilham ettiği şefkat duygusunun pek çok hikmeti vardır. Hayata gözlerini açtığı andan itibaren, yaşayacağı dünya hakkında hiçbir bilgisi olmayan, iyiyi - kötüyü, doğruyu - yanlışı, güvenliği - tehlikeyi bilmeyen, kendisini korumaktan aciz, ihtiyaçlarından ve bunları nasıl gidereceğinden bihaber olan bir varlığı, Allah ‘anne şefkati’ vesilesiyle tümüyle koruma altına almaktadır. İşte bu ‘anne şefkati’, tüm insanların birbirlerine göstermeleri gereken şefkat anlayışı açısından çok önemli bir ölçü ve örnektir.

Kuran Ahlakına Göre Şefkat Nasıl Olmalıdır?

Nasıl ki bir anne, savunmasız haldeki bir çocuğa ara ara ilgi, alaka şefkat gösterip, ara ara da ‘kendi başının çaresine bakması’ için onu kendi haline bırakamazsa; her an her yerde önceliği mutlaka çocuğuna verirse, işte ideal şefkat anlayışında da bu davranış esas olmalıdır.

Nasıl ki bir anne çocuğuna karşı, gözükara ve hesapsız bir fedakarlık içerisindeyse; her ne olursa olsun çocuğunun rahatını, huzurunu ve ihtiyaçlarını kendininkinden önde tutarsa, insanların da birbirlerine karşı göstermeleri gereken şefkat böyle olmalıdır.

Nasıl ki bir anne, ne kadar zor şartlar altında olursa olsun; en yorgun, en uykusuz, en güçsüz, en hasta, en yoğun ve en meşgul anında bile, bu şefkatinden ve ihtim******* ödün vermezse, insanlar arasındaki merhamet de aynı bu güçte olmalıdır.

Ancak elbetteki böylesine güçlü bir şefkat anlayışı yalnızca ‘Allah korkusu’ ile yaşanabilir bir duygudur. Allah, çocukların korunması için annelerine bu şefkat duygusunu ilham ederek onları yönlendirmektedir. Ancak bir insanın bu şefkat anlayışını hayatı boyunca sürdürebilmesi ve bunu tüm insanlara yöneltebilmesi için, bu kişinin mutlaka Allah’tan korkan, Kuran ahlakına uyan bir kimse olması gerekir.

İman Etmeyen İnsanların Şefkat Anlayışı Menfaate Dayanır

İman etmeyen insanlar, böyle güçlü bir merhamet ahlakını ancak aralarında menfaat bağları olan kişilere; yani halihazırda ya da gelecekte, gösterdikleri şefkatin mutlaka bir şekilde kendilerine bir çıkar sağlayacağını düşündükleri kişilere gösterebilirler. Ve bunu da ancak geçici bir süre devam ettirebilirler.

Müminler ise, şefkatli ve merhametli olmayı, kişiliklerinin bir parçası olarak tüm hayatları boyunca yaşarlar. Allah’ın insanlara örnek bir model olarak gösterdiği ‘anne şefkati’ni de, yine bir karakter özelliği olarak benimserler. Beraberlerindeki müminlere karşı, bir annenin çocuklarına gösterdiği ihtimamdan çok daha koruyup kollayıcı bir tavır içerisinde olurlar.

Müslüman kardeşlerini, dostları, arkadaşları ve yakınları olarak sevip sayar, onlara karşı hürmette kusur etmezler. Ancak şefkat göstermede, aynı bir annenin yavrusuna sahip çıkıp onun her türlü ihtiyacını, sıkıntısını, beklentisini söyletmeden düşünüp gidermesi gibi, titiz bir ahlak içerisinde olurlar. Onların sorunlarını, ihtiyaçlarını, sıkıntılarını, kendilerininkinden önde tutarlar. En zor şartlarda bile, önce Müslüman kardeşlerini koruyup kollamaktan taviz vermezler.

‘Anne şefkati’ dendiğinde elbetteki bu, bir kişiyi çocuk yerine koyup, ona, ondan daha tecrübeli, daha akıllı, daha ilgiçmişçesine bir tavır taslamak şeklinde algılanmamalıdır. Bu şefkat anlayışı, tümüyle tevazu ve alçakgönüllülük içerisinde gösterilen bir ahlaktır. Kimi zaman bir insanın anne şefkatiyle yaklaşacağı kişi, kendisinden yaşça çok ileride olan bir kimse de olabilir. Burada önemli olan, o kişiyi koruyup kollamada, ihtimam göstermede, onun ihtiyaçlarını, daha o söylemeden büyük bir hassasiyetle ve hissettirmeden gidermekte çok fedakarane ve ince düşünceli bir tavır içerisinde olabilmektir.

Müminlerin Şefkati Birbirlerine Duydukları Sevginin Önemli Bir Alametidir

Müminlerde görülen bu ‘anne şefkati’, iman edenlerin birbirlerine duydukları sevginin de çok önemli bir alametidir. Çünkü ancak hiçbir menfaat beklentisi içerisinde olmadan, yalnızca Allah rızası için seven bir insan böyle yüksek bir ahlak gösterebilir. Dolayısıyla bu ahlakın, -kişi ayırt etmeden- tüm Müslümanlara karşı ve sürekli olarak gösterilmesi, aynı zamanda o kişinin samimi iman ettiğinin de önemli bir göstergesidir.

Kuran’da müminlerin birbirlerine karşı göstermeleri gereken şefkat anlayışını Allah bir ayette şöyle bildirmiştir:

“Sakın onlardan bazılarını yararlandırdığımız şeylere gözünü dikme, onlara karşı hüzne kapılma, mü’minler için de (şefkat) kanatlarını ger.” (Hicr Suresi, 88)

Fedakar İnsan, Dünyanın En Akıllı ve En Kazançlı İnsanıdır

Fedakarlık, cahiliye insanları arasında bir nevi “akılsızlık” olarak algılanır. Bu kimselere göre, bir insan kendi menfaatlerini ne kadar iyi kollayabiliyorsa, o kadar “akıllıdır”. Çevresindeki insanları ne kadar iyi kullanabiliyor, onların imkanlarından ne kadar çok istifade edebiliyor; diğer yandan da kendisini bu kimselere ne kadar az kullandırtıyorsa, onlara ne kadar az menfaat sağlıyorsa, bu kişi “aklını olabilecek en iyi şekilde kullanabiliyordur”.

Elbetteki bu kimseler yaptıkları bu teşhislerinde baştan sona kadar yanılmaktadırlar. Ahirete inanmayan kimseler için, bir başka insana çıkar sağlamak, onun rahatını, konforunu, artırmak; üstelik tüm bunları kendinden ödün vererek yapmak, “akılsızlık” olarak algılanabilir. Ancak ahirete inanan bir insan, eğer tüm bunları “yalnızca Allah’ın rızasını kazanmak için” yapıyorsa, bu kişi “dünyanın en akıllı insanıdır”.

Allah bir insana ortalama 60-70 senelik bir ömür vermiştir. Elindeki bu zamanı olabilecek en iyi şekilde kullanan kimseler, gerçek anlamda “en akıllı olan insanlar”dır. Ancak “hayatlarını en iyi şekilde kullanmaları” demek, dünyadan olabilecek en çok menfaati elde etmeleri demek değildir. Aksine, “kendilerinden olabilecek en fazla şekilde feragat etmeleri”dir. Elbetteki burada asıl önemli olan ise, tüm bunları Allah’ın rızasını kazanma amacıyla yapıyor olmalarıdır.

Yoksa din ahlakına göre yaşamayan toplumlarda da, çevresindeki insanlar için kendilerini gözden çıkaran, var güçleriyle başkalarını mutlu etmek, onlara daha iyi imkanlar sağlamak, daha rahat ettirmek için çabalayan kimseler de vardır. Ancak bu kimselerin, hedefleri Allah’ın rızası değildir. İyilik yaptıkları her insanı adeta birer yatırım odağı gibi görürler. Yaptıkları her fedakarlık ile, er ya da geç o insandan bunun karşılığının geleceğini umarlar. Onlara fedakarlık yapma gücünü veren işte bu “karşılık alma ümidi”dir. Bir dostlarına bir hediye aldıklarında, o kişinin de bir vesileyle kendilerine en az o ayarda bir hediye alacağını ümit ederler. Bir arkadaşlarına kendi çalıştıkları işyerinde iş imkanı sağladıklarında, ileride kendi ihtiyacı olduğunda da, o kişinin kendilerine iş imkanı sağlayacağını umarlar. Bir komşularına bir yemek ikram ettiklerinde, kısa bir süre sonra, o komşularının da kendilerine bir ikramda bulunmasını beklerler. Bu kişilerden umdukları tarzda karşılıklar alamasalar bile, iyilik yaptıkları bu insanların dostluklarını kazanmak bile bu kimseler için önemli bir menfaattir. Elbette bu yatırımların işe yarayacağı, bunlara ihtiyaç duyulacağı bir gün geleceği kanaatindelerdir. Hatta kendi öz çocuklarına bile iyilik yaptıklarında, ileriki yıllarda yaşlandıklarında onların da kendilerine karşı borçlu kalacaklarına inanırlar. Çocuklarını ne kadar iyi yetiştirirlerse, onlara ne kadar iyi imkanlar sağlarlarsa, kariyerlerinin yükselmesi için ne kadar çok çaba harcarlarsa, ileride bu imkanların her birinin kendi hayatlarına konfor katacağını düşünürler. İşte onları en motive eden bu inançlarıdır.

Müminler ise fedakarlık gücünü yalnızca Allah’a olan sevgilerinden; Allah’a karşı duydukları derin saygı ve korkudan alırlar. Allah’ın kendilerini daha çok sevmesi isteği, müminlerin bu konuda 24 saat çok şevkli ve heyecanlı olmalarını sağlar. En zor; fiziksel olarak en yorgun, en güçsüz oldukları anlarda bile, Allah sevgilerinden aldıkları güçle daha da fazla fedakarlık yapabilecekleri bir fırsat yakalamaya çalışırlar. Karşılarına çıkan her imkanı, bu konuda olabilecek en fazla gayreti göstererek değerlendirmeye çalışırlar. O anda ihtiyaç duyulan fedakarlığı yapabilecek başka kişiler olsa da, onlar “hayırlarda yarışırlar”. Geçerli hiçbir sebepleri olmaksızın, böyle bir imkanı bir başkasına bırakmayı ise kendileri için bir kayıp olarak görürler.

Müminin fedakarlığı; onun, Allah’ı kendi nefsinden, bedeninden, malından, mülkünden, hayatından ve sahip olduğu maddi manevi diğer herşeyinden daha çok sevdiğinin çok açık bir alametidir. Böyle bir insan Allah’ın sevgisini kazanabilmek için, hiç düşünmeden herşeyini feda edebilecek güçtedir. Canını, malını, sahip olduğu herşeyi Allah’a teslim etmiştir. Allah Kuran’da, bu ahlakı gösteren müminleri müjdelemiş ve gerçek anlamda “büyük kurtuluş ve mutluluğun” ancak bu şekilde elde edilebileceğini hatırlatmıştır:

“İşte onlar, hayırlarda yarışmaktadırlar ve onlar bundan dolayı öne geçmektedirler.” (Müminun Suresi, 61)

Sayın Adnan Oktar Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in Şefkatini Anlatıyor

“Peygamberimiz (s.a.v.) son derece şefkatli, merhametli bir insan. Kedi uyuyor kucağında Peygamberimiz (s.a.v.)’in, eteğini kesmiş, hayvanı rahatsız etmemek için, uyandırmamak için, öyle bir Peygamberimiz var bizim. Nerede ki öyle insanları bombalamak, çoluk çocuğu bombalamak, ortalığı birbirine katmak ve şiddet. Bir de ruh şiddeti de ayrıca. İşte oturma, kalkma, sağa dönme, sola dönme, havaya bakma, yeme, içme, sanat yok, bilim yok, teknoloji yok, sevgi yok. Din ahlakıyla alakası yok bunların. Bunlar kendi ruhundaki karanlığı, kendi ruhundaki şirk düşüncesini, güya Kuran’a uygulamaya kalkan insanlar. Peygamberimiz (s.a.v.)’in hayatı ortada. Güzellikten hoşlanıyor, estetikten hoşlanıyor, sanattan hoşlanıyor, etrafı temiz ve güzel, konuşmaları son derece nezih Peygamberimiz (s.a.v.)’in. Hep şefkatli, espritüel, gönül alıcı, bulunduğu yer tertemiz, yani o zamanın güç imkanlarıyla mesela gül ektiriyor. Yani, Mekke, Medine ortamını düşünün çöl ortamı. Orada bile gül yetiştiriyor düşünün. Yani, estetiğe ve sevgiye, güzelliğe olan yatkınlığını buradan anlıyoruz.” (14 Kasım 2008, Kırım Gazeteleri Röportajı)

“Peygamberimiz (s.a.v.) çok ılımlı bir insandı, sevecendi, sevgi doluydu. Allah ona muazzam imkan verdi, onun tebliğ ettiği dini bütün dünyaya hakim kıldı ve yaydı, şimdi nuru yeniden parlayacak inşaAllah, ahir zamanda. Peygamberimiz (s.a.v.)’in metodunu benimsesinler hep; şefkat, sevgi, affedicilik ve hoşgörü. İnsancıl yaklaşmak. Dinde öyle şiddet, kafirsin demek... Bunlar yok. Böyle şey olmaz. Hatta Hristiyanlar, Museviler onlar da bizim kardeşlerimizdir, onlar da Allah’ın bir kuludur, onlar da kendi dinlerine, kendi şeriatlarına titizlikle uyan insanlar, onlara da saygı göstermek lazım. Ilımlı yaklaşmak en doğrusu olur inşaAllah. (Ekim 2008, Golos Gazetesi - Kırım)
(makale harun yahya)

Bu makale, İlmi Araştırma Dergisi 79. sayı (Ocak 2011) 44. sayfada yayınlanmıştır.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol puff
Geri
Üst