Alevî-Sünnî Kardeşliği Hakkında

LîNKîN_PâRk

Kayıtlı Üye
Alevî-Sünnî kardeşliği hakkında;

“...Ey Ehl-i Hak olan Sünnet ve’l cemâat! Ve ey Âl-i Beyt’in muhabbetini meslek ittihaz eden Alevîler! Çabuk bu manasız ve hakikatsız, haksız, zararlı olan nizâı aranızda kaldırınız. Yoksa, şimdiki kuvvetli bir surette hükmeyleyen zındıka cereyânı birinizi diğeri aleyhinde âlet edip, ezmesinde istimâl edecek (kullanacak). Bunu mağlûb ettikten sonra, o âleti de kıracak. Siz Ehl-i Tevhîd olduğunuzdan uhuvveti (kardeşliği), ve ittihâdı (bir olmayı) emreden yüzer esaslı râbıta-i kudsiye (kutsal bağlar) varken, iftirâkı (ayrılmayı) iktizâ eden (gerektiren) cüzî meseleleri bırakmak elzemdir.” [ 1]


“...Bugün; Sünnîsiyle, Şîisiyle (Alevisiyle) bütün Müslüman’ların dövüşerek değil, İslâm ve yüce Kur’ân’ın emri gereği uzlaşacakları bir gündür. Kur’ân-ı Kerîm her ne sûrette olursa olsun (haksız yere) çekişmeyi yasaklamıştır. Eğer Müslüman’lar birbirlerine düşerlerse güçlerinden olurlar, insanlıklarından uzaklaşırlar ve beşeriyeti cezbeden vasıflardan uzak kalırlar...”
“...Müslüman’lar birleştikleri, birlikte oldukları, aynı ülküyü paylaştıkları, İslâm’ı her yerde canlandırdıkları ve Müslüman’lara kâfirlerin müdâhelesini önlemek üzere ittifâka vardıkları gün, kutlu bir gün olacaktır...” [ 2]


“Bir Sünnî ile bir Alevî-Şîi birlikte yolculuk ediyorlarmış. Önlerine derin ve geniş bir hendek çıkmış. Alevî: “Ben yâ Ali der, bu hendeği atlarım” demiş, ve dediği gibi de yapmış, amma, hendeğin orta yerine yuvarlanmış.


Sünnî de: “Benyâ Ömer der, bu hendeği atlarım” demiş ve o da dediği gibi yaparak hendeğin ortasında hâlâ yanını, belini ovalayan alevnin yanına düşmüş.


İki kafadar düştükleri hendek içinde bir yandan incinen yerlerini ovuştururlarken, bir yandan da baş başa verip düşünmüşler ve şu hükme varmışlar:


“Bu işte ne Ali’nin ne de Ömer’in kabahatleri yoktur. Kabahat olsa olsa hendeği bu derece geniş kazanlarda ve etrafından dolaşarak yola devam etmek varken, Ali’yi ve Ömer’i çağırarak atlamaya kalkanlardadır.”
Ve, bu iki arkadaş birbirlerine omuz vererek hendekten çıkmışlar, yollarına devam etmişler.




Ey Îmân ehli!


Dünyada tek başına dâhi kalsan, yine de Habl-ı İlâhî (Allâh’ın ipi) olan Kur’ân-ı Kerîm’den ve Nebîler serverinden ayrılma. Mümin ve Müslüman olarak ölmeyi, sâlihlere katılmayı, gece gündüz Allâh’tan dile. İkilik yapma! Tevhîd üzere ol! Îmânda sebat kıl! Kendi kendine (bilgisizce) hüküm vermeye kalkma! Hüküm versen bile, verdiğin hükme kendin uy, başkalarını da kendi görüşlerine çağırma! Diğer mezheplerde bulunan Kıble ehlini kâfirlikle suçlama! Cenâzelerinde hazır ol! Yalnız Müslüman’lara değil, bütün mahlûkâta karşı şefkatli ve merhametli ol! Bütün Müslüman’ları kardeş bil! Halk, senin elinden ve dilinden güvende olsun. Nefsini azîz görme! İzzeti nefsinde değil, dîninde ara! İzzet Allâh ve Resûlü’nün katındadır. Allâh ve Resûlü’ne îmânda dâim olursan, şerîata riâyet edersen iki cihanda da azîz olursun. Allâh ve Resûl’ü senden yüz çevirirse iki cihanda zelîl olur, ebedî olarak zillette kalırsın...”[3]


Sözümüzü yüce Rabb’imizin ruhlara hayat veren bir kelâmı ile noktalayalım:


“Muhakkak ki müminler kardeştirler. Öyle ise, kardeşlerinizin arasını düzeltiniz ve Allâh’tan gereği gibi korkunuz ki size rahmet edilsin.” [Hucurât (49): 10]
Şimdi de, İmâmet makâmı ve İmâm (a.s) hakkında, Oniki İmâm’ın sekizincisi olan, Hak İmâm Ali Rızâ (a)’ya kulak verelim.


Buyurdular ki;



“...İmâmet makamı, peygamberlerin makâmı ve vasîlerin mîrâsıdır.


İmâmet;Allâh’ın ve Resûlü’nün hilâfetidir.


İmâmet;Müminlerin emîri Ali’nin makâmı ve Hasan ile Hüseyin’in (a) hilâfetidir.


İmâm;Dînin ipi, Müslüman’ların nizâmı, dünyânın salâhı ve müminlerin izzetidir.


İmâm;İslâm’ın gelişen kökü, yücelen dalıdır. İmâmla namaz, zekât, oruç, hac ve cihâd kâmil olur, ganîmet ve sadakalar çoğalır, hadler (şerîatın öngördüğü cezâlar) ve hükümleruygulanır, hudut ve sınırlar korunur.


İmâm;Allâh’ın helâlini helâl, harâmını da harâm kılar. Şerîatın cezâlarını uygular ve uygulatır. Allâh’ın dînini savunur. Halkı hikmet, güzel öğüt ve açık delillerle Allâh’ın yoluna dâvet eder.


İmâm;Gözlerin göremeyeceği ve ellerin ulaşamayacağı bir ufukta doğan ve ışınlarını âleme saçan bir güneşe benzer.


İmâm;Işık saçan dolunay, parlak kandil, doğan nur, karanlıklar ortasındaki hidâyet yıldızı, doğru yolu gösteren kılavuz ve (Allâh’ın izni ve yardımıyla) helâk olmaktan kurtarıcıdır.


İmâm;Yüksek tepede yanan bir ateştir, ısınmak isteyene sıcaklık bahşeder. Tehlikeli yollarda kılavuzdur, ondan ayrılan helak olur.


İmâm;Âdetâ yağmur yağdıran bir bulut, bol sağanak bir yağmur, kapsayıcı gölgesi olan gök, bol suyu olan bir pınar, selin oluşturduğu bir göl ve yerden bitenyeşilliktir.


İmâm;Yumuşak huylu, emin, şefkatli baba ve ikiz kardeştir. Küçücük yavrusuna iyilik yapan şefkatli bir anne gibidir, insanların sığınağıdır.


İmâm;Allâh’ın yeryüzündeki ve yaratılmışlar arasındaki emîni, kullarına hücceti ve şehirlerdeki halîfesidir. Halkı Allâh’a çağıran ve O’nun belirlediği sınırları savunandır.


İmâm;Günahlardan tertemiz kılınmış, ayıplardan arındırılmış, özelliği ilim, nişânesi hilim, dinin düzeni, Müslüman’ların izzeti, münâfıkların öfkesi ve kâfirlerin yok edicisidir.


İmâm;Zamânın yegânesidir. Hiç kimse onun makamına ulaşamaz. Hiç bir âlim onun dengi olamaz. Onun, insanlar arasında bedeli, misli ve eşi bulunmaz. Bağışlayıcı olan Allâh’ın ikramı ile isteme ve özel çalışmaya (kesbe) dayanmaksızın bütün faziletleri üzerinde taşır.[4]Durum böyle iken, İmâmı gerçek mânâda kim tanıyıp, özelliklerinin künhüne vâkıf olabilir?


Heyhât! Heyhât! İmâmın makamlarından veya fazîletlerinden birini bile tarif etmekte akıllar yitmiş, zihinler şaşkınlığa düşmüş, beyinler hayran kalmış, hatipler âciz olmuş, şâirler yorulmuş, edipler çaresiz kalmış, fasihler yorulup güçsüzleşmiş, bilginler susmuş, hepsi acziyet ve güçsüzlüğünü îtirâf etmiştir. Şu halde, O’nu bütünüyle anlatmak, olduğu gibi nitelemek nasıl mümkün olabilir? Kim (halkın câhilâne seçimiyle) onun yerine geçebilir? O’na duyulan ihtiyacı doldurabilir? Bu nasıl mümkün olur? Oysa İmâm; yıldızlar gibi, kendisine ulaşmaya çalışanların elinden ve onu tanıtanların tanıtmalarından daha üstün ve uzaktır.


İnsanlar, bu makâmın, Resûlullâh’ın rıhletinden sonra Ehl-i Beyt’inden başkasında bulunacağını mı sanıyorlar? And olsun Allâh’a ki, nefisleri onları aldatmış ve onları yanlış arzulara sevk etmiştir. İnsanlar sarp ve kaygan olan yüksek bir yere çıkmak istemişler de, ayakları kayarak uçuruma yuvarlanmışlardır. Kendi reyleriyle bir İmâm(!) seçmek istemişler. Oysa İmâm seçmek nasıl onların işi olabilir? İmâm; cehaletten uzak, âlim, hile yapmayan bir yönetici ve Nübüvvet madeninden olmalıdır. Nesebiyle ayıplanmamalı, soy sop sahibi hiç bir kimse onunla boy ölçüşememeli, Kureyş kabilesinden, Hâşimî soyundan ve Peyğamber âilesinden olmalı, şereflilere şeref vermelidir. Abdumenaf neslinden gelmelidir. Coşkun ve kâmil bir ilme sâhip, işleri yürütebilen, siyâset bilen, riyâsete lâyık, itaat edilmesi farz olan, Allâh’ın emrini ayakta tutan ve Allâh’ın kullarının hayrını isteyen biri olmalıdır. Allâh peygamberlerini ve onların vasîlerini muvaffak eder, onları sebatlı kılar, başkalarına vermediği gizli ilim ve hikmetlerinden onlara verir. İlimleri zamanlarındaki bilginlerin ilimlerinin üstünde olur. Nitekim Allâh buyurmuştur ki; “...Hakka ulaştıran mı uyulmaya daha lâyıktır? Yoksa, doğru yola hidâyet edilmedikçe kendisi hidâyete ulaşamayan mı? Ne oluyor size? Nasıl hükmediyorsunuz?” [Yûnus (10):35] [5]

Alevî-Sünnî el ele,
Elbet varır menzile.

Kaynaklar:
[1] Saîd-i Nursî (rh): Lem’alar: Dördüncü lem’a: sh: 27

[2] Seyyid Rûhullâh (rh): Müslümanların birliği ile ilgili mesajlar: sh: 9,25..

[3] Muzaffer Ozak: İrşâd: c:3 sh: 704, 705

[4] Yâni İmâm; insan üstü bir varlık değil, ancak üstün insandır ve lâyık olduğu için bir çok ilâhî ikrâm ve in’ama mazhar olmuş, ilm-i ledün’den nasiplenmiştir.

[5] Tuhaful Ukûl tercm: sh: 915-919
 
Ya Alevi Suni Ayni Dine Inanirlar Tek Fark Peygamber Oalrak Kabul Ettikleri Farkli O Kdar
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
bypuff
Geri
Üst