Alevilikte Varoluş

sEmih

Kayıtlı Üye
Halık-ı âlem Tanrı kudretini âşikâr kılmak diledi.
Yüksek, alçak, sağ, sol, doğu, batı, kuzey, güney, yer, gök, güneş, ay, yıldızlar, yıl, gün, bütün bunları dileyince, kemal-i kereminden ve lütfu inayetinden bir şeyil deniz yarattı.
Sonra o denize bakıverdi. Deniz dalgalandı, coştu ve bir cevheri dışarıya düşürdü.
Yüce Tanrı, bu cevheri aldı. İkiye böldü. Parçalardan biri yeşil, biri ak iki nur (ışık) oldu. Yeşil nur, Muhammed Mustafa'nın, ak nur da Murtaza Ali'nin nuru oldu... Bu nurlar, bütün nurların en ilki idi. Sonunda Allah bu iki nurdan da, yedi kat yeri ve yedi kat gökleri yarattı. Yeşil nurdan gökleri, güneşi, ayı yıldızları ve tüm melekleri yarattı. Ak nurdan yerleri, bitkileri ve hayvanları, yer altındaki denizleri yarattı. Ateşi, suyu, rüzgarı da yarattı. Bu nedenle Hz.Ali’nin adına EBU TÜRAB (Toprağın babası) derler ve Hz.Ali, bu lakaptan gayet hoşlandırdı ve yedi sayvan da zuhura geldi ve yedi kat gök Muhammed Mustafa‘nın nurundan yeşil oldu. Yerde biten tüm bitkilerin rengi bundan dolayı yeşildir. Üstad-kar’lık mürteza Ali‘dendir. Sonra muallakta (havada) yeşil kubbe misali bir kandil asılı durmaktaydı. Allah, bu nurları, bu yeşil kubbe misali asılı olan kandile koydu. Sonra yüce Tanrı, bir melek yarattı ve adını Cebrail koydu.
Ona sordu: “Sen kimsin, ben kimim?”
Melek dediki: “Sen sensin, ben de benim!”
Bunun üzerine Allah, ona kahreyledi. Bir ateş gibi yaktı...
Hak Teala, daha sonra beş melek yarattı. Onlara da aynı soruyu sordu. Aynı cevabı alınca, hepsini yakıp yok etti.
Aradan altı bin yıl geçti. Bir melek daha yarattı. Bu meleğin de ismini Cebrail koydu. Gene sorusunu tekrarladı:
“Sen kimsin, ben kimim?”
Cebrail cevap veremeyince, “Uç” diye emrolundu. Altı bin yıl gezdi. Bin yıl uçtu. Sonra gene Tanrı'nın huzuruna geldi. Hak Teala gene sordu:
“Sen kimsin? Ben kimim?”
Cebrail gene cevap veremedi. Tekrar emrolundu; uçtu altı bin yıl, seyreyledi. Fakat artık aciz kalmış, düşmeli olmuştu.
Hak Teala, o zaman inayetiyle, meleğin batın (içteki) gözünü açtı.
Melek, o zaman kudret kandilini gördü. Ona kondu. Fakat kapısını bulamadı. Niyaza vardı. Niyazbend oldu. Bir kapı açılıverdi. Hemen içeriye girdi.
İki nur gördü ki, bir vücut olmuş, biri ak, biri yeşil.
Ak nur seslendi: “Ey Cebrail! Var buradan yüce Tanrı'ya git. Sana sual etse gerek. Sorarsa, şöyle cevap ver: 'Sen Hak’sın, ben mahlukum' de!”
Melek gitti, Hak Teala, meleğine hitap etti: “Sen kimsin, ben kimim?”
Cebrail, “Sen Hak’sın, ben mahlukum” (Sen yaratansın, ben yaratılanım) diye cevap verince Tanrı, seslendi:
“Rahmet üstadına ve pirine!”
Pir Muhammed Mustafa'dır, üstat da Aliyyül-Murtaza'dır. Cebrail'in üstadı Murtaza Ali'dir. Mürşit, üstat Ali ve pir, Muhammed’dir...
Yüce Tanrı daha sonra dört melek yarattı. Biri Mikail, biri İsrafil, biri Azrail, biri de Azazil'di. Dördü, Cebrail'i bilmiyorlardı. Evvela birbirlerine, sonra Cebrail'e sordular:
“Sen kimsin, ben kimim?”
Cebrail, eyitti. “Bir mahluksunuz, ben de bir mahlukum” dedi.
Mikail, İsrafil, Azrail inandı. Fakat Azazil inanmadı.
Bunun üzerine Cebrail, “Geliniz göstereyim” dedi. Hep birlikte Cebrail'i takip ettiler. Zahiri, batını nurla dolu beyaz, dönen kubbe misali, asılı bir kandil gördüler. Yedi kapısı vardı. Fakat kapıları açılmadı.
Cebrail dedidi: “Ya Rab! Ne hal oldu?”
“Kandilin her kapısına bin bir gün hizmet etsinler” diye emir geldi.
Azazil de bin bir gün ibadet etti.
Nihayet kapı açıldı. İçeriye girdi. Bir vücut olmuş iki nur gördü. Tam bu esnada bir ses işitildi:
“O nura secde et!”
Azazil dedi ki: “Bu da yaratılmış bir vücut!”
Secde etmedi. Üstüne tükürdü. Benlik yurduna oturdu. O tükürükten bir tevkil nesne bitti. Bu bir tavktı ki, nihayet şeytanın boynuna geçti. İşte şeytanın Âdem'e düşmanlığı buradan başlar.
Melekler, levh, kalem, arş, cennet, cehennem, gökler ve arzın hilkatinden üç yüz yirmi dört bin yıl önce Tanrı, kudret eliyle kendi ışığının güzelliğinden bir avuç nur yarattı. İşte bu nur, Muhammet ve Ali'nin nurudur, o nurdan Muhammet ve Ali yaratıldı.
Sonra, Allah, “Bana secde eyleyin” diye emreyledi. Dünya yıllarıyla yüz yirmi dört bin yıl, secde emrinde, Hakka hizmet ettiler.
Sonra, zahiri ve batını nur ile dolu Muhammet ve Ali'nin pırıltısından bir inci yaratıldı ki, Muhammet ve Ali'nin nuru burada karar kıldı. Bu âleme “Âlem-i Umman” derler.
Bu Âlem-i Umman'da henüz Cebrail ve sair melekler yaratılmadan önce, biri diğerinin üzerinde yetmiş bin şehir halk olundu. Her birinin genişliği, dünyanın yetmiş misli büyüklüğünde idi. Her birine yetmiş bin mahluk yerleştirilmişti ki, bunlar melekler, insan ve cinden başka mahluklardı. Hak Teala “Olun” buyurmuş, o anda cümlesi halk olunuvermişti!
Bu mahlukların her biri yetmiş bin yıl ömür sürüyor, yedi farz, üç sünnet üzere Hakkı birleyen, Hakka ibadet ve taatle meşgul oluyorlardı. Fakat bir zaman sonra içlerinden yol düşmanı, çirkin kokulu, sufi siyahında birkaçı, Hakkın emrine karşı gelip isyan etti. Allah'ın emrini kırdı. Muhammet ve Ali erkânından ayrıldı. Hak Teala da kahrıyle o şehirleri birbirine vurup parça parça etti. İçindeki mahluklarla birlikte bir anda yok ediverdi.
Aradan zaman geçti. Hak gene bir tür yaratık halk etti. Yine Âlem-i Umman'da seksen bin şehir yarattı. Fakat bu şehirler evvelkilere nazaran biraz küçüktü. Her biri on bu dünya denli idi. Bütün bu şehirleri, kudret ve kuvvetiyle, hardal taneleri gibi, bir cins hububatla doldurdu. Ve akabinde bir yeşil kuş halk etti. Ve bu kuşa o tanelerden yılda bir tane gıda takdir eyledi.
Bu mübarek kuş, şehirlerin etrafında uçar, yılda bir tane yemek suretiyle kanaat ederdi.
Âkıbet, bütün şehirlerin tanaleri tükendi. Artık yiyecek bir şey kalmamıştı. Kuşun ruhu vücudundan uçup gidince, Yüce Tanrı gene coştu. Kendi zatına tanıklık edecek insan biçiminde yüz yirmi bin latif yaratık halk etti. Bunların hepsi insanın atası Âdem'den gayri ve meleklerden evveldir. Fakat bunları birden değil de, birer birer halk etti. Ve her birine seksen bin yıl ömür verdi. Böylece bu mahluklar da bir bir gelip geçti, yok oldu.
Gene âlemde yalnız Muhammet ve Ali'nin nuru kaldı.
Bu açıklamalardan kolaylıkla anlaşılır ki, Alevi düşüncesinde, Muhammet ve Ali nuru, ebedidir. Bu durum, Yunus Emre'den günümüze değin bütün Alevi ozanların şiirlerine yansımıştır.
…………………
Zaten bunun böyle olduğunu Hz.Muhammet, Ali’yi göstererek şu şekilde belirtmiştir. “Lahmike lahmi, demmike demmi, ruhike ruhi, cismike cismi” dedi. Yani, “Eti benim etim, kanı benim kanım, ruhu benim ruhum, cismi benim cismimdir.”
Âdem'den Hatemülenbiya'ya (son uyarıcıya) gelinceye değin, yol-erkân yok idi. Muhammed Mustafa ve Aliyyel Murtaza cümleye rahmet geldiler, dini zahir eylediler. Erkân koydular. Şeriat zahir oldu. Tarikat ve hakikat sırroldu. Şeriat Muhammet'in oldu. Tarikat ve hakikat Ali'nin şanına geldi. Bu anlatılan öykünün tümü söylenceden oluşmaz. Gerçekle gerçeküstü iç içe girmiş ve bu yolla Alevi felsefesinin temellerinden birisi atılmıştır. Dikkat edilecek olursa, burada, temel olan insandır... İslami motifle yoğrulan bir felsefenin şeriat anlayışı ve katılıkla uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Bu söylenceyi, bir masal gibi değerlendirmek yerine, bunun içine yerleştirilen Alevi inancını anlamaya çalışırsak, Aleviliğin sırlarından birisini çözmüş oluruz
Alıntıdır.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
bypuff
Geri
Üst