meridyen2
Kayıtlı Üye
Allah'ın Emir ve Yasaklarını Gözardı Etmemek
Birçok toplumda yaygın olan çarpık bir din anlayışı vardır. Buna göre, öncelikli görülen hükümler ihmal edilince vicdani bir rahatsızlık duyulmakta ancak Kuran'da yer almasına rağmen, aynı derecede titizlik gösterilmeyen emir ve yasaklar ihmal edilince, kişi hiçbir rahatsızlık hissetmeyebilmektedir.
Günümüzde insanların birçoğu, Kuran ayetlerinin bir kısmını yerine getirirken bir bölümünü gözardı etmeyi -büyük bir yanılgıyla- yeterli görebilmektedirler. Çoğu zaman da iman etmedikleri halde yerine getirdikleri bu ibadetleri içinde bulundukları toplumsal değer yargıları nedeniyle yapmaktadırlar.
Örneğin bir kimse toplum baskısıyla zina veya hırsızlık gibi Kuran'da da yasaklanan eylemleri yapmıyor olabilir. Ancak bu kişi hiçbir sakınca görmeden başkaları hakkında dedikodu yapıyor, müminlere iftira atabiliyor ya da yapmayacağı bir şeyi söylüyor olabilir. Bu durumda söz konusu kimsenin Kuran'da anlatılan İslam ahlakını tam olarak yaşadığı söylenemez. Çünkü içinde bulunduğu inanış şekli aslında toplumun çeşitli örf ve adetlerinden derlenmiş, arasına biraz da İslami motifler katılmış bir "gelenekler dini" olabilir.
Bu insanların düştükleri en büyük hata, Allah'ın Kuran'da bildirdiği hükümlerden birkaçını yerine getiriyor olmalarından dolayı kendilerini yeterli görmeleridir. Genellikle yanlış inanışa sahip olabileceklerine ihtimal dahi vermedikleri için, Kuran ahlakını uygulama konusunda kendilerinden son derece emindirler. Elbette ki Allah katında Rabbimiz'in rızası hedeflenerek yapılan her bir ibadetin karşılığı vardır. Ancak gözardı edilerek bir kenara bırakılanların da büyük sorumluluğu olabilir. (En doğrusunu Allah bilir.)
Namazını kılan, orucunu tutan bir kimse eğer tüm bunları samimiyetle yapıyorsa Allah'ın izniyle ahirette yaptıklarının karşılığını alacaktır. Ama Kuran'daki diğer hükümleri bile bile önemsemiyor ve yerine getirmiyorsa, bu durumda yaptığı ibadetlerin de boşa gitme ihtimali olabilir. Sonsuz merhamet sahibi olan Allah tüm müminleri Kuran ayetleriyle bu tehlikeye karşı uyarmış ve atalarından kalan, geleneklerle şekillenen ve cahilce yorumlara dayanan bu çarpık anlayışı terk etmeye davet etmiştir. Yüce Allah'ın kullarını uyardığı ayetlerden biri şöyledir:
"Onlar hâlâ cahiliye hükmünü mü arıyorlar" Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü, Allah'tan daha güzel olan kimdir?" (Maide Suresi, 50)
Ancak Allah'ın Kuran'da, "Ne zaman onlara: "Allah'ın indirdiklerine uyun" denilse, onlar: "Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız" derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?" (Bakara Suresi, 170) ayetiyle de bildirdiği gibi kimi insanlar, bu konuda uyarıldıkları ve doğru yol kendilerine gösterildiği halde yine de yaşadıkları bu geleneksel din anlayışında ısrarcı davranabilmektedirler.
Böyle bir düşünceye sahip insanlar genellikle Allah'ın hükümleri arasında kendilerince bir önem ve öncelik sıralaması yapmışlardır. Hatta kimi hükümleri de tamamen hayatlarından çıkararak bir kenara bırakmışlardır. Birçok toplumda yaygın olan bu çarpık din anlayışı, yüzyılların birikimi olan bir gelenekler dizisi şeklinde, nesilden nesile aktarılarak günümüze dek ulaşmıştır. Bu yaygın dine göre, öncelikli görülen hükümler ihmal edilince vicdani bir rahatsızlık duyulabilir. Ancak Kuran'da yer almasına rağmen, aynı derecede titizlik gösterilmeyen emir ve yasaklar ihmal edilince, kişi hiçbir rahatsızlık hissetmez. Kuran'da farz olduğu açıkça bildirilen birçok konu, "yaparsan sevaptır, yapmazsan da bir şey olmaz" şeklinde çarpık bir anlayışla değerlendirilir. Sakınılması gereken yasaklar ise, "Allah affeder" gibi bir düşünceyle rahatlıkla gözardı edilebilir. Oysa Kuran ayetlerinde böyle bir ölçüden bahsedilmemektedir. Namaz, oruç gibi ibadetler nasıl Allah'ın kesin emirleriyse, Kuran'da bildirilen diğer emir ve yasaklar da aynı şekilde tüm müminlerin uymaları gereken kesin hükümlerdir.
İnsanların ibadetlerini bilerek gözardı etmelerinin dışında diğer önemli konu da, bu ibadetleri unutmalarıdır, ancak müminlerin en önemli görevi gündelik yaşamın karmaşası içinde kendini olayların akışına kaptırarak gerçek amacını unutmamak ve Allah'a kul olmanın verdiği bilinçle, Allah'ın Kuran'da bildirdiği emir ve tavsiyeleri harfiyen yerine getirmektir. İnsan, ulaştığı imani yakınlığı artırmak için sürekli gayret göstermediği takdirde, mevcut durumunu da koruyamayabilir. İmani duyarlılığı ve aklı hızla azalmaya başlayabilir. Önemli olan bu yakınlığı her şartta korumaktır.
Allah rızası için, birçok güçlükleri aşmış, zorlu imtihanlarla karşılaşmış bir kimse bile, tefekkürünü, imandan kaynaklanan şevkini, heyecanını canlı tutmalı, gerçek amacını hatırdan çıkarmamalıdır. Aksi takdirde kişinin vicdanı duyarsız hale gelebilir ve dolayısıyla içine sürüklendiği durumun şuuruna varamayıp, öğüt alamaz bir duruma gelebilir. Ahireti unutup bu geçici dünyaya yönelebilir. Dünyanın geçici süsleri ona Allah'tan, Resulünden ve Allah yolunda Kuran ahlakına göre yaşamaktan daha cazip gelmeye başlar. (Harun Yahya, Kuran'ı Dinlemeyenler) Kendisi'nden korkulmaya yegane layık tek varlık olan Allah, böyle bir tehlikeye karşı müminleri Kuran'da şöyle uyarmıştır:
"De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun resulünden ve O'nun yolunda cehd etmekten (çaba harcamaktan) daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez." (Tevbe Suresi, 24)
Allah korkusuyla hareket eden, kafasında sürekli ahiret düşüncesi bulunan ihlaslı müminler ayette de belirtilen dünyanın aldatıcılığına kendilerini kaptırmazlar:
"(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar." (Nur Suresi, 37)
(makale harun yahya)
Birçok toplumda yaygın olan çarpık bir din anlayışı vardır. Buna göre, öncelikli görülen hükümler ihmal edilince vicdani bir rahatsızlık duyulmakta ancak Kuran'da yer almasına rağmen, aynı derecede titizlik gösterilmeyen emir ve yasaklar ihmal edilince, kişi hiçbir rahatsızlık hissetmeyebilmektedir.
Günümüzde insanların birçoğu, Kuran ayetlerinin bir kısmını yerine getirirken bir bölümünü gözardı etmeyi -büyük bir yanılgıyla- yeterli görebilmektedirler. Çoğu zaman da iman etmedikleri halde yerine getirdikleri bu ibadetleri içinde bulundukları toplumsal değer yargıları nedeniyle yapmaktadırlar.
Örneğin bir kimse toplum baskısıyla zina veya hırsızlık gibi Kuran'da da yasaklanan eylemleri yapmıyor olabilir. Ancak bu kişi hiçbir sakınca görmeden başkaları hakkında dedikodu yapıyor, müminlere iftira atabiliyor ya da yapmayacağı bir şeyi söylüyor olabilir. Bu durumda söz konusu kimsenin Kuran'da anlatılan İslam ahlakını tam olarak yaşadığı söylenemez. Çünkü içinde bulunduğu inanış şekli aslında toplumun çeşitli örf ve adetlerinden derlenmiş, arasına biraz da İslami motifler katılmış bir "gelenekler dini" olabilir.
Bu insanların düştükleri en büyük hata, Allah'ın Kuran'da bildirdiği hükümlerden birkaçını yerine getiriyor olmalarından dolayı kendilerini yeterli görmeleridir. Genellikle yanlış inanışa sahip olabileceklerine ihtimal dahi vermedikleri için, Kuran ahlakını uygulama konusunda kendilerinden son derece emindirler. Elbette ki Allah katında Rabbimiz'in rızası hedeflenerek yapılan her bir ibadetin karşılığı vardır. Ancak gözardı edilerek bir kenara bırakılanların da büyük sorumluluğu olabilir. (En doğrusunu Allah bilir.)
Namazını kılan, orucunu tutan bir kimse eğer tüm bunları samimiyetle yapıyorsa Allah'ın izniyle ahirette yaptıklarının karşılığını alacaktır. Ama Kuran'daki diğer hükümleri bile bile önemsemiyor ve yerine getirmiyorsa, bu durumda yaptığı ibadetlerin de boşa gitme ihtimali olabilir. Sonsuz merhamet sahibi olan Allah tüm müminleri Kuran ayetleriyle bu tehlikeye karşı uyarmış ve atalarından kalan, geleneklerle şekillenen ve cahilce yorumlara dayanan bu çarpık anlayışı terk etmeye davet etmiştir. Yüce Allah'ın kullarını uyardığı ayetlerden biri şöyledir:
"Onlar hâlâ cahiliye hükmünü mü arıyorlar" Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü, Allah'tan daha güzel olan kimdir?" (Maide Suresi, 50)
Ancak Allah'ın Kuran'da, "Ne zaman onlara: "Allah'ın indirdiklerine uyun" denilse, onlar: "Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız" derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?" (Bakara Suresi, 170) ayetiyle de bildirdiği gibi kimi insanlar, bu konuda uyarıldıkları ve doğru yol kendilerine gösterildiği halde yine de yaşadıkları bu geleneksel din anlayışında ısrarcı davranabilmektedirler.
Böyle bir düşünceye sahip insanlar genellikle Allah'ın hükümleri arasında kendilerince bir önem ve öncelik sıralaması yapmışlardır. Hatta kimi hükümleri de tamamen hayatlarından çıkararak bir kenara bırakmışlardır. Birçok toplumda yaygın olan bu çarpık din anlayışı, yüzyılların birikimi olan bir gelenekler dizisi şeklinde, nesilden nesile aktarılarak günümüze dek ulaşmıştır. Bu yaygın dine göre, öncelikli görülen hükümler ihmal edilince vicdani bir rahatsızlık duyulabilir. Ancak Kuran'da yer almasına rağmen, aynı derecede titizlik gösterilmeyen emir ve yasaklar ihmal edilince, kişi hiçbir rahatsızlık hissetmez. Kuran'da farz olduğu açıkça bildirilen birçok konu, "yaparsan sevaptır, yapmazsan da bir şey olmaz" şeklinde çarpık bir anlayışla değerlendirilir. Sakınılması gereken yasaklar ise, "Allah affeder" gibi bir düşünceyle rahatlıkla gözardı edilebilir. Oysa Kuran ayetlerinde böyle bir ölçüden bahsedilmemektedir. Namaz, oruç gibi ibadetler nasıl Allah'ın kesin emirleriyse, Kuran'da bildirilen diğer emir ve yasaklar da aynı şekilde tüm müminlerin uymaları gereken kesin hükümlerdir.
İnsanların ibadetlerini bilerek gözardı etmelerinin dışında diğer önemli konu da, bu ibadetleri unutmalarıdır, ancak müminlerin en önemli görevi gündelik yaşamın karmaşası içinde kendini olayların akışına kaptırarak gerçek amacını unutmamak ve Allah'a kul olmanın verdiği bilinçle, Allah'ın Kuran'da bildirdiği emir ve tavsiyeleri harfiyen yerine getirmektir. İnsan, ulaştığı imani yakınlığı artırmak için sürekli gayret göstermediği takdirde, mevcut durumunu da koruyamayabilir. İmani duyarlılığı ve aklı hızla azalmaya başlayabilir. Önemli olan bu yakınlığı her şartta korumaktır.
Allah rızası için, birçok güçlükleri aşmış, zorlu imtihanlarla karşılaşmış bir kimse bile, tefekkürünü, imandan kaynaklanan şevkini, heyecanını canlı tutmalı, gerçek amacını hatırdan çıkarmamalıdır. Aksi takdirde kişinin vicdanı duyarsız hale gelebilir ve dolayısıyla içine sürüklendiği durumun şuuruna varamayıp, öğüt alamaz bir duruma gelebilir. Ahireti unutup bu geçici dünyaya yönelebilir. Dünyanın geçici süsleri ona Allah'tan, Resulünden ve Allah yolunda Kuran ahlakına göre yaşamaktan daha cazip gelmeye başlar. (Harun Yahya, Kuran'ı Dinlemeyenler) Kendisi'nden korkulmaya yegane layık tek varlık olan Allah, böyle bir tehlikeye karşı müminleri Kuran'da şöyle uyarmıştır:
"De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun resulünden ve O'nun yolunda cehd etmekten (çaba harcamaktan) daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez." (Tevbe Suresi, 24)
Allah korkusuyla hareket eden, kafasında sürekli ahiret düşüncesi bulunan ihlaslı müminler ayette de belirtilen dünyanın aldatıcılığına kendilerini kaptırmazlar:
"(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar." (Nur Suresi, 37)
(makale harun yahya)