sEmih
Kayıtlı Üye
Alevi geleneğindeki bazı deyimlerle kavramları harf sırasına göre kısaca açıklıyoruz.
Aba: Ceket, hırka. Al-i Aba: Hırkanın altındaki aile: Burada Hz. Muhammedin, Ali-Fatıma-Hasan-Hüseyin dörtlüsünü abasının altına alıp İşte benim Ehlibeytim ailem demesinin anlatımı vardır.
Abdal: Kendini hak yoluna adamış derviş. Dünyacıl nitelikleri terk etmeyi anlatan bu terimi büyük Alevi ozanları bir övünç sıfatı olarak almışlardır. Melameti bir tavrı da dile getiren abdal, sıradan dervişten daha üst düzeydeki bir makamı anlatmak için kullanılır.
Abdallar Anadoluda 13. yüzyıldan itibaren görülmeye başlanmıştır.
Abdest: Alevilikte iç temizliği... Abdest almak; insanın içindeki kötü düşünceleri atması, fenalıklardan arınmasıdır. Buna, yunmak da denir. Görülecek Aleviler, cem törenine boy abdesti alarak, yani dış yüzü de temizleyerek gelirler.
Ab-ı Hayat: Hayat suyu, ölümsüzlük suyu, ab-ı hayvan... Tarikatte, gerçek (Tanrısal) bilgi.
Ab-ı Hayatı Hızır ve İlyas bulmuş kabul edilir.
Âdem: İnsan... Adam... İlk insan, İlk peygamber. Tanrı toprak çamurunu kudret eliyle yoğurmuş ve ona kendi ruhundan üfleyerek Âdem'i yaratmıştır...
Ahsen-i Takvim: İnsan. Kutsal kitaplarda, insanın en güzel biçimde yaratıldığına ilişkin işarettir.
Tanrının insana benzediğini, insanın Tanrının parçası olduğunu anlatmak için kullanılan terim.
Akıl: Tanrıyı bilme gücü, yetisi... Akl-ı maaş: Maddeyi, görünürü bilme yetisi. Akl-ı maad: Ruhsal dünyayı bilebilme yetisi. Akl-ı kül: her şeyi kavrayabilme gücü. Peygamberin velilerin aklı.
Alemi Berzah: Bu dünya ile öbür dünya arasındaki bir geçit, durum, konum. Bilgide, ikircikli olmak. Gerçek dünya ile sanal dünya arasında kalış.
Alem-i Kübra (Büyük Âlem): İnsan... Buna, âlem-i ulvi (kutsal âlem) de denilir.
Âlem-i Sugra (Küçük Âlem): Hayvan... Buna, âlem-i süfli de denilir. (Başka bir yoruma göre, büyük alem evren, küçük alem de insandır.)
Alevi: İmam Ali'yi yolun başı bilip ona uyanlar. Türkiye Aleviliğini bölümleyen bazı yazarlar, onları Tahtacı, Çepni, Türkmen, Avşarlar, Nalcılar, Sıraçlar vb... gibi boy adlarına göre değerlendirmişlerdir. Bu, tamamen yanlıştır.
Ana: Dedenin karısıdır. Derviş Bektaşilerinde, dede baba eşine, Ana Bacı Sultan derler.
Anasır-ı Erba: Dört öğe. Toprak, su, hava ateş. Tasavvufta dört oluşu anlatır ki sonu toprak oluştur.
Arafat Dağı: Âdem ile Havva'nın cennetten sürüldükten sonra geldikleri kabul edilen Mekke yakınındaki dağ. Aleviler, Hacı Bektaş Veli aracılığıyla Arafat Dağı olgusunu Anadolu'ya taşımışlardır. Hacıbektaş'taki Arafat Dağı bunun göstergesidir. Zemzem suyu da aynı biçimde Hacıbektaş'a taşınmıştır. Böylece Anadolu'da bir tür Kâbe olgusu yaratılmıştır.
Arif: Bilge. Alevi yolunda, bu terim kendi büyüklerini anlatmak için kullanılmıştır.
Astane: Büyük tekke.
Âşık: Cem ayinlerinde nefes, düvaz gibi dinsel besteler okuyan halk ozanı (Zakir, guyende). 12 Hizmet'ten birisi de zakirliktir. Çok önemli bir hizmettir.
Aşk olsun: Selamlaşma sözüdür. Her işte aşk gerektir, diye ilk temenni olarak bu söylenir. Karşılığı: Aşkın cemal olsundur. Buna Cemalin nur olsun denince, diğeri, nur üstüne nur olsun der.
Aleviler, selama karşılık Eyvallah da derler.
Aşura: Aşura, sözlük anlamı olarak Muharrem ayının 10'unu gösterir. Bu tarihte, (Bugünkü miladi takvimde 680 yılı 10 Ekimi'ne denk düşüyor) İmam Hüseyin şehit edildiği için Aleviler tuttukları matem orucunun sonunda aşura çorbası (İmam Hüseyin yemeği) pişirip yerler. Bu, şükran duygularını yansıtır. Çünkü, peygamber ailesi katliama uğramış ama İmam Zeynelabidin kurtularak yolun sürmesini sağlamıştır. Muharrem orucuna, Kurban Bayramı'ndan 20 gün sayılarak başlanır. 20. günün akşamı oruca niyet edilip 21. gün oruçlu olunur.
Bu oruç, gönül rızasıyla tutulur; tutmayanlar asla zorlanmazlar. Bu süre içinde, genellikle su içilmezse de sulu gıdalar alınır. Oruç boyunca eğlence yapılmaz, hayvan kesilmez, insanlar perhize girerler. Bu 10 gün veya 12 gün boyunca cem de yapılmaz.
Ayak mühürlemek: Mürşit (dede) karşısına gelince, sağ ayak başparmağını sol ayak başparmağı üzerine koymaktır. Peymançeye geçmek de denir.
Bal: Mürşitten (uyarıcıdan) alınan bilgidir, irfandır. Uyarıcı, arıdır.
Bektaşi: Hacı Bektaş Veli'yi yol büyüğü tanıyan ve dede olarak da onun soyundan gelenleri kabul eden Aleviliğin bir bölümü... Aslında bu terim, Aleviliği meşrulaştırma çabalarından doğmuştur ve takıyye gereği Aleviler kendilerine kent merkezlerinde ve denetimin yoğun olduğu yerlerde Bektaşi demişlerdir.
Beytülmamur: Gökte bulunduğu varsayılan manevi mabet. Burası, gök ehlinin kıblesi sayılır. Buranın, Kâbe olduğu da söylenmiştir.
Beytullah: Allahın evi, Kâbe. Alevilikte insanın gönlü.
Bismişah: Bismillahirrahmanirrahimden kinaye... Şahın Hz. Alinin ismiyle... İşe başlarken yapılan bir küçük duanın girişidir. Peşinden, Allah, Allah! denilir. Bu terim, şahın Allah olduğunu değil kutsallığını, kutsal aracılığını gösterir.
Budala: Tasavvuftaki mertebelerden birisinde bulunanlardır. Bunlar Abdallardan önceki mertebede bulunurlar. Bu terim, Alevi ozanlarınca, kutsal bir sıfat olarak kullanılmıştır.
But (Put): Tanrıyı temsil eden heykel. İnsanı Tanrıdan alıkoyan her şey. Dünya da bu anlamda buthanedir. Yine, Tanrının her yerde olması sebebiyle de dünya bir Tanrı gösteren mekan/buttur.
Cünub: Pirsizlik. Sözden dönme.
Çar unsur: Dört öğe... Varlık; ateş, su, yel, toprak denilen dört öğeden oluşmuş sayılır.
Çerağ: Işık, kandil, mum. Mum yakmaya, çerağ uyarmak; söndürmeye, sırretmek denir. Çerağa delil de denir. Cemlerde çerağ genellikle kurbanın yağından yapılır.
Dar: Alevi cemleriyle ilgili temel kavramlardandır. Dar, meydan veya darağacı anlamına kullanılır. Dara durmak deyimi; Alevilerde, halkın ve dedenin önünde canından geçmek, canını başını yol uğruna vermeye hazır olmak anlamında kullanılır. Dara çekmek deyimi ise, hatalı görülen birisini sorgulamak, yargılamak, gerekirse cezalandırmak üzere meydana getirmek anlamındadır. Dar duruşu peymançeye durmak biçimindedir. Kimi Alevi ocaklarında, yön dedeye dönük olmak üzere, sağ ayak sol ayak başparmağını kapatacak biçimde ayak mühürlenerek öne doğru eğilinir. Paymaçan duruşudur.
Dar-ı Mansur: Darağacında asılarak öldürülen Hallac-ı Mansur'dan esinlenerek yaratılan bu kavrama göre, Alevi yolu uğruna ölümü göze almış, asılmaya hazır hale gelmiş demektir. Asılır gibi, eli sallandırmış halde durulur.
Dar-ı Hüseyin: Yol uğruna İmam Hüseyin gibi, başı vermeye hazır olmaktır. Ayak mühürleme halidir. Dar-ı Fatıma da denir.
Dar-ı Fazlı: Fazlullah-ı Hurufi gibi, yol uğruna başı boyundan kestirmeyi göze almak demektir. Aşk ola denince, yüzüstü yere kapanmadır.
Dar-ı Nesimi: Yol uğruna Nesimi gibi yüzülmek demektir. Diz üstü duruşudur.
Dede: Alevilikte çok önemli olan dedelik kurumunun yürütücüleri olan kişiler. Dedeler, mürşittir. Taliplerini (Alevi kitle) aydınlatır, eğitirler; Alevi töresine göre terbiye ederler. Dinsel uygulamaları yürüten dedelerdir. Dedeler; değişik ocaklardan gelmiş olmalarına karşın, tümü de soylarının Hz. Ali'ye ulaştığını kabul eder. Bugün çıkış kaynaklarına göre dedeler üç grupta toplanabilir: 1- Çelebiler: Hacı Bektaş Veli'nin soyundan gelenler (bel evlatları) 2- Soyları 12 İmam'lara çıkan ocaklardan gelen dedeler. Bunlara Ocakzade denilir. Sufi Sürekleri de bu gruba girer. 3- Hacı Bektaş'ın manevi evlatları olan dedebaba grubu. Bu grup, kentlerdeki Alevi Bektaşi kesiminin bir bölümünü yönlendirmiştir.
Dedelerin en önemli özelliği, seyyit olmalarıdır. Yani soylarının mutlaka 12 İmamlara ulaşması buradan Ali ve Muhammet'te karar kılmasıdır. Yalnız Ali soyundan gelmekle de dedelik olmaz. Örneğin Hz. Ali'nin Fatıma dışından olan çocukları, seyyit kabul edilmez. Aleviler, onlara saygı duymalarına karşın, köken olarak dedelik onlara bağlanmaz.
Burada, Muhammet-Ali nurunun ortaklığı, birbirlerini tamamlama olgusu kesin biçimde egemendir. Ve bu nedenle de bazılarının sandığı gibi, Alevilerin, Muhammet'i reddetmesi olgusu mümkün değildir. Ali-Muhammet birbirlerini tamamlayan, birbirleriyle varolabilen olgulardır.
Dedelerin içinde gerek Çelebiler, gerekse Ocakzadeler seyyittirler. Fakat, dedebaba geleneğinde, dedebaba olabilmek için bu kurala uyulmayabiliyor. Bu durum, dedebaba geleneğini önemli ölçüde diğer iki yoldan ayırıyor.
Bugün Türkiye Alevilerinin tüme yakını Ocakzade ve Çelebi geleneğini sürdürür. Dedebaba geleneği, birkaç kentimizde ve Arnavutluk'la Amerika Birleşik Devletleri'nde etkilidir.
Bunların yandaşlarının sayısı, kendi anlatımlarına göre 300.000'i (üç yüz bin) geçmemektedir. Geride kalan 20 milyonluk kitle ile karşılaştırıldığında önemsiz gibi görünseler bile, bu gelenekten yetişenler, kuvvetli kültürleri ile Alevi düşüncesinin kentlerde yaygınlık kazanmasına önemli ölçüde katkıda bulunmuşlardır.
Bugün, dedebaba geleneği, Çelebileri ve Ocakzadeleri, taliplerine yeterli kültürü iletememekle suçlamaktadır. Dedelik geleneğinin son 40 yıl içinde yediği darbe sonucu dedelerle Alevi kitle arasında boşluk doğmuştur. Geçim derdine düşen dedeler, yolla ilgilenememişlerdir. Bu da onların geleneksel yol kurallarından bazılarını unutmalarını gündeme getirmiştir.
Bütün bunlar karşın, yine gerek Ocakzadeler içinde, gerekse Çelebiler arasında kültürlü, yetkin, bilgili, yol kurallarını çok iyi bilen dedeler vardır.
Bugün Dedelerin önünde iki önemli görev bulunuyor:
1- Kendilerini, yol kurallarını en iyi biçimde uygulayacak bilgi ile donatmak.
2- Bu bilgiyi toplumun bugün ulaştığı yapıya göre biçimlendirmek. Toplumun gerisinde değil, önünde bulunmak. Bunun için kullanılacak yöntem de soyla, boyla yetinmek, onunla övünmek olamaz. Bu tavrın yanlış olduğunu yolun kaynağı sayılan İmam Cafer-i Sadık açıkça belirtmiştir.
İmam'ı zindana attıklarında, tutuklular, onu bir gün ağlar görüp sebebini sormuşlar. Demiş ki: Öbür dünyaya ne yüzle gideceğim? Ettiklerimin hesabını nasıl vereceğim? Ona ağlarım.
Zindandakiler şaşırmışlar. Ey İmam, senin Muhammet-Ali gibi deden var. Üzülmene gerek var mı hiç? demişler. İmam Cafer'in karşılığı şu olmuş:
Öbür dünyada insana, atanı, dedeni sormuyorlar; yaptığın işleri soruyorlar. Eğer soyuma sopuma bakılsaydı, korkum olmazdı. Yaptıklarım sorulacağı için, korkar, ağlarım.
Delil: Alevilikte cem meydanındaki kandil, çerağ. Genellikle çerağ veya delil kurbanın eritilmiş içyağının içine fitil yerleştirilerek yakılmasıyla yapılır. Dedebabalıkta mum vardır.
Dem: Farsça zaman, vakit demektir. Mürşidin kitle üzerindeki etkisine işaret anlamına da gelir. İçkiye dem derler. Dem görmek, içki içmektir. Demlenmek de aynı anlama gelir.
Dergâh: Alevi büyüklerinden birisinin kabrinin bulunduğu ve çevresi kapatılmış, ibadet yeri durumuna getirilmiş ev. Astane. Büyük tekke.
Derviş: Varlığından geçip gerçeği arayan insan. Dünya varlığını düşünmeyen, kendisini yola vermiş Alevi. Talibin eğitilmiş biçimi...
Destur: İzin istemek anlamına gelen terim.
Devir: Dönme, kavis... Çevrim... Ruhun Tanrıdan gelip Tanrıya dönme süreci...
Devr-i Arşiyye: (Kavs-i uruç): Yükselen eğri... Ruhun dünyadan aşamalar geçirip Tanrıya yükselmesi.
Devr-i Ferşiyye (Kavs-i nüzul): Alçalan eğri... Ruhun, Tanrıdan gelip maddeyle bedenlenerek aşamalar geçirmeye başlaması...
Devriyye: Ruhun devr öyküsünü anlatan mistik şiir.
Dinlendirmek: Bir mum veya ocağı söndürmek. Mum ve çerağ, asla üflenerek, dinlendirilemez. (Bunda Hacı Bektaş Veli'nin çerağ üfleyince bütün Rum (Anadolu) erenlerinin çerağlarının dinlenmesi öyküsü ile ilgili bir incelik vardır).
Dolu (Tolu): Şamanizmde kurban. Alevilikte kurbanı da kapsayan içki. Kırklar Meclisinde sunulan üzüm suyu.
Dört Unsur: Ateş (Emmare), yel (levvame), su (mülhime), toprak (mutmaine): Bu dört öğe, insandaki dört nefse karşılıktır.
Nefs-i Emmare, ateşe karşılıktır. Bu aşamadakiler, zalim insanlardır.
Nefs-i Levvame'nin karşılığı yeldir. Bunun karşılığı şeriat ehlidir.
Nefs-i Mülhime, suya karşılıktır. Kabul edicidir. Marifeti temsil eder. Akıl, hikmet, ilim, öğüt, olgunluk gibi dereceleri vardır.
Nefs-i Mutmaine, toprağa karşılıktır. Toprak, insana delildir. Cennet de onun üstündedir. Hakikat kapısının anlatımıdır. Tarikat ehlinin hedefidir.
Düşkün: Yol terbiyesine aykırı, suçlu kimseye denir. Düşkünler cem törenine alınmadıkları gibi, ağır suç işleyenler toplumdan soyutlanırlar. Onlarla ilişkiler kesilir, ekonomik ve toplumsal soyutlamaya tabi tutulurlar. Düşkünlük, suçun durumuna göre belli bir süre sonra kaldırılabilir. Bunda temel ölçü, kişinin düzelmesi ve halkın da bu kişiyi düzelmiş kabul edip düşkünlüğün kaldırılmasını onaylamasıdır. Dede bu konuda sadece hakemdir. Oyu da halktan yanadır...
Bir dedenin düşkün ettiğini, ya kendisi, kendisi yoksa aynı ocaktan başka bir dede kaldırabilir. Başka bir ocak karışamaz.
El almak: Alevilikte, bir Pir'e bağlanmak, onun terbiyesine girmek, onun düşüncelerini kabul etmek.
Elest: Değil miyim anlamına Arapça söz. En eski ahit. Tanrı ruhları toplayıp onlara Ben sizin rabbiniz değil miyim? diye sormuş. Müminler bela (evet), kâfirler la (hayır) demişler. Bu toplantıya Elest Meclisi denir.
Eline-diline-beline sahip olmak: Alevi ahlakının temel ilkesindendir. El, dil, bel sözcüklerinin ilk harfleri alınıp da bir sözcük yazılırsa ortaya edeb çıkar. Bu nedenle Aleviler kendilerini edepli sayarlar.
Ele sahip olmak: Hırsızlık yapmamak, elle can yakmamak, kimsenin kanını akıtmamak, cana kıymamak... Bu ilke, Alevilerin barışçılığının ve cana saygısının en somut anlatımıdır. Alevilerde en büyük suç, bir canlının kanını akıtmak, cana kıymaktır. Buna bakarak, Alevilerin pasif bir toplum olduğunu; ezilmeye karşı sesini çıkarmadığını düşünmek yanlış olur. Aleviler kendilerini korumak için savaş ve mücadeleden asla yılmamışlardır.
Eline sahip olan Alevi, onu sevmek, okşamak, güzel şeyler yaratmak için bir araç haline getirmiş, yasaklamayı, güzelliğe dönüştürmüştür.
Diline sahip olmak: Yalan söylememek, insanları sözle birbirlerine düşürmemek; kov ve gaybette bulunmamaktır. El ile can yakıldığı gibi dil ile de yakılır. Bunu ifade için Şah Hatayi, Söz ola kese savaşı / Söz ola kestire başı demiştir. Diline sahip olmayı, Aleviler geliştirerek, herkese tatlı dil ile hitap etme seviyesine yükseltmişler; böylece yasağı, güzelliğe dönüştürmüşlerdir.
Beline sahip olmak: Bu ilkenin en açık hedefi, insanları başkasının karısına kızına bakmaktan, kadınları da edepli olmaya çağırmaktan ibarettir. Bir cinsel perhiz söz konusu değilse de, herkesi kendi helallısı ile birlikte olmaya çağıran, gayrimeşru ilişkilere karşı olan bir ilkedir. Bu ilkeye uymayan Aleviler düşkün sayılırlar, ceme alınmazlar.
Beline sahip olan Alevi; kadın erkek uçurumu aşarak insan olmada birleşmiş; erkek-kadın farkının bulunmadığı Kırklar Meclisi'nden bin bir türlü sanat yaratmıştır.
Son zamanlarda, eli yurt gibi, dil i ise lisan gibi değerlendirerek Aleviliğin evrensel insan ilkelerini yurdu korumak ve Türk dilini korumak gibi yorumlayanlar görülüyor. Bu, tamamen siyasi bir tavrın sonucudur. El, dil, bel ilkesinin oluştuğu sıralarda; bu kavramlara aynen şimdi Alevi halkın verdiği anlam verilmiştir. Bu da yukarıda açıklandığı gibidir. Değişik yorum, Alevi felsefesinin evrensel özünü boşaltmak demektir.
Düvazimam (Düvazdeh İmamdan): 12 İmamlar; 12 İmamları anlatan besteli şiir...
Ehlihak (Ehlihal): Kendinde ilahi gücü keşfetmiş kişi. (Not: Batı İrandaki Ehlihaklar, Anadolu Alevileri gibi bir topluluk olup Aliyi ilahlaştırmaları ile tanınmışlardır ki bu terim, özeldir.)
El almak: Bir uyarıcıya (mürşide) bağlanmak.
El-etek tutmak: Bir uyarıcıya bağlanmaktır.
El-etek sahibi: Bağlanmış kimse. Nasib alma töreninde bir el mürşit elinde, diğeri mürşit eteğindedir.
Elifi Tac: Alevilerin 12 İmamı sembolize etmek üzere eskiden taktıkları baş külahları...
Enelhak: Ben Hakkım, anlamına gelen ve evrenin tek varlıktan ibaret olduğunu anlatan Hallac-ı Mansurun ünlü sözü. Panteizmin özeti olan bu söz şeriatçılar tarafından küfür kabul edilmiş, söyleyenlerin boynu vurdurulmuştur.
Er: Edep ve erkâna (töre) saygılı, nefsine boyun eğmeyen kimse.
Erenler: Gerçeğe ermiş. Olgun kimse. Alevi insanı. Mürşid... Bu söz daha çok hitap olarak kullanılırdı. Sözlük anlamı ise evliya demektir.
Erenler demi: Cem törenindeki erkan ve sohbet...
Evliya: Ermiş kimse... Ermişler hakkında gerçek erenler deyimi vardır.
Eyvallah: 1) Çağırana karşı, Buyurun... Efendim... anlamında. 2) Başüstüne anlamında... 3) Bazı sözleri onaylamak için... 4) Bazı sözleri kuvvetlendirmek için... 5) Bir şeye razı olunduğunu anlatmak için...
Fakir: Ben, anlamında bir tasavvufi terim.
Fakr: Fakirlik. Tasavvufta: Elfakrufahriden: Fakirliğim, övüncümdür. Burada sözü edilen maddi varlığı terk ile Tanrıda yokoluştur. Fenafillah basamağı. Ruhun maddi dünyadan kopup Muhammed-Ali ile buluşması...
Fena: Yokluk, yokoluş.
Fenafillah: Maddi dünyadan sıyrılıp Tanrıda erimek, yok olmak. Böylece bekabillaha ulaşmak.
Feyz: Tanrının kutsaması. Mürşidin/önderin bilgisi ile ulaşılan zengin iç dünyası...
Fukara: Tarikat(yol) üyesi kişi.
Gayret kuşağı: Tığ-ı bend: İkrar ceminde bele sarılan kuşak. Yola girişteki azmi, saygınlığı vurgular.
Göçmek: Ölmek. Hakka yürümek. Kalıbı dinlendirmek.
Gönül koymak: Kırılmak, darılmak.
Gözcü: Cem töreninde, meydanda düzeni sağlayan kişi.
Gülbang: Özellikle dede veya mürşidin, törenlerde okuduğu Türkçe dua tarzında düzenlenmiş cümleler. Dua. Çerağ gülbangı, sofra gülbangı gibi... Farsça'da bülbül sesi demektir. Dede, gülbang okurken, cemde bulunanlar, uygun yerlerde Allah, Allah derler.
Güruhu Naci: Kurtuluşa ulaşmış topluluk. 72 gruptan en seçkini. İslamda çeşitli tarikatler bunun kendileri olduğunu iddia etmişlerse de bu terimi Aleviler- Bektaşiler kendileri için kullanmışlardır.
Hal: Durum, oluş. Cezbe durumu...
Hac: Asıl Kâbe sayılan insanın gönlüne yönelmek, insanın kalbini kazanmak.
Halka Namazı: Cem töreni için cem evinde toplanan Aleviler, meydana bir daire (halka) oluşturacak biçimde otururlar. Yani hemen hemen herkes, birbirinin yüzünü görür. Bu oturuş biçiminde, yüzler, camide olduğu gibi duvara doğru değil, didara (yüze, yani insana) doğrudur. İnsan fazlaysa, birkaç halka yapılabilir.
Cem sırasında gerekli yerlerde, dede Türkçe dua okurken halkadakiler yere kapanırlar ve uzun süre Allah, Allah! derler.
İşte, Alevilerin yere kapanarak yaptıkları bu secde, yüzünde Tanrı belirmiş olan insana secdedir. İnsana secde, onun yüzünde beliren, kalbinde mekân tutan Allah'a secdedir. Alevilikte, namaz, Tanrı önünde eğilmek ve onu saygıyla duymak olduğundan, halka biçiminde oturup yapılan bu secde ve anış, halka namazı olarak adlandırılır.
Halka namazı kavramı; Alevilerin namazı reddetmediklerini, fakat, onu farklı yorumladıklarını gösteren ilginç bir uygulamadır.
Harabat: Meyhane... Tasavvufta, tekke, dergah. Tanrıyı birleme yolunda olmak...
Hatem: Yüzük. Miracda Alinin Peygambere Aslan donunda gözükmesi... Aslanı geçmesi için peygamberin hatemini vermesi. Peygamber miraçtan döndükten sonra Alinin yüzüğü ona göstermesi. Burada Alinin mürşitliğine işaret vardır.
Hıdırellez: Alevi kesiminde bayram olarak kutlanan günlerden birisidir. Bu sözcük Hızır-İlyas'tan bozmadır. Bunlar ab-ı hayat (ölümsüzlük suyu) içen iki ermiş olarak kabul edilir. Bunların yılda bir kez gül dibinde buluştukları var sayılır. Hızır karada, İlyas denizde bunalanların yardımına koşarmış.
Hilafet: Bir yönetimin ardından gelen yönetim. Halef olmak. Ardalık... Peygamberin sistemini başka bir kişi tarafından sürdürülmesi. Alevilikte ise, Pirin yolunu sürdüren yeni ardalar ve onların yöntemi...
Hora geçirme: Yemeği yemek. Horden, Farsça'da yemek demektir. Yenenin hoşa gittiğini ifade için, Hora geçti denir.
Hüseyni: Alevi... İmam Hüseyin yoluna bağlı olanlar.
Işık: Alevilere 15. ve 16. Yüzyıllarda verilen adlardan birisidir. Bu ad; Alevilerin bilgisizlik karanlığını aşıp bilginin aydınlığıyla dirildiklerini; yani ışıkta olduklarını anlatmak için kendilerince de kullanılmıştır. Bu bağlamda ilk kullananın Hacı Bektaş Veli olduğu kabul edilir.
İcazet: İzin... Bir yerden ayrılırken okunan tercemana da icazet tercemanı derler. Eskiden dedelik veya rehberlik yapacaklara mürşit tarafından verilen belge, izin.
İlim: Bilgi. Tanrıya ulaştıran deneyim ve bilgi.
İkrar: Yola girmek, yola giriş töreni...İkrar cemi...
İsmiazam: İnsan...
Kâbe: Gönül...
Kafdağı: Eski inanca göre, dünyayı çepeçevre kuşatan dağ. Burada devler, ejderhalar bulunurmuş. Zümrüdüanka'nın yuvasının da burada olduğu sanılırmış.
Kafdağı, insanoğlu için bilinmezin ve başarılması zor işin sembolü olmuştur.
Kalender: İslam ülkelerinde Alevi topluluklarından birisine üye olan... Bunlar da abdallar gibi Alevilikte bulunan bir dereceyi anlatırlar. Kalenderler, sufizmin dünyayı boşlamak yönünde en dikkat çeken unsurlarından olmuşlardır. Bu unvanı kullanan Çelebilerden Alevi dedesi Kalender Çelebi 16. Yüzyılın ilk çeyreğinde Anadoluda Osmanlı baskısına karşı ayaklanmıştı.
Kamberiye: Hazreti Alinin seyisi Kamber adına eskiden takınılan kuşak.
Kan almak: Küçük aptes bozma anlamına kullanılır.
Kaygusuz: Pilav. Kaygusuz'un Mısır'dan mürşidi Abdal Musa Sultan'a pirinç yollama menkıbesine dayanır.
Kazayağı: Köy Alevilerinin Allah Muhammet Ali üçlüsünü simgelemek üzere kazayağı biçiminde yaptıkları süsleme.
Kemerbeste: Talibin beline sarılan tığbende, Allah, Muhammed, Ali için üç düğüm atılması ile oluşan kuşak.
Kesret: Çokluk: Tasavvufta, aslında tek olanın değişik görüntülerinin ortaya çıkması...
Kesrette vahdet: Çoklukta teklik: Vahdeti vücud. Her şeyin birden (Tanrıdan) ibaret oluşu...
Kevser: Cennetteki soğuk, tatlı, insanı hiç susatmayan havuz ve suyu. Bunun sakisi Alidir. Cemlerde alınan şerbet veya dem de Kevserin sembolik hali sayılır.
Kıble: Alevilikte, insanın yöneldiği yer yine insan olduğu için, kıble insandır. İnsanda bulunan gönüldür.
Kırklar: Alevilikte kutsal 40 kişinin oluşturduğu meclis. Bunların içinde Selman ve Hazreti Ali ile Fatıma Ana da vardır. Bunların kadın erkek olduğu ayırt edilmemiştir. Öyle ki Peygamber bile buraya ancak yoksulların hizmetçisi olmayı kabul ederek girebilmiştir. Kırklar meclisi ise Alevilerin sünni ideolojiye karşı tepki olarak oluşturduğu konumu anlatır. Cemevi, Kırklar Meydanı'dır. Cemde sunulan içecek de Kırklar Dolusu/şerbeti diye nitelendirilmiştir.
Kızıldeli: Bektaşilikte şarap. Kızıldeli Sultan, Seyyid Ali Sultanın lakabı olup bugün Bulgaristanın Dimetoka ilinde dergahı vardır.
Kuran: Hakikatler kitabı. Kuran-ı samit (Sessiz Kuran): Bu Kuran, yazılı haldeki harflerden, cümlelerden oluşan metindir. Kuranın şeklini anlatır. Kuran-ı natık: Konuşan Kuran. Kuran-ı Natık, Hazreti Alidir. Bu sözü o Sıffında, Kuranın mızrakların ucuna takılması sırasında söylemiştir. Dediği özetle şudur: Bu bir hiledir: Mızrakların ucundaki Kuran değil, yazılmış sayfalardır. Asıl Kuran buradadır: Ben Konuşan Kuranım.
Kurban: Nefis... Hak yoluna kendi canından geçen insan... Cemde, lokma edilerek yenilen koyun, ekmek veya elma... Horoz, yoksa tuz, yoksa, bir tas su bile kurban yerine geçer.
Anadolu Aleviliğinin bugünkü kurallarını önemli ölçüde Hacı Bektaş Veli ardası Abdal Musa belirlemiştir. Bu nedenle kendisi büyük saygı ile anılır. Abdal Musa adına özel cem yapılır ve özel kurban kesilir. Abdal Musa, bu yönüyle Hacı Bektaş Veli'den bile öne çıkar.
Kurban tığlamak: Kurbanı kesmek. Tığ Farsça'da kılıç demektir.
Kelime-i şahadet: Alevilikte Sünnilik arasındaki en önemli ayrım, kelime-i şahaddetin sonuna eklenen, Ali, Tanrı'nın velisidir anlamına gelen Ali'yyün veliyullahtan doğar.
Kelime-i tevhit: Aleviler Kelime-i tevhit'i şöyle söylerler: La ilahe illallah, Muhammed'en resulullah, Ali'yyün veliyullah
Lamekan: Mekansız. Tanrı. İlahi Hakka ulaşan kişinin durumu.
Lokma: Yemek... Kurban yemeği... Yemekten bir parça. Yemek yiyelim, yerine; Lomka edelim, lokma görelim, derler.
Mangır: Para. Mangır, paranın en adisi, en ufak bölümüdür. Bu deyimde parayı aşağılık görme ifadesi vardır.
Mengüş: Evlenmemiş Bektaşi dervişlerinin kulaklarına taktıkları at nalı biçimli küpe.
Mevali: Köle
Mevt: Ölü. Ölmeden önce ölmekte olan bireyin durumu.
Meydan: Alevilerde ibadet yeri olan cem evinde toplanılan yer. Bu tören odası meydan diye adlandırılır. Buraya ibadet meydanı, Erenler Meydanı, Kırklar Meydanı da derler.
Cami ve meydan: Meydan odası, Bektaşi ve Alevi'nin ibadet mahalidir. Bunu cami ile mukayese edelim (Bedri Noyan Dedebabadan özetle)
Camiye gündüz girilir, orası sırata tabidir. Meydana ise gece girilir, zata mazhardır. Yani cami gündüz açık, gece kapalı; meydansa gündüz örtülü, gece açıktır. Cami sıfatlar âlemi, meydan, zat-ı ilahi sırrıdır.
Camide şeriat, meydanda marifet vardır.
Camide ibadet, meydanda ibadetle beraber tevhit için toplanılır.
Cami, Âl-i İmran suresindeki İnsanlar için ilk kurulan ev Mekke'deki evdir ki kutludur diyen ayetlerle sınırlıdır. Meydan ise Hangi tarafa dönerseniz Allah'a ibadet ve itaat ciheti orasıdır lüzumundadır. Meydan Beyt-ül mukaddes'tir. Kutsal evdir. Gayb erenlerinin (Rical ül-gayb) toplantı yeridir. Mahşer yeridir. Uhrevi doğuş alanıdır. Meydan ezelin başlangıcı, ebedin sonudur. Can alınıp can verilen, peyman (yemin, söz) alınıp ikrar verilen yerdir.
Meydan, öğünülen kabirdir. Ölmeden ölen için, ezeli kudretin meydana vurduğu Nun velkalem noktasıdır. Âdem'in mebde ve miadıdır (önü-sonu). Meydan, ezeli sahne, Ali'nin isteği, tecelli makamı, Tanrı evi, İlahi aşk bahçesi, Tanrı sırrının niyaz sayfası, Yarıtıcı'nın sırlarını meydana vuruş alanı, âşıkların cennetidir.
Cami, Bakara suresindeki Yüzünü mescid-il haram tarafına döndür ayeti ile sınırlıdır. Meydan, Doğu tarafı da, batı tarafı da Allah'ındır hükmüne uymuştur.
Cami, dünya meydanı, meydan, büyük mahşerdir. Cami, hayat örneği; meydan, ebedi hayata götüren ölüm sahnesidir. Camide ibadet, borcu ödemek; meydanda niyaz, Miraca varmak içindir. Cami, güven yeri; meydan kurban yeri, sonsuz saltanat yeridir.
Camide taştan mihrap ve duvar var. Meydanda nurdan Elestü mihrabı...
Camide kıbleye dönüş var, meydanda karşılıklı kıble oluş... Camide hoca ve müezzin var, meydanda mürşit ve rehber... Camide sonradan konma bir minber var... Meydanda, Muhammet tahtı var; Tanrı elçisinin Gadiru Hum'daki konuşma kürsüsü var... Camide Muhammet ezanı; meydanda muhabbet ezanı var. Camide yazılı Kuran, meydanda konuşulan Kuran okunur.
Camide, Amin, amin derler; meydanda Allah, Allah!..
Camide, ateş korkusu, Cennet için yalvarış (havf ve reca) varken, meydanda her ikisinden de geçilerek Tanrı rızası ve cemal aranır, bulunur.
Meydan odasının duvarlarında münasip resim ve yazılar, sanatkârane yazı levhaları bulunur.
Meyhane: İçki içilen yer. Tasavvufta tekke veya dergah. Tanrısal sırra ulaşılan yer.
Mihman: Konuk... Alevilikte misafire çok önem verilir. Her gelen konuk Hz. Ali olarak görülür ve en iyi biçimde ağırlanır. Bu saygı, hem insani, hem dini bir zorunluluktur.
Miraç: İsteklerin nasip almasıdır. Peygamberin Tanrı yüzünü, Hak yüzünü görmesini temsil eder.
Muharrem orucu: Kurban bayr******* 20 gün sonra başlayan, Alevilerin İmam Hüseyin'in şehit edilmesinden duydukları üzüntüyü dile getiren oruç. 10 Muharrem günü biter. Sonunda aşura denilen çorba veya yemek yenilir.
Münafık: İçi dışı bir olmayan. İnanmadığı halde inanır görünen.
Mürşit: Alevilikte Hz. Ali... Onu temsil eden dede... En üst makam. Ocak temsilcisi dede. Baş Çelebi.
Müsahip: Aleviliğin temel kavramlarındandır. İki Alevi ailesinin dünyada ve ahirette kardeş olmasıdır. Kan kardeşliğinin dışında ikinci bir kardeşlik düzeni oluşturulmuş ve buna da yol kardeşliği (müsahiplik) denilmiştir.
Kardeşliğin temeli; Hz. Muhammet'le Hz. Ali'ye değin uzanır. Hz. Muhammet, Medine'ye göç edince; Medine'de her göçmenle bir yerliyi müsahip yaptı. Kendisi de Hz. Ali ile müsahip oldu.
Bu sistem ile, hem sosyal dayanışma oluşmuş, hem de bölüşümcü bir anlayış yaratılmıştır. Çünkü müsahiplerin malı birbirinin malıdır. İşte ve sıkıntıda bu aileler birbirlerine yardıma koşarlar. İnsanların müsahip olarak görülmeleri cem töreni ile gerçekleştirilir. Bu cemlere de görgü cemi adı verilir.
Nasip almak: Tarikate girmek.
Nazar: Nazar, bakış demektir. Bektaşiler, Ehl-i dilin nazarı toprağı cevher eder diye nazara değer vermişlerdir. Bakış ile güzellik görülür. Yine onunla aşka ve gerçeğe varılır. Pirin nazarı ile, yani insanı olgunlaştıran bir bakışın himmeti, yardımı ile canın da gözü açılır. Ondan sonra bakma, görme haline döner.
Bektaşiler, karşılarındakine siz yerine Nazarım derler. Bu da, Görüşü benim gibi olan demeye gelir.
Nefes: Didaktik Alevi şiirlerine verilen addır. Dedenin veya pirin manevi gücüne de nefes denilir.
Nefs (nefis): İnsanın içindeki yıkıcı arzular ve kötü duyguların tümü. Alevi felsefesinde insan nefsi, onun için en büyük düşman (adu-yı ekber) kabul edilmiştir. Bu nedenle de en büyük savaş insanın kendi içinde, kendi nefsine karşı verdiği savaştır. Aleviler; gaza ya da cihat deyince Sünnilikten çok farklı olarak, insanın kendisini terbiye etmesini anlarlar. Bunun için de Şah Hatayi, Âdem öldürsen kan olmaz./Nefis öldürsen kan olur diyerek bu düşünceyi hayata geçirmiştir.
Nezir: Adak, armağan anlamınadır. Uğur olsun, bereket olsun diye dedeye verilen hediyeye de nezir derler.
Niyaz: Niyaz önemli erkândan biridir. Sözlük anlamı, yalvarma, dua demektir. Sevilen, sayılan, kendisine bağlılık duyguları beslenilen bir insana, mürşide karşı yapılan hürmettir, onun önünde eğilmedir. Sosyal ve dinsel durumları aynı olan bireylerin yanaklarını birbirine değdirerek hafif uzaktan kucaklaşması da niyazlaşmadır. Ceme katılan erkekler erkeklerle, kadınlar kadınlarla niyazlaşarak birbirlerinden razı olduklarını gösterirler. Niyazlaşma, toplumda barışın olduğunu, sorunun bulunmadığını gösterir. Alevi niyazını gerici kesim, insana tapma gibi yorumlamış ve yermiştir. Niyaz, gerçekte niyaz edilen insan yoluyla Allah'adır...
Dedeye karşı olan niyaz duruşu peymançe (Aslı pay maçan) şöyledir: Sağ ayak başparmağı sol ayak başparmağı üzerine konur. Kollar göğüste sağ üstte, parmaklar düz ve açık olarak çaprazlanır. Her elin orta parmağı ucu öbür taraf omuzbaşı istikametine gelecek şekilde tutulur. Baş, biraz öne eğilmiş olarak durulur.
Ayak başparmaklarını üst üste koymaya ayak mühürlemek derler. Bu niyaz duruşunu almaya da peymançeye geçmek derler. Bu duruşa, dara durmak da denilir.
Ocak: Dedelerin bağlı bulunduğu çekirdek aile. Ocaklar, değişik soy zinciri ile 12 İmamlara bağlanırlar. Bu ailelerden gelenlere de ocakzade denilir.
Anadoluda 40 dolayında ocak olduğu saptanmıştır. Aleviler, ocakzadeler tarafından görülmüşlerdir. Yalnız kent Bektaşilerinde ocakzade dede geleneği yoktur. Burada yeterlik ve liderlik ile dedelik makamına (posta) oturulur.
On iki hizmet (On iki post): Cemde yürütülen hizmet sayısı, 12 İmamlara bağlanmış olduğu için 12'dir. Bu hizmet sahiplerinden mürşit, rehber ve pir için post vardır. Diğer hizmetler, yalnızca hizmet olup posta bağlı değildir. Gerçekte post sayısı 3, hizmet sayısı 12'dir.
Alevilikte, Mürşit Postu, Hz. Ali makamıdır. Tarikat (batın) Ali'nin olduğu için o mürşittir. Cebrail'i de en evvelki yaratılışın sırasında aydınlatıp mahvolmaktan kurtardığı için onun mürşidi de sayılır.
Bu yüzden, Ali, Mürşittir, Muhammet ise rehberdir.
12 Hizmetin adı ve makam sahipleri Alevilikte, yolun uygulamalarına göre değişiyor. Hatta, dedebaba geleneğine göre Mürşit postu, peygambere, rehber postu Ali'ye ait gösteriliyor. Gerek Çelebiler, gerek Ocakzadeler, bunu kabul etmezler. Bu hizmetler cem bölümünde belirtilmiştir.
On sekiz bin âlem: Eski inanışa göre 18 âlem vardır. Araplar, bunu son sayı olan binle anlatmışlar, böylece de on sekiz bin âlem kavramı ortaya çıkmıştır. Bunlar: 1- Tanrı'nın aktif belirtisi sayılan aklı küll, 2-Al-ı küllden doğan pasif yetenek olan nefs-i küll, 3- 9 tane gök, 4- Dört tane unsur, 5- Üç tane de mevluttur (Maden, nebat, hayvan).
Oruç: Gerçek olmayana, yanlışa, kötüye karşı insanın takındığı korunmacı tavırdır. Nefsin terbiyesidir. Aleviler, Muharrem ayında 12 gün matem orucu tutarak İmam Hüseyin'i de anarlar.
Örtmek: Kapanmak... Ağzını ört, kapıyı ört derler. Kapa sözünü kullanmazlar.
Padişah: Tanrı... Tanrı varken, onun yansıması olan insan da var olmuştur. Bu nedenden, Tanrı da en eskidir; insan da... Buna Kul kadim, padişah kadim denilmiştir.
Palheng: Eskiden, 12 İmam'ı simgeleyen 12 köşeli olarak yontulan taş.
Paymançe: (Pay-maçan): Mürşit karşısında yalvarma duruşudur. Ayaklar mühürlenmiş, kollar göğüste çapraz, baş öne eğik duruş.
Pençe: Çelebi geleneğinde, talibin sırtı görgü sırasında değnekle değil elle sıvazlanır. El, pençe anlamındadır. Bu yöntemi uygulayanlara Pençeciler denilir.
Post: Dedelik makamını anlatır. Burada mürşit veya pir konumundaki dede bulunur. O, dinsel ve hukuki liderdir ve töreni yönetir. Posta ancak ocakzade bir dede oturabilir. Posta durmak, görgü yapmak (cem törenini yürütmek) demektir. Bunu da ancak her ocaktan bir dede yapabilir. Ocaktan herkes dede olamaz.
Rafızi: Bu terimi geçmişte Sünni alimler Alevileri anlatmak için kullanmışlardır. Rafızi adı altında anlatılanlar Şii toplumu yani Alevi kitledir.
Sünni kesim yalnız kendilerini Müslüman görüp kendilerine benzemeyenleri ise dinden sapmış sayıyordu. Ve Rıfızi diyordu.
İmam Şafii bir şiirinde Aliyi sevmek Rafızilikse-Bütün dünya bilsinki bende Rafıziyim. demiştir. Günümüzde Alevi denilen kesime geçmişte Ali yandaşları oldukları için Rafızi denilmiştir. Sünni meshep kitaplarında bulunan Rafızi sözü ile Aleviler anlatılmıştır.
Rıza Lokması: Cem töreni sırasında pişirilen kurbandan yenen lokma. Kurban kesilmeyen cemlerde, evlerden getirilen ekmek ve çöreklerin doğranarak karıştırıldıktan sonra lokma edilmesiyle yenen lokma. Bu lokma, kutsaldır. Alevilikte manevi birliği, toplumsal bir oluşu, dayanışmayı dile getirir.
Safa-nazar: Uyarıcının yol evladına olgunlaştırıcı, onun gözünü açıcı bakışı, ilgisidir. Evladın da evrendeki her nesneye vahdet (birlik) gözü ile bakmasıdır.
Saki: Cem töreninde dolu veya şeker şerbeti dağıtana denir. Muhabbet sofrasında üçleme denilen üç yudumluk içkiyi dağıtmaya görevli olana da saki denir. Daima erkeklere verilen bir görevdir. Dergahın içme ve kullanma suyunu taşıyan dervişe de Saka denirdi.
Samah (Semah): Saza ve âşığın (zakirin) okuduğu nefese uyarak yapılan kutsal dini dans. Semah, Alevi din törenlerinin vazgeçilmez öğesidir. İlk semahı Kırklar'ın yaptığı söylenir. Cem töreninin zorunlu uygulaması olan samah dört türlüdür: 1- Kırklar Semahı, 2- Tevhit Semahı, 3- Hizmet Semahı 4- Öğretici-eğitici-belletici semah.
Sema sözcüğünün halk dilinde aldığı biçim olduğu sanılan semah; önemli ölçüde eski Türk dini Şamanizmin etkisini taşır. Fakat, semahın asıl anlamı insanın cezbeye kapılarak kendisinden geçmesini ifade eder. Bu cezbeye kapılışla ayaklar yerden kesilir, gökyüzüne (sema) doğru yükselinilir. Burada maddi dünyadan geçiş söz konusudur.
Osmanlı din adamları, semaya ve raksa sürekli olarak karşı çıkmışlar, bunları kâfirlik belirtisi ve kanıtı saymışlardır.
1528 yılında kent Alevilerinden Hamzavi Şeyhi İsmail Maşuki (Oğlan Şeyh) idam edilir. 12 halifesi ile birlikte öldürülen bu 20 yaşındaki bilgin için idam kararını Şeyhülislam Ebussuud Efendi verdi. Bu idamla ilgili fetvalar arasında raksla ilgili bölümler de bulunmaktadır. Osmanlı'da Karşı Düşünce adlı kitabımızdan bu bölümü aktarıyoruz:
Soru: Suçlu görülerek öldürülen Oğlan Şeyh dedikleri kişi zulmen öldürüldü diyen insanlara ne yapmak gerekir?
Cevap: Onun mezhebinde ise öldürülür...
Soru: Tarikat kesminin önderlerinden bir vaiz (İsmail Maşuki) camilerde ve kürsülerde açık açık, Zikr halkasından, ibadet niyetine raks ve devran etmek helaldir ve bunun helal olduğu ayetle ve hadisle kanıtlanmıştır. Allah'ı ayakta iken otururken, yanlarınız üzere yatarken de anın diyen ayetin manası, yüce Allah'ı her durumda anın demektir. Raks da hal-i kıyama dahildir (Namaz gibidir) demiştir. Yine, 'Kim kendini bir millete benzetirse ondandır' diyen hadis gereği, raks, gökte dolaşan meleklere benzemektir. Tanrının peygamberi bile raks etmiştir. Hatta kutsal ridası arkasından düşmüştür. Bu durumu peygamberin yakınları olan büyük insanlar söylemişlerdir, hatta İmam Şafii ve Muhammed Gazali de anlamıştır dese... Tarikat önderi yine, 'Bu bir zevk halidir... Tatmayan bilmez' demişler... Haram diyen desin. Biz helal bildiğimiz şeyi bırakmayız... dese. Tarıkatçının gösterdiği bu kanıtlar gerçek kanıtlar sayılıp sözüne değer vermek doğru olur mu? Eğer söyledikleri doğru sayılmazsa bu tarikat önderine ne yapılması gerekir?
Cevap: Yukarıda anılan yüce ayette raksa izin konusunda hiçbir işaret yoktur. O çirkin işin doğruluğuna inanan ve ayeti tanık olarak kullanan kişilerin iman ve nikâh yenilemeleri gerekir. Zira, kelamullahın anlamını bozarak kendi isteklerine uydurmuşlar. Sözü edilen hadis doğrudur... Fakat, insanların hareketini meleklerinkine benzetmek doğru değildir. Zaten şimdiki zaman sufilerinin ettikleri raks da gerçekte kâfirlerin horon tepmesidir ve bunların eylemleri kâfirlerinkine benzer.
Büyük peygambere raks etti, demek küfürdür. Çünkü raks aşağılık insanların işidir. Peygamberlerden birisine aşağılık eylem yüklemenin küfür olduğu fetva kitaplarında yazılıdır. Peygamber dönemindeki ululardan, sözü edilen işin (raksın) çıktığını söylemek yalan ve iftiradır. İmam Şafii'nin söylediği ileri sürülen söz de yalandır. Hiçbir din bilgini, raks helaldir, dememiştir. Yalnız semada çelişkiye düşmüşlerdir.
Dinsel yorumlarda, din bilginlerinden (Sünni alimler) başka kimselerin, İmam Gazali ve benzerlerinin sözlerine güvenmek doğru değildir.
Bu biçimde, kötüyü güzel göstererek, yalan dolancılıkla Şeytanlaşarak halka vaaz eden kişiler sapık azdırıcılardır. Bunlar kâfir olmuşlardır. Şiddetli cezalar ve hapisle önlenmeleri gerekir.
Eğer bunlar yasaklanmaz ve uslanmaz, Alimler zevk sahiplerinin sırlarını bilemezler diyerek büyük suçlarında direnirlerse, dinsizdirler, mutlaka öldürülmeleri gerekir. Bundan sonra tevbeleri de geçerli olmaz...
Soru: Tarikat önderlerine, Zikrullah ederken devran ve rakks haramdır. Bu yararsız işin küfür olduğu fetva kitaplarında açıklanmıştır. Ayrıca günümüz müftüsü de bu biçimde fetva vermiştir. Bunu niçin bırakmıyorsunuz? denildiği zaman; Bizi, şarap içmekten ve buna benzer kötü alışkanlıklardan alıkoyuyor. Bazı sapıkların gönlünü değiştirerek Tanrı'yı anmasına neden oluyor diye cevap veriyorlar. Gerçektende öyle olsa, bu duruma o niyet ile izin verilir mi?
Cevap: Verilmez. Bu, şeytanca olan sanı türünden bir aldatmacadır. Günahtan ibadet doğduğu nerede görülmüştür?.. Onların yaklaşmak istedikleri şey, başka bir günahtır. Zaten Cehennemlikler, uygun da olsa, ateş katlarının birisinden diğerine geçmekte kurtulmuş olmazlar.
Soru: Bir tekkenin mescidinde değişik kişilerle genç oğlanlar toplanır, değişik nağmelerle tevhid ederken, (Tanrı'yı birleyen müzikle vecde gelirken) bunu değiştirerek kimi zaman dil-i men, can-ı men deseler... Kimi zaman da, Sen bir ulu sultansın, canlar içinde cansın/Çün ayan gördüm seni, pinhan kapısı değil yahut Cennet cennet dedikleri bir ev ile birkaç huri/İsteyene ver sen anı, bana seni gerek seni... biçiminde beyitler okusalar (Bu şiirler Yunus Emre'ye aittir.) ve göğüslerini döverek şaşılacak hareketler yapsalar. O yerde oturunlardan bazıları tekkeye giderek buranın şeyhine,
Niçin böyle hareketlere razı oluyor ve yaptırıyorsun? diye sorsalar, Şeyh de, Size ne, deyip 'Cinleri ve insanları ancak bana kulluk etmeleri için yaratmışımdır' diyen ayetle cevap verse, bu şeyhe dinsel olarak ne yapmak gerekir?
Cevap: Bunların halleri ve sözleri tam anlamıyla fuhş olduğu gibi, cennet hakkında dedikleri kötü sözler de açık bir küfürdür. Bu kişilerin öldürülmeleri yasalara uygundur.
Şeyhleri olan dinsiz, Yaparlarsa ne olur? demekle kâfir olmasından başka, bir suçu tapınma sayarak yüce ayeti buna kanıt göstermekle yine kâfir olur. Bu inançtan dönmezlerse kesinlikle öldürülmelidirler.
Soru: Şeyhlerden veya tarikat yolundakilerden bazılarına, birisi, Siz, niçin namaza ve zekâta ilişkin çaba göstermiyorsunuz? dese, karşıdaki de, Batın ilim (öz) yanında, zahir ilim (biçim) utanılacak bir durumdur. Batın ilmiyle uğraşan kişi zaten zahir ilmini anlar dese, ona ne yapmak gerekir?
Cevap: O da dinsiz ve günahkârlardandır. Onun yargısı, dinden dönenin yargısı gibidir. Bu geçersiz düşünceden dönmezse öldürülmesi gerekir.
Semahın, yalnız erkeklerle yapılan biçimi sayılabilen ve çok basmakalıp olan Mevlevi semaları bile Osmanlılar zamanında şiddetli tartışmalara konu olmuştur. Yalnız İstanbul'da değil, Anadolu'da da semaha karşı cihat açıldığı anlaşılıyor. 69 Numaralı Mühimme Defteri'nde gördüğümüz bir ferman bu konuda aydınlatıcıdır. 1652 (h. 1001) tarihli padişah fermanında özetle şunlar söyleniyor: Anadolu Beylerbeyi ve Kütahya Kadısına hüküm: Satamonu'da yatmakta olan Şeyh Şaban tarikatından insanların zikr sırasında devran ettikleri (döndükleri, sema yaptıkları) bildirilmiş ve bunların katledilmeleri gerektiği söylenilmiştir. Devran edenlerin katledilmeleri yolunda fetva veren Hacı Bayram neslinden şeyhin fetvasına uyulmaması... Devranın, katli gerektirmediği bildirilir.
İşin ilginç yanı, semaya bile karşı çıkan Hacı Bayram neslinden şeyhin atası olan Hacı Bayram Veli'nin koyu bir Alevi olmasıdır. Osmanlının baskısıyla bu kol Sünnileşmiştir. Ne demişler?... Sonradan olmanın (dönmenin) Müslümanlığına derman yetmez...
Secde: Yere kapanmak veya saygı ile eğilmek. Secdeyi, yalnızca alnı yere koymak biçiminde algılamak yanlıştır. Secde, ayinlerde makamlara yapılır. Alevi geleneğine ve dede kaynaklarına göre değişik biçimlerde olur.
Serçeşme: Bir yolun en ulu piri... Hacı Bektaş Veli...
Seyyah çıkarmak: Seyahat vermek. Bir devriş veya cana bir haberin ulaştırılması, ziyaret için verilen görev.
Töreye uymaz iş yapanlara da bir süre için dergâhtan uzaklaştırılmak, sürgün etmek için verilen ceza.
Seyyit: Soyu İmam Hasan'a ulaşan kişi. Zaman içinde bu kavram özelliğini değiştirmiş ve soyu 12 İmamlara çıkan insanlar için kullanılır olmuştur.
Sırlamak: Hakka yürüyeni toprağa gömmek. Yanan bir mumu söndürmek. Bir şeyi söylememek, gizlemek anlamına da gelir.
Sofi(Sufi): Tarikat (Alevilik) kurallarını kabul etmiş talip. Daha sonra bu söz, tutucu Sünnileri anlatmak üzere sofuya dönüştürülmüştür.
Sofi Sürekleri: Anadoludaki Alevilerin yolları, ibadet biçimleri, ocakları. Sofi Sürekleri Erdebil tekkesine bağlıdır.
Sımat (Somat): Sofra demektir. Kusal sayılır. Aleviler; Sofra Ali'nin, mihman Ali'dir derler.
Soyunmak: Bir dergâha, bir mürşide bağlanmak. Nasip almaya gelmek. Dünya ile ilgisini kesmek, onu üzerinden atmak anlamınadır.
Sultan: Alevi büyükleri... Manevi dünyanın liderleri için onları siyasal sultanlarla aynı değere sahip gösteren sıfat. Balım Sultan, Seyyit Ali Sultan, Pir Sultan gibi...
Şah: Alevilerde, Hz. Ali'ye ve onun soyundan gelen 12 İmam'a verilen ad. Buradaki şahlık, maddi dünyanın değil, manevi dünyanın ve bilgi dünyasının şahlığıdır. İran padişahlarına verilen şah unvanı ile Alevilikteki şahın ilgisi yoktur. Alevilikte ilk şah, şah-ı velayet (velilerin şahı) olan İmam Ali'dir. İmam Hüseyin ise şehitler şahıdır.
Şah İsmail'in şah unvanı ise, onun padişahlığından kaynaklanmaz. Aleviler onun Şah Hatayi olarak bilirler. Bu şahlık ise, onun Alevi yolunun büyük pirlerinden birisi olmasından kaynaklanır. Zaten Aleviler, onun padişahlığı bulunmayan dedelerine de yol büyüğü anlamında şah derler.
Şerif: Soyu İmam Hüseyin'e ulaşan insanlar. Dedeler. Bunlara mürşit de denilir. Bugün Türkiyede şerif sözü yerine seyyit kullanılır. (Çoğulu: Sadat)
Talip: Talep eden. Alevilerde dedelerin dışında kalan genel kitle. Talip, Hakkı talep eden anlamında kullanılır. Her talibin, bulunduğu köyle birlikte bağlı olduğu bir ocak (dede kolu) bulunmaktadır.
Tarik: Çubuk. Ocakzade geleneğinde, görülen canlar, Zülfikar'ı temsil edilen bir değnekle sırtları sıvazlanarak terbiye edilirler. Bu yöntemi kullananlara değnekçiler de denilir.
Tarikat: Tanrıya ulaştıran yol. Aleviler, eskiden kendilerini tarikat ehli saymışlardır.
Tavşan yemezlik: Aleviler, tavşan yemezler. İslamiyette mekruh sayılan bazı hayvanlar vardır. Bunların başında domuz gelir. Aleviler, tavşanı da aynı kategoride görürler. Bu tavşan yemezliğin bazı nedenleri vardır. Bunların başında, tavşanın aybaşı olması gelir. Ayrıca bu hayvanın eti, kan pıhtısı gibidir. İnsana tiksinti verir ve özel bir çaba ile temizlenmesi gerekir.
Tavşanın kafası kediye, kulağı eşeğe, ayakları köpeğe, burnu fareye, kuyruğu domuz kuyruğuna benzer. Bu hayvanların hiçbirisi de Müslümanlar tarafından yenilmez.
Tavşanın yenilmemesinin nedenleri arasında, bu hayvanın eskiden bazı Türk boylarının totemi (dokunulmaz hayvanı) olmasının izleri de bulunmalıdır.
Aleviler, maymunu da tiksintiyle karşılarlar. Ayının da adını anmazlar. Baykuşu uğursuz, kekliği fesatçı sayarlar. Buna karşın, turna kutsal sayılır. Onun sesi, Hz. Ali'nin sesi gibi algılanmış, uçuşu da Kırkların semah etmesine benzetilmiştir.
Geyik de kutsal sayılan hayvanlardandır. Öldürülmez. Güvercin de Hacı Bektaş Veli'nin donuna girdiği kuş olarak mazlumluğun sembölüdür; kutsaldır. Kırlangıç kuşu da uğurlu kabul edilir. Koyun da kurban varlığı olarak kutsaldır. At ise darda kalanın imdadına yetişen hayvan olarak sevilir. Bunun dışında bütün sağmal hayvanlar sevilir, hoş tutulur. Özellikle; Pir Sultan Dede'nin dediği gibi, Koşumdan koşuma gözünden öpün/İrençberler hoşça tutun ****ü öğüdüne uyularak ekonominin direği olan ****ler sevilir. Horoz; süslenir... Tavuk korunur. Alevi düşüncesinde; zararlı küçük hayvanlara bile hoşgörü ile yaklaşıldığını; bu hayvanlarla ilgili taşlama şiirlerinde açık açık görüyoruz. (İlginç örnekler için, Halk Şiirinde Başkaldırı adlı kitabımızın Hayvanlara Yönelik Taşlamalar bölümüne bakınız.)
Tevhit: Birleme, bir olduğunu söyleme. Özü, Lailahe illallah'tır. Alevi cemlerinde, müzik eşliğinde, Lailahe illallah, Muhammed'en resulullah, Ali'yyün veliyyullah sözlerinin değişik kompozisyonlarda söylenmesiyle tevhit çekilir. Özellikle, Ali'nin Tanrı'nın velisi olduğunu vurgulayan kompozisyonlar tevhitte ön plandadır. Bu sırada, vecde gelen topluluk, halka halinde diz üstü otururken sağa sola doğru eğilerek ritmik biçimde şaplak vururlar. Bu harekete tevhit çekmek denilir. Tevhit, cem sırasında değişik bölümlerde, uygun müzik ve şiirle birlikte çekilir. Tevhit çekmek, bir dans veya oyun değildir, dinsel niteliklidir, cem töreninin bir parçasıdır.
Tekke: Eskiden, Alevi büyüklerinin oturup halkı dinsel ve toplumsal yönlerden eğittikleri makamlar. Buralar, bir Alevi büyüğünün yatırı çevresinde oluşturulan yerlerdi. Halkın yoğun ilgisi yüzünden, Osmanlılar zamanında, Sünni nitelikli tekkeler kurulmuş, buralara devlet büyük miktarda paralar akıtmıştır. Alevilik otoritesini parçalamaya yönelik bu çabalar sonucunda, her yanda tekkeler oluşmuştur. Tekkecilik (ayrı baş çekme) geleneğinin nedeni de budur.
Tevil: Alevi felsefesini açıklarken sözünü ettiğimiz bu kavram, Alevi düşüncesinde çok önemlidir. Kuran'ı ve hadisleri, insana ve gerçeğe yönelerek açıklama sanatıdır. Bunun en ilginç örneklerini İsmail'i Alevilerin Nizari kolundaki alimler vermişlerdir. Burada bazı tevil örnekleri vererek konuyu somutlaştıralım.
Kelime-tevhid yani la ilahe illallah ibaresi iki kısımdır. Bu ibarenin birinci kısmı yani la ilahe kısmı nefydir (yadsıma, inkâr). İkinci kısmı yani illallah kısmı ise ispattır. Demek ki kelime-i tevhit iki kısımdır. Bu ibarenin, Arapça yazıldığı takdirde, üç cins harf ihtiva ettiğine şahit olmaktayız. Bunlar da lam, elif ve he'dir. Bu üç harf; akla, nefse ve feleke işarettir. Kelime-i tevhidin 4 kelimeden ibaret olması, insanın 4 tabiattan oluştuğunu gösterir. 7 heceden ibaret olması; insanın 2 gözü, 2 kulağı, 2 burun deliği ve bir ağzı olmak üzere 7 organına delilidir. 12 harf de insanın ayrıca 12 uzvuna işarettir.
Dünya da kelime-i tevhit gibi iki kısımdır. Dünyanın bir kısmı mamur, diğer kısmı haraptır. Ayrıca 4 yön vardır. Doğu, batı, güney ve kuzey. Dünya'da 7 iklim ve 12 büyük ada vardır. Felekler de aşağı ve yukarı olmak üzere iki kısımdır. Feleklerde 7 gezegen 12 burç vardır.
Kelime-i tevhidin kelimelerinin de özel anlamları vardır: La, daiye ilah, huccete, illa, imama ve Allah'a delildir.
Zekât: İlmi, Batıni mezhepten olanlara yaymaktır.
Hac: İmam'ı ziyaret edip hizmetinde bulunmaktır. Hac; Ali B.Ebi Talib ve Beyt de İmam-ı masum gibidir.
Cenabet: Yola alınan kişinin, gerekli olgunluğa erişmeden önce sırları öğrenmesidir.
Gusul: Ahdi yenilemektir.
Cima: Ahdi olmayana ve kurtuluş sadakası vermeyene sırları açmaktır.
Zina: Batın ilmi tohumunu kendisinden söz alınmayan kimseye vermektir.
İhtilam: Sırrı ehil olmayan kimseye vermek hususunda dilin acele etmesidir. Böyle bir suç işleyen kimsenin ahdi yenilemesi lazımdır.
Temizlenmek: İmam'a uymak ve bütün diğer mezheplerin görüşlerinden sıyrılmaktır.
Oruç: Sırrı açıklamaktan kaçınmaktır.
Kâbe, nebi; babı (kapısı), Ali; Safa, nebi; Merve, Ali'dir.
Dini emirler: Batıni ilimleri bilmeyen cahillerin görevleri... Batıni ilimleri öğrenenden, dini emirler düşer.
Hz. Nuh'un tufanı: Sünnet'e tabi olanların zahiri ilimde boğulmasıdır.
Hz. İbrahim'in ateşi: Gerçek ateş olmayıp Nemrud'un gazabıdır.
Hz. Musa'nın asası: Odun parçası değil, onun delilidir.
Deniz'in ikiye ayrılması: Hz. Musa'nın ilminin bölünmesidir.
Deniz; âlemdir. Bulut, Hz. Musa'nın tayin ettiği imamdır.
İblis ve Âdem: Ebubekir ve Ali... Çünkü Ebubekir'e Ali'ye secde etmesi hususunda emir verildi. Fakat o bu emirden hoşlanmadı ve kibirlendi.
Deccal: Ebubekir demektir. O şaşıdır. Çünkü batın gözüyle değil, zahir gözüyle baktı.
Yecuc ve Mecuc: Ehl-i zahiri gösteren rümuzlardır.
Cebrail: Hz. Peygamber'de yoğunlaşan akıldır. Cebrail bir varlığa sahip değildir.
Kurân: Hz. Muhammet'e yansıyan bilgilerin onun tarafından yorumlanmasıdır.
Alamut İsmaillileri de denilen Nizariler, buna benzer tevilleri değişik konularda yapmışlardır. Yalnız bütün alevi topluluklarında (Örneğin, Anadolu'daki 12 İmam Aleviliğinde) ve her bölgede aynı tevilin yapıldığı ve kabul gördüğü söylenemez.
Tuba: Kökü yukarıda, dalları aşağıya sarkan Cennet ağacı. Bu, Alevi felsefesinde insandır.
Vahdet: Birlik... Tanrıyı birlemek.
Velayet: Ebedi gerçeğin şeklinin zıddı. Öz. Dinde, iç anlamı temsil eden. Tebliğden sonraki dönem. Dinin özünü anlatmak.
Veli: Eren. Çoğulu evliya... Velayeti taşıyan kutsal kişi. Velilerin başı Hazreti Alidir. Şah-ı Velayet olarak adlandırılır.
Yeşil yaprak: Niyaz, nezir, adak. Mürşide gönül almak kabilinden, uğur için sunulan armağandır.
Zahir-Batın: Dış ve iç. Dış, şeriatı; iç ise tarikatı (dolayısıyla Alevi yolunu) anlatır.
İslam'da Hz. Muhammet'le şeriat zahir olmuş (ortaya çıkmış) tarikat batın olmuştur. Hz. Muhammet devri mühürlenince de velayet ortaya çıkmış, şeriat gizlenmiştir. Burada, peygamberden sonra, batın yönün öne çıktığı, şeriatın geride kaldığı vurgulanmaktadır.
Daha genel açıklaması, Alevi felsefesi bölümündedir.
Zekât: İnsanın, gerçekler yolunda kendi varlığından geçmesidir.
Aba: Ceket, hırka. Al-i Aba: Hırkanın altındaki aile: Burada Hz. Muhammedin, Ali-Fatıma-Hasan-Hüseyin dörtlüsünü abasının altına alıp İşte benim Ehlibeytim ailem demesinin anlatımı vardır.
Abdal: Kendini hak yoluna adamış derviş. Dünyacıl nitelikleri terk etmeyi anlatan bu terimi büyük Alevi ozanları bir övünç sıfatı olarak almışlardır. Melameti bir tavrı da dile getiren abdal, sıradan dervişten daha üst düzeydeki bir makamı anlatmak için kullanılır.
Abdallar Anadoluda 13. yüzyıldan itibaren görülmeye başlanmıştır.
Abdest: Alevilikte iç temizliği... Abdest almak; insanın içindeki kötü düşünceleri atması, fenalıklardan arınmasıdır. Buna, yunmak da denir. Görülecek Aleviler, cem törenine boy abdesti alarak, yani dış yüzü de temizleyerek gelirler.
Ab-ı Hayat: Hayat suyu, ölümsüzlük suyu, ab-ı hayvan... Tarikatte, gerçek (Tanrısal) bilgi.
Ab-ı Hayatı Hızır ve İlyas bulmuş kabul edilir.
Âdem: İnsan... Adam... İlk insan, İlk peygamber. Tanrı toprak çamurunu kudret eliyle yoğurmuş ve ona kendi ruhundan üfleyerek Âdem'i yaratmıştır...
Ahsen-i Takvim: İnsan. Kutsal kitaplarda, insanın en güzel biçimde yaratıldığına ilişkin işarettir.
Tanrının insana benzediğini, insanın Tanrının parçası olduğunu anlatmak için kullanılan terim.
Akıl: Tanrıyı bilme gücü, yetisi... Akl-ı maaş: Maddeyi, görünürü bilme yetisi. Akl-ı maad: Ruhsal dünyayı bilebilme yetisi. Akl-ı kül: her şeyi kavrayabilme gücü. Peygamberin velilerin aklı.
Alemi Berzah: Bu dünya ile öbür dünya arasındaki bir geçit, durum, konum. Bilgide, ikircikli olmak. Gerçek dünya ile sanal dünya arasında kalış.
Alem-i Kübra (Büyük Âlem): İnsan... Buna, âlem-i ulvi (kutsal âlem) de denilir.
Âlem-i Sugra (Küçük Âlem): Hayvan... Buna, âlem-i süfli de denilir. (Başka bir yoruma göre, büyük alem evren, küçük alem de insandır.)
Alevi: İmam Ali'yi yolun başı bilip ona uyanlar. Türkiye Aleviliğini bölümleyen bazı yazarlar, onları Tahtacı, Çepni, Türkmen, Avşarlar, Nalcılar, Sıraçlar vb... gibi boy adlarına göre değerlendirmişlerdir. Bu, tamamen yanlıştır.
Ana: Dedenin karısıdır. Derviş Bektaşilerinde, dede baba eşine, Ana Bacı Sultan derler.
Anasır-ı Erba: Dört öğe. Toprak, su, hava ateş. Tasavvufta dört oluşu anlatır ki sonu toprak oluştur.
Arafat Dağı: Âdem ile Havva'nın cennetten sürüldükten sonra geldikleri kabul edilen Mekke yakınındaki dağ. Aleviler, Hacı Bektaş Veli aracılığıyla Arafat Dağı olgusunu Anadolu'ya taşımışlardır. Hacıbektaş'taki Arafat Dağı bunun göstergesidir. Zemzem suyu da aynı biçimde Hacıbektaş'a taşınmıştır. Böylece Anadolu'da bir tür Kâbe olgusu yaratılmıştır.
Arif: Bilge. Alevi yolunda, bu terim kendi büyüklerini anlatmak için kullanılmıştır.
Astane: Büyük tekke.
Âşık: Cem ayinlerinde nefes, düvaz gibi dinsel besteler okuyan halk ozanı (Zakir, guyende). 12 Hizmet'ten birisi de zakirliktir. Çok önemli bir hizmettir.
Aşk olsun: Selamlaşma sözüdür. Her işte aşk gerektir, diye ilk temenni olarak bu söylenir. Karşılığı: Aşkın cemal olsundur. Buna Cemalin nur olsun denince, diğeri, nur üstüne nur olsun der.
Aleviler, selama karşılık Eyvallah da derler.
Aşura: Aşura, sözlük anlamı olarak Muharrem ayının 10'unu gösterir. Bu tarihte, (Bugünkü miladi takvimde 680 yılı 10 Ekimi'ne denk düşüyor) İmam Hüseyin şehit edildiği için Aleviler tuttukları matem orucunun sonunda aşura çorbası (İmam Hüseyin yemeği) pişirip yerler. Bu, şükran duygularını yansıtır. Çünkü, peygamber ailesi katliama uğramış ama İmam Zeynelabidin kurtularak yolun sürmesini sağlamıştır. Muharrem orucuna, Kurban Bayramı'ndan 20 gün sayılarak başlanır. 20. günün akşamı oruca niyet edilip 21. gün oruçlu olunur.
Bu oruç, gönül rızasıyla tutulur; tutmayanlar asla zorlanmazlar. Bu süre içinde, genellikle su içilmezse de sulu gıdalar alınır. Oruç boyunca eğlence yapılmaz, hayvan kesilmez, insanlar perhize girerler. Bu 10 gün veya 12 gün boyunca cem de yapılmaz.
Ayak mühürlemek: Mürşit (dede) karşısına gelince, sağ ayak başparmağını sol ayak başparmağı üzerine koymaktır. Peymançeye geçmek de denir.
Bal: Mürşitten (uyarıcıdan) alınan bilgidir, irfandır. Uyarıcı, arıdır.
Bektaşi: Hacı Bektaş Veli'yi yol büyüğü tanıyan ve dede olarak da onun soyundan gelenleri kabul eden Aleviliğin bir bölümü... Aslında bu terim, Aleviliği meşrulaştırma çabalarından doğmuştur ve takıyye gereği Aleviler kendilerine kent merkezlerinde ve denetimin yoğun olduğu yerlerde Bektaşi demişlerdir.
Beytülmamur: Gökte bulunduğu varsayılan manevi mabet. Burası, gök ehlinin kıblesi sayılır. Buranın, Kâbe olduğu da söylenmiştir.
Beytullah: Allahın evi, Kâbe. Alevilikte insanın gönlü.
Bismişah: Bismillahirrahmanirrahimden kinaye... Şahın Hz. Alinin ismiyle... İşe başlarken yapılan bir küçük duanın girişidir. Peşinden, Allah, Allah! denilir. Bu terim, şahın Allah olduğunu değil kutsallığını, kutsal aracılığını gösterir.
Budala: Tasavvuftaki mertebelerden birisinde bulunanlardır. Bunlar Abdallardan önceki mertebede bulunurlar. Bu terim, Alevi ozanlarınca, kutsal bir sıfat olarak kullanılmıştır.
But (Put): Tanrıyı temsil eden heykel. İnsanı Tanrıdan alıkoyan her şey. Dünya da bu anlamda buthanedir. Yine, Tanrının her yerde olması sebebiyle de dünya bir Tanrı gösteren mekan/buttur.
Cünub: Pirsizlik. Sözden dönme.
Çar unsur: Dört öğe... Varlık; ateş, su, yel, toprak denilen dört öğeden oluşmuş sayılır.
Çerağ: Işık, kandil, mum. Mum yakmaya, çerağ uyarmak; söndürmeye, sırretmek denir. Çerağa delil de denir. Cemlerde çerağ genellikle kurbanın yağından yapılır.
Dar: Alevi cemleriyle ilgili temel kavramlardandır. Dar, meydan veya darağacı anlamına kullanılır. Dara durmak deyimi; Alevilerde, halkın ve dedenin önünde canından geçmek, canını başını yol uğruna vermeye hazır olmak anlamında kullanılır. Dara çekmek deyimi ise, hatalı görülen birisini sorgulamak, yargılamak, gerekirse cezalandırmak üzere meydana getirmek anlamındadır. Dar duruşu peymançeye durmak biçimindedir. Kimi Alevi ocaklarında, yön dedeye dönük olmak üzere, sağ ayak sol ayak başparmağını kapatacak biçimde ayak mühürlenerek öne doğru eğilinir. Paymaçan duruşudur.
Dar-ı Mansur: Darağacında asılarak öldürülen Hallac-ı Mansur'dan esinlenerek yaratılan bu kavrama göre, Alevi yolu uğruna ölümü göze almış, asılmaya hazır hale gelmiş demektir. Asılır gibi, eli sallandırmış halde durulur.
Dar-ı Hüseyin: Yol uğruna İmam Hüseyin gibi, başı vermeye hazır olmaktır. Ayak mühürleme halidir. Dar-ı Fatıma da denir.
Dar-ı Fazlı: Fazlullah-ı Hurufi gibi, yol uğruna başı boyundan kestirmeyi göze almak demektir. Aşk ola denince, yüzüstü yere kapanmadır.
Dar-ı Nesimi: Yol uğruna Nesimi gibi yüzülmek demektir. Diz üstü duruşudur.
Dede: Alevilikte çok önemli olan dedelik kurumunun yürütücüleri olan kişiler. Dedeler, mürşittir. Taliplerini (Alevi kitle) aydınlatır, eğitirler; Alevi töresine göre terbiye ederler. Dinsel uygulamaları yürüten dedelerdir. Dedeler; değişik ocaklardan gelmiş olmalarına karşın, tümü de soylarının Hz. Ali'ye ulaştığını kabul eder. Bugün çıkış kaynaklarına göre dedeler üç grupta toplanabilir: 1- Çelebiler: Hacı Bektaş Veli'nin soyundan gelenler (bel evlatları) 2- Soyları 12 İmam'lara çıkan ocaklardan gelen dedeler. Bunlara Ocakzade denilir. Sufi Sürekleri de bu gruba girer. 3- Hacı Bektaş'ın manevi evlatları olan dedebaba grubu. Bu grup, kentlerdeki Alevi Bektaşi kesiminin bir bölümünü yönlendirmiştir.
Dedelerin en önemli özelliği, seyyit olmalarıdır. Yani soylarının mutlaka 12 İmamlara ulaşması buradan Ali ve Muhammet'te karar kılmasıdır. Yalnız Ali soyundan gelmekle de dedelik olmaz. Örneğin Hz. Ali'nin Fatıma dışından olan çocukları, seyyit kabul edilmez. Aleviler, onlara saygı duymalarına karşın, köken olarak dedelik onlara bağlanmaz.
Burada, Muhammet-Ali nurunun ortaklığı, birbirlerini tamamlama olgusu kesin biçimde egemendir. Ve bu nedenle de bazılarının sandığı gibi, Alevilerin, Muhammet'i reddetmesi olgusu mümkün değildir. Ali-Muhammet birbirlerini tamamlayan, birbirleriyle varolabilen olgulardır.
Dedelerin içinde gerek Çelebiler, gerekse Ocakzadeler seyyittirler. Fakat, dedebaba geleneğinde, dedebaba olabilmek için bu kurala uyulmayabiliyor. Bu durum, dedebaba geleneğini önemli ölçüde diğer iki yoldan ayırıyor.
Bugün Türkiye Alevilerinin tüme yakını Ocakzade ve Çelebi geleneğini sürdürür. Dedebaba geleneği, birkaç kentimizde ve Arnavutluk'la Amerika Birleşik Devletleri'nde etkilidir.
Bunların yandaşlarının sayısı, kendi anlatımlarına göre 300.000'i (üç yüz bin) geçmemektedir. Geride kalan 20 milyonluk kitle ile karşılaştırıldığında önemsiz gibi görünseler bile, bu gelenekten yetişenler, kuvvetli kültürleri ile Alevi düşüncesinin kentlerde yaygınlık kazanmasına önemli ölçüde katkıda bulunmuşlardır.
Bugün, dedebaba geleneği, Çelebileri ve Ocakzadeleri, taliplerine yeterli kültürü iletememekle suçlamaktadır. Dedelik geleneğinin son 40 yıl içinde yediği darbe sonucu dedelerle Alevi kitle arasında boşluk doğmuştur. Geçim derdine düşen dedeler, yolla ilgilenememişlerdir. Bu da onların geleneksel yol kurallarından bazılarını unutmalarını gündeme getirmiştir.
Bütün bunlar karşın, yine gerek Ocakzadeler içinde, gerekse Çelebiler arasında kültürlü, yetkin, bilgili, yol kurallarını çok iyi bilen dedeler vardır.
Bugün Dedelerin önünde iki önemli görev bulunuyor:
1- Kendilerini, yol kurallarını en iyi biçimde uygulayacak bilgi ile donatmak.
2- Bu bilgiyi toplumun bugün ulaştığı yapıya göre biçimlendirmek. Toplumun gerisinde değil, önünde bulunmak. Bunun için kullanılacak yöntem de soyla, boyla yetinmek, onunla övünmek olamaz. Bu tavrın yanlış olduğunu yolun kaynağı sayılan İmam Cafer-i Sadık açıkça belirtmiştir.
İmam'ı zindana attıklarında, tutuklular, onu bir gün ağlar görüp sebebini sormuşlar. Demiş ki: Öbür dünyaya ne yüzle gideceğim? Ettiklerimin hesabını nasıl vereceğim? Ona ağlarım.
Zindandakiler şaşırmışlar. Ey İmam, senin Muhammet-Ali gibi deden var. Üzülmene gerek var mı hiç? demişler. İmam Cafer'in karşılığı şu olmuş:
Öbür dünyada insana, atanı, dedeni sormuyorlar; yaptığın işleri soruyorlar. Eğer soyuma sopuma bakılsaydı, korkum olmazdı. Yaptıklarım sorulacağı için, korkar, ağlarım.
Delil: Alevilikte cem meydanındaki kandil, çerağ. Genellikle çerağ veya delil kurbanın eritilmiş içyağının içine fitil yerleştirilerek yakılmasıyla yapılır. Dedebabalıkta mum vardır.
Dem: Farsça zaman, vakit demektir. Mürşidin kitle üzerindeki etkisine işaret anlamına da gelir. İçkiye dem derler. Dem görmek, içki içmektir. Demlenmek de aynı anlama gelir.
Dergâh: Alevi büyüklerinden birisinin kabrinin bulunduğu ve çevresi kapatılmış, ibadet yeri durumuna getirilmiş ev. Astane. Büyük tekke.
Derviş: Varlığından geçip gerçeği arayan insan. Dünya varlığını düşünmeyen, kendisini yola vermiş Alevi. Talibin eğitilmiş biçimi...
Destur: İzin istemek anlamına gelen terim.
Devir: Dönme, kavis... Çevrim... Ruhun Tanrıdan gelip Tanrıya dönme süreci...
Devr-i Arşiyye: (Kavs-i uruç): Yükselen eğri... Ruhun dünyadan aşamalar geçirip Tanrıya yükselmesi.
Devr-i Ferşiyye (Kavs-i nüzul): Alçalan eğri... Ruhun, Tanrıdan gelip maddeyle bedenlenerek aşamalar geçirmeye başlaması...
Devriyye: Ruhun devr öyküsünü anlatan mistik şiir.
Dinlendirmek: Bir mum veya ocağı söndürmek. Mum ve çerağ, asla üflenerek, dinlendirilemez. (Bunda Hacı Bektaş Veli'nin çerağ üfleyince bütün Rum (Anadolu) erenlerinin çerağlarının dinlenmesi öyküsü ile ilgili bir incelik vardır).
Dolu (Tolu): Şamanizmde kurban. Alevilikte kurbanı da kapsayan içki. Kırklar Meclisinde sunulan üzüm suyu.
Dört Unsur: Ateş (Emmare), yel (levvame), su (mülhime), toprak (mutmaine): Bu dört öğe, insandaki dört nefse karşılıktır.
Nefs-i Emmare, ateşe karşılıktır. Bu aşamadakiler, zalim insanlardır.
Nefs-i Levvame'nin karşılığı yeldir. Bunun karşılığı şeriat ehlidir.
Nefs-i Mülhime, suya karşılıktır. Kabul edicidir. Marifeti temsil eder. Akıl, hikmet, ilim, öğüt, olgunluk gibi dereceleri vardır.
Nefs-i Mutmaine, toprağa karşılıktır. Toprak, insana delildir. Cennet de onun üstündedir. Hakikat kapısının anlatımıdır. Tarikat ehlinin hedefidir.
Düşkün: Yol terbiyesine aykırı, suçlu kimseye denir. Düşkünler cem törenine alınmadıkları gibi, ağır suç işleyenler toplumdan soyutlanırlar. Onlarla ilişkiler kesilir, ekonomik ve toplumsal soyutlamaya tabi tutulurlar. Düşkünlük, suçun durumuna göre belli bir süre sonra kaldırılabilir. Bunda temel ölçü, kişinin düzelmesi ve halkın da bu kişiyi düzelmiş kabul edip düşkünlüğün kaldırılmasını onaylamasıdır. Dede bu konuda sadece hakemdir. Oyu da halktan yanadır...
Bir dedenin düşkün ettiğini, ya kendisi, kendisi yoksa aynı ocaktan başka bir dede kaldırabilir. Başka bir ocak karışamaz.
El almak: Alevilikte, bir Pir'e bağlanmak, onun terbiyesine girmek, onun düşüncelerini kabul etmek.
Elest: Değil miyim anlamına Arapça söz. En eski ahit. Tanrı ruhları toplayıp onlara Ben sizin rabbiniz değil miyim? diye sormuş. Müminler bela (evet), kâfirler la (hayır) demişler. Bu toplantıya Elest Meclisi denir.
Eline-diline-beline sahip olmak: Alevi ahlakının temel ilkesindendir. El, dil, bel sözcüklerinin ilk harfleri alınıp da bir sözcük yazılırsa ortaya edeb çıkar. Bu nedenle Aleviler kendilerini edepli sayarlar.
Ele sahip olmak: Hırsızlık yapmamak, elle can yakmamak, kimsenin kanını akıtmamak, cana kıymamak... Bu ilke, Alevilerin barışçılığının ve cana saygısının en somut anlatımıdır. Alevilerde en büyük suç, bir canlının kanını akıtmak, cana kıymaktır. Buna bakarak, Alevilerin pasif bir toplum olduğunu; ezilmeye karşı sesini çıkarmadığını düşünmek yanlış olur. Aleviler kendilerini korumak için savaş ve mücadeleden asla yılmamışlardır.
Eline sahip olan Alevi, onu sevmek, okşamak, güzel şeyler yaratmak için bir araç haline getirmiş, yasaklamayı, güzelliğe dönüştürmüştür.
Diline sahip olmak: Yalan söylememek, insanları sözle birbirlerine düşürmemek; kov ve gaybette bulunmamaktır. El ile can yakıldığı gibi dil ile de yakılır. Bunu ifade için Şah Hatayi, Söz ola kese savaşı / Söz ola kestire başı demiştir. Diline sahip olmayı, Aleviler geliştirerek, herkese tatlı dil ile hitap etme seviyesine yükseltmişler; böylece yasağı, güzelliğe dönüştürmüşlerdir.
Beline sahip olmak: Bu ilkenin en açık hedefi, insanları başkasının karısına kızına bakmaktan, kadınları da edepli olmaya çağırmaktan ibarettir. Bir cinsel perhiz söz konusu değilse de, herkesi kendi helallısı ile birlikte olmaya çağıran, gayrimeşru ilişkilere karşı olan bir ilkedir. Bu ilkeye uymayan Aleviler düşkün sayılırlar, ceme alınmazlar.
Beline sahip olan Alevi; kadın erkek uçurumu aşarak insan olmada birleşmiş; erkek-kadın farkının bulunmadığı Kırklar Meclisi'nden bin bir türlü sanat yaratmıştır.
Son zamanlarda, eli yurt gibi, dil i ise lisan gibi değerlendirerek Aleviliğin evrensel insan ilkelerini yurdu korumak ve Türk dilini korumak gibi yorumlayanlar görülüyor. Bu, tamamen siyasi bir tavrın sonucudur. El, dil, bel ilkesinin oluştuğu sıralarda; bu kavramlara aynen şimdi Alevi halkın verdiği anlam verilmiştir. Bu da yukarıda açıklandığı gibidir. Değişik yorum, Alevi felsefesinin evrensel özünü boşaltmak demektir.
Düvazimam (Düvazdeh İmamdan): 12 İmamlar; 12 İmamları anlatan besteli şiir...
Ehlihak (Ehlihal): Kendinde ilahi gücü keşfetmiş kişi. (Not: Batı İrandaki Ehlihaklar, Anadolu Alevileri gibi bir topluluk olup Aliyi ilahlaştırmaları ile tanınmışlardır ki bu terim, özeldir.)
El almak: Bir uyarıcıya (mürşide) bağlanmak.
El-etek tutmak: Bir uyarıcıya bağlanmaktır.
El-etek sahibi: Bağlanmış kimse. Nasib alma töreninde bir el mürşit elinde, diğeri mürşit eteğindedir.
Elifi Tac: Alevilerin 12 İmamı sembolize etmek üzere eskiden taktıkları baş külahları...
Enelhak: Ben Hakkım, anlamına gelen ve evrenin tek varlıktan ibaret olduğunu anlatan Hallac-ı Mansurun ünlü sözü. Panteizmin özeti olan bu söz şeriatçılar tarafından küfür kabul edilmiş, söyleyenlerin boynu vurdurulmuştur.
Er: Edep ve erkâna (töre) saygılı, nefsine boyun eğmeyen kimse.
Erenler: Gerçeğe ermiş. Olgun kimse. Alevi insanı. Mürşid... Bu söz daha çok hitap olarak kullanılırdı. Sözlük anlamı ise evliya demektir.
Erenler demi: Cem törenindeki erkan ve sohbet...
Evliya: Ermiş kimse... Ermişler hakkında gerçek erenler deyimi vardır.
Eyvallah: 1) Çağırana karşı, Buyurun... Efendim... anlamında. 2) Başüstüne anlamında... 3) Bazı sözleri onaylamak için... 4) Bazı sözleri kuvvetlendirmek için... 5) Bir şeye razı olunduğunu anlatmak için...
Fakir: Ben, anlamında bir tasavvufi terim.
Fakr: Fakirlik. Tasavvufta: Elfakrufahriden: Fakirliğim, övüncümdür. Burada sözü edilen maddi varlığı terk ile Tanrıda yokoluştur. Fenafillah basamağı. Ruhun maddi dünyadan kopup Muhammed-Ali ile buluşması...
Fena: Yokluk, yokoluş.
Fenafillah: Maddi dünyadan sıyrılıp Tanrıda erimek, yok olmak. Böylece bekabillaha ulaşmak.
Feyz: Tanrının kutsaması. Mürşidin/önderin bilgisi ile ulaşılan zengin iç dünyası...
Fukara: Tarikat(yol) üyesi kişi.
Gayret kuşağı: Tığ-ı bend: İkrar ceminde bele sarılan kuşak. Yola girişteki azmi, saygınlığı vurgular.
Göçmek: Ölmek. Hakka yürümek. Kalıbı dinlendirmek.
Gönül koymak: Kırılmak, darılmak.
Gözcü: Cem töreninde, meydanda düzeni sağlayan kişi.
Gülbang: Özellikle dede veya mürşidin, törenlerde okuduğu Türkçe dua tarzında düzenlenmiş cümleler. Dua. Çerağ gülbangı, sofra gülbangı gibi... Farsça'da bülbül sesi demektir. Dede, gülbang okurken, cemde bulunanlar, uygun yerlerde Allah, Allah derler.
Güruhu Naci: Kurtuluşa ulaşmış topluluk. 72 gruptan en seçkini. İslamda çeşitli tarikatler bunun kendileri olduğunu iddia etmişlerse de bu terimi Aleviler- Bektaşiler kendileri için kullanmışlardır.
Hal: Durum, oluş. Cezbe durumu...
Hac: Asıl Kâbe sayılan insanın gönlüne yönelmek, insanın kalbini kazanmak.
Halka Namazı: Cem töreni için cem evinde toplanan Aleviler, meydana bir daire (halka) oluşturacak biçimde otururlar. Yani hemen hemen herkes, birbirinin yüzünü görür. Bu oturuş biçiminde, yüzler, camide olduğu gibi duvara doğru değil, didara (yüze, yani insana) doğrudur. İnsan fazlaysa, birkaç halka yapılabilir.
Cem sırasında gerekli yerlerde, dede Türkçe dua okurken halkadakiler yere kapanırlar ve uzun süre Allah, Allah! derler.
İşte, Alevilerin yere kapanarak yaptıkları bu secde, yüzünde Tanrı belirmiş olan insana secdedir. İnsana secde, onun yüzünde beliren, kalbinde mekân tutan Allah'a secdedir. Alevilikte, namaz, Tanrı önünde eğilmek ve onu saygıyla duymak olduğundan, halka biçiminde oturup yapılan bu secde ve anış, halka namazı olarak adlandırılır.
Halka namazı kavramı; Alevilerin namazı reddetmediklerini, fakat, onu farklı yorumladıklarını gösteren ilginç bir uygulamadır.
Harabat: Meyhane... Tasavvufta, tekke, dergah. Tanrıyı birleme yolunda olmak...
Hatem: Yüzük. Miracda Alinin Peygambere Aslan donunda gözükmesi... Aslanı geçmesi için peygamberin hatemini vermesi. Peygamber miraçtan döndükten sonra Alinin yüzüğü ona göstermesi. Burada Alinin mürşitliğine işaret vardır.
Hıdırellez: Alevi kesiminde bayram olarak kutlanan günlerden birisidir. Bu sözcük Hızır-İlyas'tan bozmadır. Bunlar ab-ı hayat (ölümsüzlük suyu) içen iki ermiş olarak kabul edilir. Bunların yılda bir kez gül dibinde buluştukları var sayılır. Hızır karada, İlyas denizde bunalanların yardımına koşarmış.
Hilafet: Bir yönetimin ardından gelen yönetim. Halef olmak. Ardalık... Peygamberin sistemini başka bir kişi tarafından sürdürülmesi. Alevilikte ise, Pirin yolunu sürdüren yeni ardalar ve onların yöntemi...
Hora geçirme: Yemeği yemek. Horden, Farsça'da yemek demektir. Yenenin hoşa gittiğini ifade için, Hora geçti denir.
Hüseyni: Alevi... İmam Hüseyin yoluna bağlı olanlar.
Işık: Alevilere 15. ve 16. Yüzyıllarda verilen adlardan birisidir. Bu ad; Alevilerin bilgisizlik karanlığını aşıp bilginin aydınlığıyla dirildiklerini; yani ışıkta olduklarını anlatmak için kendilerince de kullanılmıştır. Bu bağlamda ilk kullananın Hacı Bektaş Veli olduğu kabul edilir.
İcazet: İzin... Bir yerden ayrılırken okunan tercemana da icazet tercemanı derler. Eskiden dedelik veya rehberlik yapacaklara mürşit tarafından verilen belge, izin.
İlim: Bilgi. Tanrıya ulaştıran deneyim ve bilgi.
İkrar: Yola girmek, yola giriş töreni...İkrar cemi...
İsmiazam: İnsan...
Kâbe: Gönül...
Kafdağı: Eski inanca göre, dünyayı çepeçevre kuşatan dağ. Burada devler, ejderhalar bulunurmuş. Zümrüdüanka'nın yuvasının da burada olduğu sanılırmış.
Kafdağı, insanoğlu için bilinmezin ve başarılması zor işin sembolü olmuştur.
Kalender: İslam ülkelerinde Alevi topluluklarından birisine üye olan... Bunlar da abdallar gibi Alevilikte bulunan bir dereceyi anlatırlar. Kalenderler, sufizmin dünyayı boşlamak yönünde en dikkat çeken unsurlarından olmuşlardır. Bu unvanı kullanan Çelebilerden Alevi dedesi Kalender Çelebi 16. Yüzyılın ilk çeyreğinde Anadoluda Osmanlı baskısına karşı ayaklanmıştı.
Kamberiye: Hazreti Alinin seyisi Kamber adına eskiden takınılan kuşak.
Kan almak: Küçük aptes bozma anlamına kullanılır.
Kaygusuz: Pilav. Kaygusuz'un Mısır'dan mürşidi Abdal Musa Sultan'a pirinç yollama menkıbesine dayanır.
Kazayağı: Köy Alevilerinin Allah Muhammet Ali üçlüsünü simgelemek üzere kazayağı biçiminde yaptıkları süsleme.
Kemerbeste: Talibin beline sarılan tığbende, Allah, Muhammed, Ali için üç düğüm atılması ile oluşan kuşak.
Kesret: Çokluk: Tasavvufta, aslında tek olanın değişik görüntülerinin ortaya çıkması...
Kesrette vahdet: Çoklukta teklik: Vahdeti vücud. Her şeyin birden (Tanrıdan) ibaret oluşu...
Kevser: Cennetteki soğuk, tatlı, insanı hiç susatmayan havuz ve suyu. Bunun sakisi Alidir. Cemlerde alınan şerbet veya dem de Kevserin sembolik hali sayılır.
Kıble: Alevilikte, insanın yöneldiği yer yine insan olduğu için, kıble insandır. İnsanda bulunan gönüldür.
Kırklar: Alevilikte kutsal 40 kişinin oluşturduğu meclis. Bunların içinde Selman ve Hazreti Ali ile Fatıma Ana da vardır. Bunların kadın erkek olduğu ayırt edilmemiştir. Öyle ki Peygamber bile buraya ancak yoksulların hizmetçisi olmayı kabul ederek girebilmiştir. Kırklar meclisi ise Alevilerin sünni ideolojiye karşı tepki olarak oluşturduğu konumu anlatır. Cemevi, Kırklar Meydanı'dır. Cemde sunulan içecek de Kırklar Dolusu/şerbeti diye nitelendirilmiştir.
Kızıldeli: Bektaşilikte şarap. Kızıldeli Sultan, Seyyid Ali Sultanın lakabı olup bugün Bulgaristanın Dimetoka ilinde dergahı vardır.
Kuran: Hakikatler kitabı. Kuran-ı samit (Sessiz Kuran): Bu Kuran, yazılı haldeki harflerden, cümlelerden oluşan metindir. Kuranın şeklini anlatır. Kuran-ı natık: Konuşan Kuran. Kuran-ı Natık, Hazreti Alidir. Bu sözü o Sıffında, Kuranın mızrakların ucuna takılması sırasında söylemiştir. Dediği özetle şudur: Bu bir hiledir: Mızrakların ucundaki Kuran değil, yazılmış sayfalardır. Asıl Kuran buradadır: Ben Konuşan Kuranım.
Kurban: Nefis... Hak yoluna kendi canından geçen insan... Cemde, lokma edilerek yenilen koyun, ekmek veya elma... Horoz, yoksa tuz, yoksa, bir tas su bile kurban yerine geçer.
Anadolu Aleviliğinin bugünkü kurallarını önemli ölçüde Hacı Bektaş Veli ardası Abdal Musa belirlemiştir. Bu nedenle kendisi büyük saygı ile anılır. Abdal Musa adına özel cem yapılır ve özel kurban kesilir. Abdal Musa, bu yönüyle Hacı Bektaş Veli'den bile öne çıkar.
Kurban tığlamak: Kurbanı kesmek. Tığ Farsça'da kılıç demektir.
Kelime-i şahadet: Alevilikte Sünnilik arasındaki en önemli ayrım, kelime-i şahaddetin sonuna eklenen, Ali, Tanrı'nın velisidir anlamına gelen Ali'yyün veliyullahtan doğar.
Kelime-i tevhit: Aleviler Kelime-i tevhit'i şöyle söylerler: La ilahe illallah, Muhammed'en resulullah, Ali'yyün veliyullah
Lamekan: Mekansız. Tanrı. İlahi Hakka ulaşan kişinin durumu.
Lokma: Yemek... Kurban yemeği... Yemekten bir parça. Yemek yiyelim, yerine; Lomka edelim, lokma görelim, derler.
Mangır: Para. Mangır, paranın en adisi, en ufak bölümüdür. Bu deyimde parayı aşağılık görme ifadesi vardır.
Mengüş: Evlenmemiş Bektaşi dervişlerinin kulaklarına taktıkları at nalı biçimli küpe.
Mevali: Köle
Mevt: Ölü. Ölmeden önce ölmekte olan bireyin durumu.
Meydan: Alevilerde ibadet yeri olan cem evinde toplanılan yer. Bu tören odası meydan diye adlandırılır. Buraya ibadet meydanı, Erenler Meydanı, Kırklar Meydanı da derler.
Cami ve meydan: Meydan odası, Bektaşi ve Alevi'nin ibadet mahalidir. Bunu cami ile mukayese edelim (Bedri Noyan Dedebabadan özetle)
Camiye gündüz girilir, orası sırata tabidir. Meydana ise gece girilir, zata mazhardır. Yani cami gündüz açık, gece kapalı; meydansa gündüz örtülü, gece açıktır. Cami sıfatlar âlemi, meydan, zat-ı ilahi sırrıdır.
Camide şeriat, meydanda marifet vardır.
Camide ibadet, meydanda ibadetle beraber tevhit için toplanılır.
Cami, Âl-i İmran suresindeki İnsanlar için ilk kurulan ev Mekke'deki evdir ki kutludur diyen ayetlerle sınırlıdır. Meydan ise Hangi tarafa dönerseniz Allah'a ibadet ve itaat ciheti orasıdır lüzumundadır. Meydan Beyt-ül mukaddes'tir. Kutsal evdir. Gayb erenlerinin (Rical ül-gayb) toplantı yeridir. Mahşer yeridir. Uhrevi doğuş alanıdır. Meydan ezelin başlangıcı, ebedin sonudur. Can alınıp can verilen, peyman (yemin, söz) alınıp ikrar verilen yerdir.
Meydan, öğünülen kabirdir. Ölmeden ölen için, ezeli kudretin meydana vurduğu Nun velkalem noktasıdır. Âdem'in mebde ve miadıdır (önü-sonu). Meydan, ezeli sahne, Ali'nin isteği, tecelli makamı, Tanrı evi, İlahi aşk bahçesi, Tanrı sırrının niyaz sayfası, Yarıtıcı'nın sırlarını meydana vuruş alanı, âşıkların cennetidir.
Cami, Bakara suresindeki Yüzünü mescid-il haram tarafına döndür ayeti ile sınırlıdır. Meydan, Doğu tarafı da, batı tarafı da Allah'ındır hükmüne uymuştur.
Cami, dünya meydanı, meydan, büyük mahşerdir. Cami, hayat örneği; meydan, ebedi hayata götüren ölüm sahnesidir. Camide ibadet, borcu ödemek; meydanda niyaz, Miraca varmak içindir. Cami, güven yeri; meydan kurban yeri, sonsuz saltanat yeridir.
Camide taştan mihrap ve duvar var. Meydanda nurdan Elestü mihrabı...
Camide kıbleye dönüş var, meydanda karşılıklı kıble oluş... Camide hoca ve müezzin var, meydanda mürşit ve rehber... Camide sonradan konma bir minber var... Meydanda, Muhammet tahtı var; Tanrı elçisinin Gadiru Hum'daki konuşma kürsüsü var... Camide Muhammet ezanı; meydanda muhabbet ezanı var. Camide yazılı Kuran, meydanda konuşulan Kuran okunur.
Camide, Amin, amin derler; meydanda Allah, Allah!..
Camide, ateş korkusu, Cennet için yalvarış (havf ve reca) varken, meydanda her ikisinden de geçilerek Tanrı rızası ve cemal aranır, bulunur.
Meydan odasının duvarlarında münasip resim ve yazılar, sanatkârane yazı levhaları bulunur.
Meyhane: İçki içilen yer. Tasavvufta tekke veya dergah. Tanrısal sırra ulaşılan yer.
Mihman: Konuk... Alevilikte misafire çok önem verilir. Her gelen konuk Hz. Ali olarak görülür ve en iyi biçimde ağırlanır. Bu saygı, hem insani, hem dini bir zorunluluktur.
Miraç: İsteklerin nasip almasıdır. Peygamberin Tanrı yüzünü, Hak yüzünü görmesini temsil eder.
Muharrem orucu: Kurban bayr******* 20 gün sonra başlayan, Alevilerin İmam Hüseyin'in şehit edilmesinden duydukları üzüntüyü dile getiren oruç. 10 Muharrem günü biter. Sonunda aşura denilen çorba veya yemek yenilir.
Münafık: İçi dışı bir olmayan. İnanmadığı halde inanır görünen.
Mürşit: Alevilikte Hz. Ali... Onu temsil eden dede... En üst makam. Ocak temsilcisi dede. Baş Çelebi.
Müsahip: Aleviliğin temel kavramlarındandır. İki Alevi ailesinin dünyada ve ahirette kardeş olmasıdır. Kan kardeşliğinin dışında ikinci bir kardeşlik düzeni oluşturulmuş ve buna da yol kardeşliği (müsahiplik) denilmiştir.
Kardeşliğin temeli; Hz. Muhammet'le Hz. Ali'ye değin uzanır. Hz. Muhammet, Medine'ye göç edince; Medine'de her göçmenle bir yerliyi müsahip yaptı. Kendisi de Hz. Ali ile müsahip oldu.
Bu sistem ile, hem sosyal dayanışma oluşmuş, hem de bölüşümcü bir anlayış yaratılmıştır. Çünkü müsahiplerin malı birbirinin malıdır. İşte ve sıkıntıda bu aileler birbirlerine yardıma koşarlar. İnsanların müsahip olarak görülmeleri cem töreni ile gerçekleştirilir. Bu cemlere de görgü cemi adı verilir.
Nasip almak: Tarikate girmek.
Nazar: Nazar, bakış demektir. Bektaşiler, Ehl-i dilin nazarı toprağı cevher eder diye nazara değer vermişlerdir. Bakış ile güzellik görülür. Yine onunla aşka ve gerçeğe varılır. Pirin nazarı ile, yani insanı olgunlaştıran bir bakışın himmeti, yardımı ile canın da gözü açılır. Ondan sonra bakma, görme haline döner.
Bektaşiler, karşılarındakine siz yerine Nazarım derler. Bu da, Görüşü benim gibi olan demeye gelir.
Nefes: Didaktik Alevi şiirlerine verilen addır. Dedenin veya pirin manevi gücüne de nefes denilir.
Nefs (nefis): İnsanın içindeki yıkıcı arzular ve kötü duyguların tümü. Alevi felsefesinde insan nefsi, onun için en büyük düşman (adu-yı ekber) kabul edilmiştir. Bu nedenle de en büyük savaş insanın kendi içinde, kendi nefsine karşı verdiği savaştır. Aleviler; gaza ya da cihat deyince Sünnilikten çok farklı olarak, insanın kendisini terbiye etmesini anlarlar. Bunun için de Şah Hatayi, Âdem öldürsen kan olmaz./Nefis öldürsen kan olur diyerek bu düşünceyi hayata geçirmiştir.
Nezir: Adak, armağan anlamınadır. Uğur olsun, bereket olsun diye dedeye verilen hediyeye de nezir derler.
Niyaz: Niyaz önemli erkândan biridir. Sözlük anlamı, yalvarma, dua demektir. Sevilen, sayılan, kendisine bağlılık duyguları beslenilen bir insana, mürşide karşı yapılan hürmettir, onun önünde eğilmedir. Sosyal ve dinsel durumları aynı olan bireylerin yanaklarını birbirine değdirerek hafif uzaktan kucaklaşması da niyazlaşmadır. Ceme katılan erkekler erkeklerle, kadınlar kadınlarla niyazlaşarak birbirlerinden razı olduklarını gösterirler. Niyazlaşma, toplumda barışın olduğunu, sorunun bulunmadığını gösterir. Alevi niyazını gerici kesim, insana tapma gibi yorumlamış ve yermiştir. Niyaz, gerçekte niyaz edilen insan yoluyla Allah'adır...
Dedeye karşı olan niyaz duruşu peymançe (Aslı pay maçan) şöyledir: Sağ ayak başparmağı sol ayak başparmağı üzerine konur. Kollar göğüste sağ üstte, parmaklar düz ve açık olarak çaprazlanır. Her elin orta parmağı ucu öbür taraf omuzbaşı istikametine gelecek şekilde tutulur. Baş, biraz öne eğilmiş olarak durulur.
Ayak başparmaklarını üst üste koymaya ayak mühürlemek derler. Bu niyaz duruşunu almaya da peymançeye geçmek derler. Bu duruşa, dara durmak da denilir.
Ocak: Dedelerin bağlı bulunduğu çekirdek aile. Ocaklar, değişik soy zinciri ile 12 İmamlara bağlanırlar. Bu ailelerden gelenlere de ocakzade denilir.
Anadoluda 40 dolayında ocak olduğu saptanmıştır. Aleviler, ocakzadeler tarafından görülmüşlerdir. Yalnız kent Bektaşilerinde ocakzade dede geleneği yoktur. Burada yeterlik ve liderlik ile dedelik makamına (posta) oturulur.
On iki hizmet (On iki post): Cemde yürütülen hizmet sayısı, 12 İmamlara bağlanmış olduğu için 12'dir. Bu hizmet sahiplerinden mürşit, rehber ve pir için post vardır. Diğer hizmetler, yalnızca hizmet olup posta bağlı değildir. Gerçekte post sayısı 3, hizmet sayısı 12'dir.
Alevilikte, Mürşit Postu, Hz. Ali makamıdır. Tarikat (batın) Ali'nin olduğu için o mürşittir. Cebrail'i de en evvelki yaratılışın sırasında aydınlatıp mahvolmaktan kurtardığı için onun mürşidi de sayılır.
Bu yüzden, Ali, Mürşittir, Muhammet ise rehberdir.
12 Hizmetin adı ve makam sahipleri Alevilikte, yolun uygulamalarına göre değişiyor. Hatta, dedebaba geleneğine göre Mürşit postu, peygambere, rehber postu Ali'ye ait gösteriliyor. Gerek Çelebiler, gerek Ocakzadeler, bunu kabul etmezler. Bu hizmetler cem bölümünde belirtilmiştir.
On sekiz bin âlem: Eski inanışa göre 18 âlem vardır. Araplar, bunu son sayı olan binle anlatmışlar, böylece de on sekiz bin âlem kavramı ortaya çıkmıştır. Bunlar: 1- Tanrı'nın aktif belirtisi sayılan aklı küll, 2-Al-ı küllden doğan pasif yetenek olan nefs-i küll, 3- 9 tane gök, 4- Dört tane unsur, 5- Üç tane de mevluttur (Maden, nebat, hayvan).
Oruç: Gerçek olmayana, yanlışa, kötüye karşı insanın takındığı korunmacı tavırdır. Nefsin terbiyesidir. Aleviler, Muharrem ayında 12 gün matem orucu tutarak İmam Hüseyin'i de anarlar.
Örtmek: Kapanmak... Ağzını ört, kapıyı ört derler. Kapa sözünü kullanmazlar.
Padişah: Tanrı... Tanrı varken, onun yansıması olan insan da var olmuştur. Bu nedenden, Tanrı da en eskidir; insan da... Buna Kul kadim, padişah kadim denilmiştir.
Palheng: Eskiden, 12 İmam'ı simgeleyen 12 köşeli olarak yontulan taş.
Paymançe: (Pay-maçan): Mürşit karşısında yalvarma duruşudur. Ayaklar mühürlenmiş, kollar göğüste çapraz, baş öne eğik duruş.
Pençe: Çelebi geleneğinde, talibin sırtı görgü sırasında değnekle değil elle sıvazlanır. El, pençe anlamındadır. Bu yöntemi uygulayanlara Pençeciler denilir.
Post: Dedelik makamını anlatır. Burada mürşit veya pir konumundaki dede bulunur. O, dinsel ve hukuki liderdir ve töreni yönetir. Posta ancak ocakzade bir dede oturabilir. Posta durmak, görgü yapmak (cem törenini yürütmek) demektir. Bunu da ancak her ocaktan bir dede yapabilir. Ocaktan herkes dede olamaz.
Rafızi: Bu terimi geçmişte Sünni alimler Alevileri anlatmak için kullanmışlardır. Rafızi adı altında anlatılanlar Şii toplumu yani Alevi kitledir.
Sünni kesim yalnız kendilerini Müslüman görüp kendilerine benzemeyenleri ise dinden sapmış sayıyordu. Ve Rıfızi diyordu.
İmam Şafii bir şiirinde Aliyi sevmek Rafızilikse-Bütün dünya bilsinki bende Rafıziyim. demiştir. Günümüzde Alevi denilen kesime geçmişte Ali yandaşları oldukları için Rafızi denilmiştir. Sünni meshep kitaplarında bulunan Rafızi sözü ile Aleviler anlatılmıştır.
Rıza Lokması: Cem töreni sırasında pişirilen kurbandan yenen lokma. Kurban kesilmeyen cemlerde, evlerden getirilen ekmek ve çöreklerin doğranarak karıştırıldıktan sonra lokma edilmesiyle yenen lokma. Bu lokma, kutsaldır. Alevilikte manevi birliği, toplumsal bir oluşu, dayanışmayı dile getirir.
Safa-nazar: Uyarıcının yol evladına olgunlaştırıcı, onun gözünü açıcı bakışı, ilgisidir. Evladın da evrendeki her nesneye vahdet (birlik) gözü ile bakmasıdır.
Saki: Cem töreninde dolu veya şeker şerbeti dağıtana denir. Muhabbet sofrasında üçleme denilen üç yudumluk içkiyi dağıtmaya görevli olana da saki denir. Daima erkeklere verilen bir görevdir. Dergahın içme ve kullanma suyunu taşıyan dervişe de Saka denirdi.
Samah (Semah): Saza ve âşığın (zakirin) okuduğu nefese uyarak yapılan kutsal dini dans. Semah, Alevi din törenlerinin vazgeçilmez öğesidir. İlk semahı Kırklar'ın yaptığı söylenir. Cem töreninin zorunlu uygulaması olan samah dört türlüdür: 1- Kırklar Semahı, 2- Tevhit Semahı, 3- Hizmet Semahı 4- Öğretici-eğitici-belletici semah.
Sema sözcüğünün halk dilinde aldığı biçim olduğu sanılan semah; önemli ölçüde eski Türk dini Şamanizmin etkisini taşır. Fakat, semahın asıl anlamı insanın cezbeye kapılarak kendisinden geçmesini ifade eder. Bu cezbeye kapılışla ayaklar yerden kesilir, gökyüzüne (sema) doğru yükselinilir. Burada maddi dünyadan geçiş söz konusudur.
Osmanlı din adamları, semaya ve raksa sürekli olarak karşı çıkmışlar, bunları kâfirlik belirtisi ve kanıtı saymışlardır.
1528 yılında kent Alevilerinden Hamzavi Şeyhi İsmail Maşuki (Oğlan Şeyh) idam edilir. 12 halifesi ile birlikte öldürülen bu 20 yaşındaki bilgin için idam kararını Şeyhülislam Ebussuud Efendi verdi. Bu idamla ilgili fetvalar arasında raksla ilgili bölümler de bulunmaktadır. Osmanlı'da Karşı Düşünce adlı kitabımızdan bu bölümü aktarıyoruz:
Soru: Suçlu görülerek öldürülen Oğlan Şeyh dedikleri kişi zulmen öldürüldü diyen insanlara ne yapmak gerekir?
Cevap: Onun mezhebinde ise öldürülür...
Soru: Tarikat kesminin önderlerinden bir vaiz (İsmail Maşuki) camilerde ve kürsülerde açık açık, Zikr halkasından, ibadet niyetine raks ve devran etmek helaldir ve bunun helal olduğu ayetle ve hadisle kanıtlanmıştır. Allah'ı ayakta iken otururken, yanlarınız üzere yatarken de anın diyen ayetin manası, yüce Allah'ı her durumda anın demektir. Raks da hal-i kıyama dahildir (Namaz gibidir) demiştir. Yine, 'Kim kendini bir millete benzetirse ondandır' diyen hadis gereği, raks, gökte dolaşan meleklere benzemektir. Tanrının peygamberi bile raks etmiştir. Hatta kutsal ridası arkasından düşmüştür. Bu durumu peygamberin yakınları olan büyük insanlar söylemişlerdir, hatta İmam Şafii ve Muhammed Gazali de anlamıştır dese... Tarikat önderi yine, 'Bu bir zevk halidir... Tatmayan bilmez' demişler... Haram diyen desin. Biz helal bildiğimiz şeyi bırakmayız... dese. Tarıkatçının gösterdiği bu kanıtlar gerçek kanıtlar sayılıp sözüne değer vermek doğru olur mu? Eğer söyledikleri doğru sayılmazsa bu tarikat önderine ne yapılması gerekir?
Cevap: Yukarıda anılan yüce ayette raksa izin konusunda hiçbir işaret yoktur. O çirkin işin doğruluğuna inanan ve ayeti tanık olarak kullanan kişilerin iman ve nikâh yenilemeleri gerekir. Zira, kelamullahın anlamını bozarak kendi isteklerine uydurmuşlar. Sözü edilen hadis doğrudur... Fakat, insanların hareketini meleklerinkine benzetmek doğru değildir. Zaten şimdiki zaman sufilerinin ettikleri raks da gerçekte kâfirlerin horon tepmesidir ve bunların eylemleri kâfirlerinkine benzer.
Büyük peygambere raks etti, demek küfürdür. Çünkü raks aşağılık insanların işidir. Peygamberlerden birisine aşağılık eylem yüklemenin küfür olduğu fetva kitaplarında yazılıdır. Peygamber dönemindeki ululardan, sözü edilen işin (raksın) çıktığını söylemek yalan ve iftiradır. İmam Şafii'nin söylediği ileri sürülen söz de yalandır. Hiçbir din bilgini, raks helaldir, dememiştir. Yalnız semada çelişkiye düşmüşlerdir.
Dinsel yorumlarda, din bilginlerinden (Sünni alimler) başka kimselerin, İmam Gazali ve benzerlerinin sözlerine güvenmek doğru değildir.
Bu biçimde, kötüyü güzel göstererek, yalan dolancılıkla Şeytanlaşarak halka vaaz eden kişiler sapık azdırıcılardır. Bunlar kâfir olmuşlardır. Şiddetli cezalar ve hapisle önlenmeleri gerekir.
Eğer bunlar yasaklanmaz ve uslanmaz, Alimler zevk sahiplerinin sırlarını bilemezler diyerek büyük suçlarında direnirlerse, dinsizdirler, mutlaka öldürülmeleri gerekir. Bundan sonra tevbeleri de geçerli olmaz...
Soru: Tarikat önderlerine, Zikrullah ederken devran ve rakks haramdır. Bu yararsız işin küfür olduğu fetva kitaplarında açıklanmıştır. Ayrıca günümüz müftüsü de bu biçimde fetva vermiştir. Bunu niçin bırakmıyorsunuz? denildiği zaman; Bizi, şarap içmekten ve buna benzer kötü alışkanlıklardan alıkoyuyor. Bazı sapıkların gönlünü değiştirerek Tanrı'yı anmasına neden oluyor diye cevap veriyorlar. Gerçektende öyle olsa, bu duruma o niyet ile izin verilir mi?
Cevap: Verilmez. Bu, şeytanca olan sanı türünden bir aldatmacadır. Günahtan ibadet doğduğu nerede görülmüştür?.. Onların yaklaşmak istedikleri şey, başka bir günahtır. Zaten Cehennemlikler, uygun da olsa, ateş katlarının birisinden diğerine geçmekte kurtulmuş olmazlar.
Soru: Bir tekkenin mescidinde değişik kişilerle genç oğlanlar toplanır, değişik nağmelerle tevhid ederken, (Tanrı'yı birleyen müzikle vecde gelirken) bunu değiştirerek kimi zaman dil-i men, can-ı men deseler... Kimi zaman da, Sen bir ulu sultansın, canlar içinde cansın/Çün ayan gördüm seni, pinhan kapısı değil yahut Cennet cennet dedikleri bir ev ile birkaç huri/İsteyene ver sen anı, bana seni gerek seni... biçiminde beyitler okusalar (Bu şiirler Yunus Emre'ye aittir.) ve göğüslerini döverek şaşılacak hareketler yapsalar. O yerde oturunlardan bazıları tekkeye giderek buranın şeyhine,
Niçin böyle hareketlere razı oluyor ve yaptırıyorsun? diye sorsalar, Şeyh de, Size ne, deyip 'Cinleri ve insanları ancak bana kulluk etmeleri için yaratmışımdır' diyen ayetle cevap verse, bu şeyhe dinsel olarak ne yapmak gerekir?
Cevap: Bunların halleri ve sözleri tam anlamıyla fuhş olduğu gibi, cennet hakkında dedikleri kötü sözler de açık bir küfürdür. Bu kişilerin öldürülmeleri yasalara uygundur.
Şeyhleri olan dinsiz, Yaparlarsa ne olur? demekle kâfir olmasından başka, bir suçu tapınma sayarak yüce ayeti buna kanıt göstermekle yine kâfir olur. Bu inançtan dönmezlerse kesinlikle öldürülmelidirler.
Soru: Şeyhlerden veya tarikat yolundakilerden bazılarına, birisi, Siz, niçin namaza ve zekâta ilişkin çaba göstermiyorsunuz? dese, karşıdaki de, Batın ilim (öz) yanında, zahir ilim (biçim) utanılacak bir durumdur. Batın ilmiyle uğraşan kişi zaten zahir ilmini anlar dese, ona ne yapmak gerekir?
Cevap: O da dinsiz ve günahkârlardandır. Onun yargısı, dinden dönenin yargısı gibidir. Bu geçersiz düşünceden dönmezse öldürülmesi gerekir.
Semahın, yalnız erkeklerle yapılan biçimi sayılabilen ve çok basmakalıp olan Mevlevi semaları bile Osmanlılar zamanında şiddetli tartışmalara konu olmuştur. Yalnız İstanbul'da değil, Anadolu'da da semaha karşı cihat açıldığı anlaşılıyor. 69 Numaralı Mühimme Defteri'nde gördüğümüz bir ferman bu konuda aydınlatıcıdır. 1652 (h. 1001) tarihli padişah fermanında özetle şunlar söyleniyor: Anadolu Beylerbeyi ve Kütahya Kadısına hüküm: Satamonu'da yatmakta olan Şeyh Şaban tarikatından insanların zikr sırasında devran ettikleri (döndükleri, sema yaptıkları) bildirilmiş ve bunların katledilmeleri gerektiği söylenilmiştir. Devran edenlerin katledilmeleri yolunda fetva veren Hacı Bayram neslinden şeyhin fetvasına uyulmaması... Devranın, katli gerektirmediği bildirilir.
İşin ilginç yanı, semaya bile karşı çıkan Hacı Bayram neslinden şeyhin atası olan Hacı Bayram Veli'nin koyu bir Alevi olmasıdır. Osmanlının baskısıyla bu kol Sünnileşmiştir. Ne demişler?... Sonradan olmanın (dönmenin) Müslümanlığına derman yetmez...
Secde: Yere kapanmak veya saygı ile eğilmek. Secdeyi, yalnızca alnı yere koymak biçiminde algılamak yanlıştır. Secde, ayinlerde makamlara yapılır. Alevi geleneğine ve dede kaynaklarına göre değişik biçimlerde olur.
Serçeşme: Bir yolun en ulu piri... Hacı Bektaş Veli...
Seyyah çıkarmak: Seyahat vermek. Bir devriş veya cana bir haberin ulaştırılması, ziyaret için verilen görev.
Töreye uymaz iş yapanlara da bir süre için dergâhtan uzaklaştırılmak, sürgün etmek için verilen ceza.
Seyyit: Soyu İmam Hasan'a ulaşan kişi. Zaman içinde bu kavram özelliğini değiştirmiş ve soyu 12 İmamlara çıkan insanlar için kullanılır olmuştur.
Sırlamak: Hakka yürüyeni toprağa gömmek. Yanan bir mumu söndürmek. Bir şeyi söylememek, gizlemek anlamına da gelir.
Sofi(Sufi): Tarikat (Alevilik) kurallarını kabul etmiş talip. Daha sonra bu söz, tutucu Sünnileri anlatmak üzere sofuya dönüştürülmüştür.
Sofi Sürekleri: Anadoludaki Alevilerin yolları, ibadet biçimleri, ocakları. Sofi Sürekleri Erdebil tekkesine bağlıdır.
Sımat (Somat): Sofra demektir. Kusal sayılır. Aleviler; Sofra Ali'nin, mihman Ali'dir derler.
Soyunmak: Bir dergâha, bir mürşide bağlanmak. Nasip almaya gelmek. Dünya ile ilgisini kesmek, onu üzerinden atmak anlamınadır.
Sultan: Alevi büyükleri... Manevi dünyanın liderleri için onları siyasal sultanlarla aynı değere sahip gösteren sıfat. Balım Sultan, Seyyit Ali Sultan, Pir Sultan gibi...
Şah: Alevilerde, Hz. Ali'ye ve onun soyundan gelen 12 İmam'a verilen ad. Buradaki şahlık, maddi dünyanın değil, manevi dünyanın ve bilgi dünyasının şahlığıdır. İran padişahlarına verilen şah unvanı ile Alevilikteki şahın ilgisi yoktur. Alevilikte ilk şah, şah-ı velayet (velilerin şahı) olan İmam Ali'dir. İmam Hüseyin ise şehitler şahıdır.
Şah İsmail'in şah unvanı ise, onun padişahlığından kaynaklanmaz. Aleviler onun Şah Hatayi olarak bilirler. Bu şahlık ise, onun Alevi yolunun büyük pirlerinden birisi olmasından kaynaklanır. Zaten Aleviler, onun padişahlığı bulunmayan dedelerine de yol büyüğü anlamında şah derler.
Şerif: Soyu İmam Hüseyin'e ulaşan insanlar. Dedeler. Bunlara mürşit de denilir. Bugün Türkiyede şerif sözü yerine seyyit kullanılır. (Çoğulu: Sadat)
Talip: Talep eden. Alevilerde dedelerin dışında kalan genel kitle. Talip, Hakkı talep eden anlamında kullanılır. Her talibin, bulunduğu köyle birlikte bağlı olduğu bir ocak (dede kolu) bulunmaktadır.
Tarik: Çubuk. Ocakzade geleneğinde, görülen canlar, Zülfikar'ı temsil edilen bir değnekle sırtları sıvazlanarak terbiye edilirler. Bu yöntemi kullananlara değnekçiler de denilir.
Tarikat: Tanrıya ulaştıran yol. Aleviler, eskiden kendilerini tarikat ehli saymışlardır.
Tavşan yemezlik: Aleviler, tavşan yemezler. İslamiyette mekruh sayılan bazı hayvanlar vardır. Bunların başında domuz gelir. Aleviler, tavşanı da aynı kategoride görürler. Bu tavşan yemezliğin bazı nedenleri vardır. Bunların başında, tavşanın aybaşı olması gelir. Ayrıca bu hayvanın eti, kan pıhtısı gibidir. İnsana tiksinti verir ve özel bir çaba ile temizlenmesi gerekir.
Tavşanın kafası kediye, kulağı eşeğe, ayakları köpeğe, burnu fareye, kuyruğu domuz kuyruğuna benzer. Bu hayvanların hiçbirisi de Müslümanlar tarafından yenilmez.
Tavşanın yenilmemesinin nedenleri arasında, bu hayvanın eskiden bazı Türk boylarının totemi (dokunulmaz hayvanı) olmasının izleri de bulunmalıdır.
Aleviler, maymunu da tiksintiyle karşılarlar. Ayının da adını anmazlar. Baykuşu uğursuz, kekliği fesatçı sayarlar. Buna karşın, turna kutsal sayılır. Onun sesi, Hz. Ali'nin sesi gibi algılanmış, uçuşu da Kırkların semah etmesine benzetilmiştir.
Geyik de kutsal sayılan hayvanlardandır. Öldürülmez. Güvercin de Hacı Bektaş Veli'nin donuna girdiği kuş olarak mazlumluğun sembölüdür; kutsaldır. Kırlangıç kuşu da uğurlu kabul edilir. Koyun da kurban varlığı olarak kutsaldır. At ise darda kalanın imdadına yetişen hayvan olarak sevilir. Bunun dışında bütün sağmal hayvanlar sevilir, hoş tutulur. Özellikle; Pir Sultan Dede'nin dediği gibi, Koşumdan koşuma gözünden öpün/İrençberler hoşça tutun ****ü öğüdüne uyularak ekonominin direği olan ****ler sevilir. Horoz; süslenir... Tavuk korunur. Alevi düşüncesinde; zararlı küçük hayvanlara bile hoşgörü ile yaklaşıldığını; bu hayvanlarla ilgili taşlama şiirlerinde açık açık görüyoruz. (İlginç örnekler için, Halk Şiirinde Başkaldırı adlı kitabımızın Hayvanlara Yönelik Taşlamalar bölümüne bakınız.)
Tevhit: Birleme, bir olduğunu söyleme. Özü, Lailahe illallah'tır. Alevi cemlerinde, müzik eşliğinde, Lailahe illallah, Muhammed'en resulullah, Ali'yyün veliyyullah sözlerinin değişik kompozisyonlarda söylenmesiyle tevhit çekilir. Özellikle, Ali'nin Tanrı'nın velisi olduğunu vurgulayan kompozisyonlar tevhitte ön plandadır. Bu sırada, vecde gelen topluluk, halka halinde diz üstü otururken sağa sola doğru eğilerek ritmik biçimde şaplak vururlar. Bu harekete tevhit çekmek denilir. Tevhit, cem sırasında değişik bölümlerde, uygun müzik ve şiirle birlikte çekilir. Tevhit çekmek, bir dans veya oyun değildir, dinsel niteliklidir, cem töreninin bir parçasıdır.
Tekke: Eskiden, Alevi büyüklerinin oturup halkı dinsel ve toplumsal yönlerden eğittikleri makamlar. Buralar, bir Alevi büyüğünün yatırı çevresinde oluşturulan yerlerdi. Halkın yoğun ilgisi yüzünden, Osmanlılar zamanında, Sünni nitelikli tekkeler kurulmuş, buralara devlet büyük miktarda paralar akıtmıştır. Alevilik otoritesini parçalamaya yönelik bu çabalar sonucunda, her yanda tekkeler oluşmuştur. Tekkecilik (ayrı baş çekme) geleneğinin nedeni de budur.
Tevil: Alevi felsefesini açıklarken sözünü ettiğimiz bu kavram, Alevi düşüncesinde çok önemlidir. Kuran'ı ve hadisleri, insana ve gerçeğe yönelerek açıklama sanatıdır. Bunun en ilginç örneklerini İsmail'i Alevilerin Nizari kolundaki alimler vermişlerdir. Burada bazı tevil örnekleri vererek konuyu somutlaştıralım.
Kelime-tevhid yani la ilahe illallah ibaresi iki kısımdır. Bu ibarenin birinci kısmı yani la ilahe kısmı nefydir (yadsıma, inkâr). İkinci kısmı yani illallah kısmı ise ispattır. Demek ki kelime-i tevhit iki kısımdır. Bu ibarenin, Arapça yazıldığı takdirde, üç cins harf ihtiva ettiğine şahit olmaktayız. Bunlar da lam, elif ve he'dir. Bu üç harf; akla, nefse ve feleke işarettir. Kelime-i tevhidin 4 kelimeden ibaret olması, insanın 4 tabiattan oluştuğunu gösterir. 7 heceden ibaret olması; insanın 2 gözü, 2 kulağı, 2 burun deliği ve bir ağzı olmak üzere 7 organına delilidir. 12 harf de insanın ayrıca 12 uzvuna işarettir.
Dünya da kelime-i tevhit gibi iki kısımdır. Dünyanın bir kısmı mamur, diğer kısmı haraptır. Ayrıca 4 yön vardır. Doğu, batı, güney ve kuzey. Dünya'da 7 iklim ve 12 büyük ada vardır. Felekler de aşağı ve yukarı olmak üzere iki kısımdır. Feleklerde 7 gezegen 12 burç vardır.
Kelime-i tevhidin kelimelerinin de özel anlamları vardır: La, daiye ilah, huccete, illa, imama ve Allah'a delildir.
Zekât: İlmi, Batıni mezhepten olanlara yaymaktır.
Hac: İmam'ı ziyaret edip hizmetinde bulunmaktır. Hac; Ali B.Ebi Talib ve Beyt de İmam-ı masum gibidir.
Cenabet: Yola alınan kişinin, gerekli olgunluğa erişmeden önce sırları öğrenmesidir.
Gusul: Ahdi yenilemektir.
Cima: Ahdi olmayana ve kurtuluş sadakası vermeyene sırları açmaktır.
Zina: Batın ilmi tohumunu kendisinden söz alınmayan kimseye vermektir.
İhtilam: Sırrı ehil olmayan kimseye vermek hususunda dilin acele etmesidir. Böyle bir suç işleyen kimsenin ahdi yenilemesi lazımdır.
Temizlenmek: İmam'a uymak ve bütün diğer mezheplerin görüşlerinden sıyrılmaktır.
Oruç: Sırrı açıklamaktan kaçınmaktır.
Kâbe, nebi; babı (kapısı), Ali; Safa, nebi; Merve, Ali'dir.
Dini emirler: Batıni ilimleri bilmeyen cahillerin görevleri... Batıni ilimleri öğrenenden, dini emirler düşer.
Hz. Nuh'un tufanı: Sünnet'e tabi olanların zahiri ilimde boğulmasıdır.
Hz. İbrahim'in ateşi: Gerçek ateş olmayıp Nemrud'un gazabıdır.
Hz. Musa'nın asası: Odun parçası değil, onun delilidir.
Deniz'in ikiye ayrılması: Hz. Musa'nın ilminin bölünmesidir.
Deniz; âlemdir. Bulut, Hz. Musa'nın tayin ettiği imamdır.
İblis ve Âdem: Ebubekir ve Ali... Çünkü Ebubekir'e Ali'ye secde etmesi hususunda emir verildi. Fakat o bu emirden hoşlanmadı ve kibirlendi.
Deccal: Ebubekir demektir. O şaşıdır. Çünkü batın gözüyle değil, zahir gözüyle baktı.
Yecuc ve Mecuc: Ehl-i zahiri gösteren rümuzlardır.
Cebrail: Hz. Peygamber'de yoğunlaşan akıldır. Cebrail bir varlığa sahip değildir.
Kurân: Hz. Muhammet'e yansıyan bilgilerin onun tarafından yorumlanmasıdır.
Alamut İsmaillileri de denilen Nizariler, buna benzer tevilleri değişik konularda yapmışlardır. Yalnız bütün alevi topluluklarında (Örneğin, Anadolu'daki 12 İmam Aleviliğinde) ve her bölgede aynı tevilin yapıldığı ve kabul gördüğü söylenemez.
Tuba: Kökü yukarıda, dalları aşağıya sarkan Cennet ağacı. Bu, Alevi felsefesinde insandır.
Vahdet: Birlik... Tanrıyı birlemek.
Velayet: Ebedi gerçeğin şeklinin zıddı. Öz. Dinde, iç anlamı temsil eden. Tebliğden sonraki dönem. Dinin özünü anlatmak.
Veli: Eren. Çoğulu evliya... Velayeti taşıyan kutsal kişi. Velilerin başı Hazreti Alidir. Şah-ı Velayet olarak adlandırılır.
Yeşil yaprak: Niyaz, nezir, adak. Mürşide gönül almak kabilinden, uğur için sunulan armağandır.
Zahir-Batın: Dış ve iç. Dış, şeriatı; iç ise tarikatı (dolayısıyla Alevi yolunu) anlatır.
İslam'da Hz. Muhammet'le şeriat zahir olmuş (ortaya çıkmış) tarikat batın olmuştur. Hz. Muhammet devri mühürlenince de velayet ortaya çıkmış, şeriat gizlenmiştir. Burada, peygamberden sonra, batın yönün öne çıktığı, şeriatın geride kaldığı vurgulanmaktadır.
Daha genel açıklaması, Alevi felsefesi bölümündedir.
Zekât: İnsanın, gerçekler yolunda kendi varlığından geçmesidir.