sEmih
Kayıtlı Üye
Alevîler kaç gruba ayrılır?
Kelime anlamı itibarıyla Alevî, Hz. Aliyi seven ve Ona mensup olan kişi demektir.
Hz. Aliyi sevenler, başlıca iki gruba ayrılır:
1- Hasbi ve samimî taraftarlar,
2- Siyasî taraftarlar.
Bunlardan birincisi, ona (ra.) Allah için muhabbet göstermişlerdir. Bu muhabbet sâfi, net ve durudur. Kaynağını dinî esaslar oluşturur. Bu samimî taraftarlar, Hz. Aliye iki açıdan yönelir. Birincisi, Hz. Alinin yüksek kemalâtı ve üstün meziyetleridir. Onun fazilet ve olgunluğu, takvâ ve ubudiyeti, müminlerin kalp ve dimağlarında, muhabbet ve takdire dönüşmüştür. İkincisi, Hz. Alinin (ra.) Ehl-i Beyt -Peygamber Efendimizin (asm.) evlat ve torunları- zincirinin temsilcisi olmasıdır. Müslümanlar o silsilenin başı olan Hz. Aliye (ra.) samimî bir muhabbet ve derin bir saygı göstermektedirler.
Bu iki cihetten kaynaklanan muhabbet, Kuran ve Sünnet çizgisine uygundur. Dine gölge değil, vesile olmaktadır. Meşrûdur, akla yakındır. Fıtri, hasbi ve samimîdir. Hz. Resulüllah (asm.) gelecekte ortaya çıkacak fitne ve fesatlarda, Hz. Aliyi (ra.) ümmet nazarında suçlamalardan korumak için onun kemalât ve üstünlüklerine önemle dikkat çekmekte:
Ben kimin dostu isem, Ali de onun dostudur.
Aliyi yalnız müminler sever, ona yalnız münâfıklar düşmanlık eder.
Ben size iki şey bırakıyorum: Kuran ve Ehl-i Beytim. Bunlara yapışırsanız, kurtulursunuz. gibi hadis-i şerîfleriyle bu iki unsurun önemini belirtmektedir.
Hz. Resulüllahın bu övücü beyanları, onun erdemine bir delildir. Peygamberin bu emrinden dolayı başta Sahabe-i Kirâm olmak üzere bütün Müslümanlar, Hz. Aliye ve Ehl-i Beyte teveccüh göstermişler ve o yüce silsileyi samimî olarak sevmişlerdir. Bu anlamda Hz. Aliyi sevmek, dini sevmek, Hz. Peygamberi (asm.) sevmek demektir.
İkinci grup taraftarlar ise, onu siyasî anlamda sevenlerdir. Bunlar arasında ciddi bir hedef birliği yoktur; her biri, ayrı bir sebeple Hz. Aliye taraftarlık gösterirler.
Bilindiği gibi, siyasî tercih ve taraftarlığın kendine mahsus bir mantık ve bir hedefi vardır. Genellikle, siyasî faaliyetler, ister istemez siyasî varlığın oluşmasına ve devamına hizmet edebilecek farklı yönlendiricilerin emir ve kontrolüne girer. Bilhassa siyasî tansiyonun yükseldiği zamanlarda, siyasî faaliyetler içerisinde taraftarlık, menfaat, rekabet, kıskançlık, kin, haset, hırs, soy-sop taraftarlığı gibi hisler, şiddetli ve acımasız bir biçimde ortaya çıkar. Sosyal hayatta bir çatışma iklimine girilir. Provokatörleri ve hareket noktaları birbirinden farklı birçok fikirler, aynı hedefte birleşebilir. Siyasi taraftarlık şekil ve görünen hedefler açısından bir birlik ruhu gösterirken, gerçek cephesiyle, yani gaye ve niyet itibariyle birbirinden farklı ve dağınıktır. Siyasi taraftarlar, bir yığını andırır. Bu yığında farklı konumdaki ekoller, gruplar mevcuttur. Genelde her grup, her siyasî ekol kendi amacını gerçekleştirmek için siyasî kitleye güç ve kuvvet katar. Bu sebeple, siyasî tercih ve tarafgirlikte, fikri ve hissi bir uygunluk söz konusu değildir.
Bu tespitler çerçevesinde, Hz. Aliye (ra.) taraftar görünenlere baktığımızda hedef ve gayeleri değişik birçok siyasî gruplar görürüz. Bu gruplar ana hatlarıyla beşe ayrılır:
Birinci grup: Hz. Alinin (ra.) siyasî taraftarları içinde birinci grubu, İslâmî ölçülerde oldukça taşkın ve bağnaz ve o derecede dar görüşlü, ölçüsüz insanlardı. İçlerinde sahabeden hiç kimse yoktu. Bunlar Sıffin savaşından sonra, Hakem olayında Hz. Aliye karşı çıkarak onun ordusundan ayrıldılar. Hz. Alinin (ra.) hakemi kabul etmesini küfür olarak kabul ettiler. Onu çok ağır bir şekilde suçladılar. Bunlara göre, Hz. Ali (ra.) hakemi kabul etmekle dinden çıkmıştı. Bu grup, Hz. Alinin ordusundan huruç ettikleri için kendilerine Haricîler ismi verildi. Haricilerin ortaya çıkması ile İslâm tarihinde yeni bir fitne ve fesat grubu teşekkül ediyordu. Hz. Ali, bir ordu hazırlayarak Haricîlerin üzerine yürüdü ve onlara Nehrevanda büyük kayıplar verdirdi.
Bu birinci grup, Hakem olayına kadar Hz. Aliyi taşkın ve ölçüsüz bir surette sevdikleri halde, bu olaydan sonra, onun en büyük ve amansız düşmanı kesilmişlerdir.
İkinci grup: Hz. Alinin taraftarları içinde ikinci grup, münâfıklar ve Yahudi dönmeleriydi. Bunlar, iki yüzlü, dessas ve karanlık ruhlu insanlardı. Hz. Aliye muhabbet ve âl-i beyt sevgisi gibi mâsum bir fikrin altında gerçek yüzlerini gizliyorlardı. Halkın içinde takiyye yapıyor, Müslümanlar arasında fitne çıkartıyor, sürekli sapık fikirler üretiyorlardı. Bunların amacı İslâmiyeti içten yıkarak, inanç ve itikatları sarsmak, Müslümanları birbirlerine düşürüp ayrılık çıkarmaktı.
Üçüncü grup: Emevîlerin ırkçı idarelerinden rahatsız olarak Hasan ve Hüseyin Efendilerimizin yanında yer alan gruptur. Bilindiği gibi, Emevîler başa geçince, icraatlarında birinci derecede ırkçılığı esas aldılar; saltanatlarını Arap milliyetçiliği üzerine binâ ettiler. Irkçılığın, adalet ve hakperestliği yıkma ve bozma karakteri, Emevîleri diğer kavimlere karşı gayet katı, sert ve acımasızca davranmaya yönlendirdi. Bu ise, diğer kavimlerde rahatsızlık meydana getirdi. Diğer taraftan, Emevî saltanatındaki aşırı israf ve gösterişle de ikinci bir huzursuzluk kaynağı oldu. Emevîlerin bu ölçüsüz ve sorumsuz faaliyetlerinden rahatsız olan diğer kabile ve aşiretler onlardan intikam almak için Hz. Hasan ve Hz. Hüseyine taraftarlık gösterdi ve Onların ordusunda yer aldılar.
Dördüncü grup: Bu grubu İranlılar oluşturur. Hz. Ali ve Âl-i Beyt sevgisi İranlılarda ekseriyet itibariyle çok farklı bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bu sevgi, Kuran ve Sünnetin düsturları dışında, aşırı ve ölçüsüzdür. Öyle ki bugün dahi, İranda günlük hayatta, düğün ve şenliklerde, dinî toplantılarda bu ölçüsüz sevgi, etkisini sürekli olarak göstermektedir. Sazlı sözlü toplantılarda on dört asır önce Ehl-i Beytin başına gelen o elîm fâcialar için gözyaşı dökülmekte, bu fâcialar bahane edilerek sahabelere devamlı kin ve düşmanlık beslenmektedir. Bu törenler, özellikle Muharrem ayında sıklaştırılır; bu vesile ile ruhlarda ve kalplerde intikam hisleri yeniden filizlendirilir ve halkın şuuraltına enjekte edilir.
Beşinci grup: Bu grup üç zihniyetin taraftarlarından oluşmuştur. Bunlar, İrandaki Mecusî dininin reis ve ruhanileri, İrandaki ırkçılar ve eski saltanat hanedanın mensuplarıdır. Mecusî reis ve ruhânileri, inançları İslâmın karşısında eridiği ve kendileri de cemiyet bünyesinde eski itibarlarını kaybettikleri için her hâlükârda İslâmdan intikam almanın fırsatını kolluyorlardı.
Hanedan mensupları ise, binlerce yıllık saltanat ve övünç kaynakları, İslâm ile yerle bir olduğundan, köle olarak baktıkları ve çıplak telâkki ettikleri köylü Arapların, kendilerine hükmetmelerini katiyen hazmedemiyorlardı.
İran ırkının üstünlüğünü kabul eden ırkçılar ise, İslâm kültürü ile eski örf ve âdetlerinin bir anda sökülüp atılmasından son derece rahatsızdılar.
Bu üç zihniyetin mensupları, istisnalar bir tarafa bırakılırsa, genelde İslâmdan intikam almak için, şeklen Müslüman oldular, İslâmı içten yıkmanın plânlarını yaptılar ve bu gaye etrafında birleştiler. (İbn-i Hâzım, Fi1-milel Ve1-Ahvâ Ven-nihâl, II. 115, 1975, Beyrut.)
Kelime anlamı itibarıyla Alevî, Hz. Aliyi seven ve Ona mensup olan kişi demektir.
Hz. Aliyi sevenler, başlıca iki gruba ayrılır:
1- Hasbi ve samimî taraftarlar,
2- Siyasî taraftarlar.
Bunlardan birincisi, ona (ra.) Allah için muhabbet göstermişlerdir. Bu muhabbet sâfi, net ve durudur. Kaynağını dinî esaslar oluşturur. Bu samimî taraftarlar, Hz. Aliye iki açıdan yönelir. Birincisi, Hz. Alinin yüksek kemalâtı ve üstün meziyetleridir. Onun fazilet ve olgunluğu, takvâ ve ubudiyeti, müminlerin kalp ve dimağlarında, muhabbet ve takdire dönüşmüştür. İkincisi, Hz. Alinin (ra.) Ehl-i Beyt -Peygamber Efendimizin (asm.) evlat ve torunları- zincirinin temsilcisi olmasıdır. Müslümanlar o silsilenin başı olan Hz. Aliye (ra.) samimî bir muhabbet ve derin bir saygı göstermektedirler.
Bu iki cihetten kaynaklanan muhabbet, Kuran ve Sünnet çizgisine uygundur. Dine gölge değil, vesile olmaktadır. Meşrûdur, akla yakındır. Fıtri, hasbi ve samimîdir. Hz. Resulüllah (asm.) gelecekte ortaya çıkacak fitne ve fesatlarda, Hz. Aliyi (ra.) ümmet nazarında suçlamalardan korumak için onun kemalât ve üstünlüklerine önemle dikkat çekmekte:
Ben kimin dostu isem, Ali de onun dostudur.
Aliyi yalnız müminler sever, ona yalnız münâfıklar düşmanlık eder.
Ben size iki şey bırakıyorum: Kuran ve Ehl-i Beytim. Bunlara yapışırsanız, kurtulursunuz. gibi hadis-i şerîfleriyle bu iki unsurun önemini belirtmektedir.
Hz. Resulüllahın bu övücü beyanları, onun erdemine bir delildir. Peygamberin bu emrinden dolayı başta Sahabe-i Kirâm olmak üzere bütün Müslümanlar, Hz. Aliye ve Ehl-i Beyte teveccüh göstermişler ve o yüce silsileyi samimî olarak sevmişlerdir. Bu anlamda Hz. Aliyi sevmek, dini sevmek, Hz. Peygamberi (asm.) sevmek demektir.
İkinci grup taraftarlar ise, onu siyasî anlamda sevenlerdir. Bunlar arasında ciddi bir hedef birliği yoktur; her biri, ayrı bir sebeple Hz. Aliye taraftarlık gösterirler.
Bilindiği gibi, siyasî tercih ve taraftarlığın kendine mahsus bir mantık ve bir hedefi vardır. Genellikle, siyasî faaliyetler, ister istemez siyasî varlığın oluşmasına ve devamına hizmet edebilecek farklı yönlendiricilerin emir ve kontrolüne girer. Bilhassa siyasî tansiyonun yükseldiği zamanlarda, siyasî faaliyetler içerisinde taraftarlık, menfaat, rekabet, kıskançlık, kin, haset, hırs, soy-sop taraftarlığı gibi hisler, şiddetli ve acımasız bir biçimde ortaya çıkar. Sosyal hayatta bir çatışma iklimine girilir. Provokatörleri ve hareket noktaları birbirinden farklı birçok fikirler, aynı hedefte birleşebilir. Siyasi taraftarlık şekil ve görünen hedefler açısından bir birlik ruhu gösterirken, gerçek cephesiyle, yani gaye ve niyet itibariyle birbirinden farklı ve dağınıktır. Siyasi taraftarlar, bir yığını andırır. Bu yığında farklı konumdaki ekoller, gruplar mevcuttur. Genelde her grup, her siyasî ekol kendi amacını gerçekleştirmek için siyasî kitleye güç ve kuvvet katar. Bu sebeple, siyasî tercih ve tarafgirlikte, fikri ve hissi bir uygunluk söz konusu değildir.
Bu tespitler çerçevesinde, Hz. Aliye (ra.) taraftar görünenlere baktığımızda hedef ve gayeleri değişik birçok siyasî gruplar görürüz. Bu gruplar ana hatlarıyla beşe ayrılır:
Birinci grup: Hz. Alinin (ra.) siyasî taraftarları içinde birinci grubu, İslâmî ölçülerde oldukça taşkın ve bağnaz ve o derecede dar görüşlü, ölçüsüz insanlardı. İçlerinde sahabeden hiç kimse yoktu. Bunlar Sıffin savaşından sonra, Hakem olayında Hz. Aliye karşı çıkarak onun ordusundan ayrıldılar. Hz. Alinin (ra.) hakemi kabul etmesini küfür olarak kabul ettiler. Onu çok ağır bir şekilde suçladılar. Bunlara göre, Hz. Ali (ra.) hakemi kabul etmekle dinden çıkmıştı. Bu grup, Hz. Alinin ordusundan huruç ettikleri için kendilerine Haricîler ismi verildi. Haricilerin ortaya çıkması ile İslâm tarihinde yeni bir fitne ve fesat grubu teşekkül ediyordu. Hz. Ali, bir ordu hazırlayarak Haricîlerin üzerine yürüdü ve onlara Nehrevanda büyük kayıplar verdirdi.
Bu birinci grup, Hakem olayına kadar Hz. Aliyi taşkın ve ölçüsüz bir surette sevdikleri halde, bu olaydan sonra, onun en büyük ve amansız düşmanı kesilmişlerdir.
İkinci grup: Hz. Alinin taraftarları içinde ikinci grup, münâfıklar ve Yahudi dönmeleriydi. Bunlar, iki yüzlü, dessas ve karanlık ruhlu insanlardı. Hz. Aliye muhabbet ve âl-i beyt sevgisi gibi mâsum bir fikrin altında gerçek yüzlerini gizliyorlardı. Halkın içinde takiyye yapıyor, Müslümanlar arasında fitne çıkartıyor, sürekli sapık fikirler üretiyorlardı. Bunların amacı İslâmiyeti içten yıkarak, inanç ve itikatları sarsmak, Müslümanları birbirlerine düşürüp ayrılık çıkarmaktı.
Üçüncü grup: Emevîlerin ırkçı idarelerinden rahatsız olarak Hasan ve Hüseyin Efendilerimizin yanında yer alan gruptur. Bilindiği gibi, Emevîler başa geçince, icraatlarında birinci derecede ırkçılığı esas aldılar; saltanatlarını Arap milliyetçiliği üzerine binâ ettiler. Irkçılığın, adalet ve hakperestliği yıkma ve bozma karakteri, Emevîleri diğer kavimlere karşı gayet katı, sert ve acımasızca davranmaya yönlendirdi. Bu ise, diğer kavimlerde rahatsızlık meydana getirdi. Diğer taraftan, Emevî saltanatındaki aşırı israf ve gösterişle de ikinci bir huzursuzluk kaynağı oldu. Emevîlerin bu ölçüsüz ve sorumsuz faaliyetlerinden rahatsız olan diğer kabile ve aşiretler onlardan intikam almak için Hz. Hasan ve Hz. Hüseyine taraftarlık gösterdi ve Onların ordusunda yer aldılar.
Dördüncü grup: Bu grubu İranlılar oluşturur. Hz. Ali ve Âl-i Beyt sevgisi İranlılarda ekseriyet itibariyle çok farklı bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bu sevgi, Kuran ve Sünnetin düsturları dışında, aşırı ve ölçüsüzdür. Öyle ki bugün dahi, İranda günlük hayatta, düğün ve şenliklerde, dinî toplantılarda bu ölçüsüz sevgi, etkisini sürekli olarak göstermektedir. Sazlı sözlü toplantılarda on dört asır önce Ehl-i Beytin başına gelen o elîm fâcialar için gözyaşı dökülmekte, bu fâcialar bahane edilerek sahabelere devamlı kin ve düşmanlık beslenmektedir. Bu törenler, özellikle Muharrem ayında sıklaştırılır; bu vesile ile ruhlarda ve kalplerde intikam hisleri yeniden filizlendirilir ve halkın şuuraltına enjekte edilir.
Beşinci grup: Bu grup üç zihniyetin taraftarlarından oluşmuştur. Bunlar, İrandaki Mecusî dininin reis ve ruhanileri, İrandaki ırkçılar ve eski saltanat hanedanın mensuplarıdır. Mecusî reis ve ruhânileri, inançları İslâmın karşısında eridiği ve kendileri de cemiyet bünyesinde eski itibarlarını kaybettikleri için her hâlükârda İslâmdan intikam almanın fırsatını kolluyorlardı.
Hanedan mensupları ise, binlerce yıllık saltanat ve övünç kaynakları, İslâm ile yerle bir olduğundan, köle olarak baktıkları ve çıplak telâkki ettikleri köylü Arapların, kendilerine hükmetmelerini katiyen hazmedemiyorlardı.
İran ırkının üstünlüğünü kabul eden ırkçılar ise, İslâm kültürü ile eski örf ve âdetlerinin bir anda sökülüp atılmasından son derece rahatsızdılar.
Bu üç zihniyetin mensupları, istisnalar bir tarafa bırakılırsa, genelde İslâmdan intikam almak için, şeklen Müslüman oldular, İslâmı içten yıkmanın plânlarını yaptılar ve bu gaye etrafında birleştiler. (İbn-i Hâzım, Fi1-milel Ve1-Ahvâ Ven-nihâl, II. 115, 1975, Beyrut.)