meridyen2
Kayıtlı Üye
En Tehlikeli ve En Sinsi Hastalıklardan Biri: Aklı Beğenme Hastalığı
Çoğu insanın farkında olmadan yakalandığı, adı konulmamış çok önemli bir hastalık türü vardır:
Bu, insanın, aklını aşırı derecede beğenmesi ve dünyada herşeyden, herkesten çok kendi aklına güvenir hale gelmesidir.
Her insan çocukluk yaşlarının hemen ardından belirli bir eğitim süreci içerisine girer. Kişiliği zaman içerisinde sürekli olarak gelişirken; bilgisi, becerisi, yetenekleri de belirli yönlerde şekillenmeye başlar. Belirli bir yaştan sonra insan artık ailesinin ya da çevresinin desteği olmadan, yavaş yavaş kendi başına da küçük ya da büyük birtakım başarılara imza atmaya başlar. Ve zamanla bu irili ufaklı başarılar, elde edilen güzel sonuçlar, bu kişi açısından güzel bir birikim meydana getirir. Eğer bu kimse, aklı ve vicdanı açık bir kimseyse, bu durumda ahlakını da sürekli olarak geliştirip güzelleştirebilir.
İşte bu noktada insan için yepyeni bir tehlike ortaya çıkar. Şeytan bu aşamada, bu kişiyi ele geçirmek için devreye girmeye hazırlanır. Çünkü şeytan, kendince bu şartlardaki bir insana yaklaşabileceği bir yol bulmuştur. Şeytanın insanda oluşturmak istediği büyüklük hissi için gereken zemin oluşmuş, şeytanın hileli bir şekilde kullanabileceği pek çok delil ortaya çıkmıştır. Artık geriye kalan, bu kişiyi, her yaptığı şeyi kendi aklı, becerisi ve gücü ile yaptığına ikna edip, bu ruh halini dışa yansıtan bozuk bir ahlak anlayışına sürükleyebilmesidir. Eğer şeytan bu insanı, elde ettiği tüm güzelliklerin, başardığı her iyi şeyin, aklettiği her olumlu detayın kendisinden kaynaklandığına inandırtabilirse, kendince üstlendiği görevi büyük ölçüde yerine getirebilecektir.
İşte vicdanı yeteri kadar açık olmayan bir insan, şeytanın bu gibi telkinleri sonucunda, kimi zaman kendisi bile farkında olmadan, içinde sinsice gelişip büyüyecek bir hastalığa yakalanır. Bu hastalığın adı aklı beğenmektir.
Aklı Beğenme Hastalığı Günden Güne Nasıl İlerler?
İlk başlarda aklı beğenme hastalığının tek farkında olan şeytandır. Ancak zamanla, hastalık yavaş yavaş dışarıya bazı alametler vermeye başlar. Çevre-sindeki insanlar bu kişide, yakalandığı hastalığın belirtilerini birer birer görmeye başlarlar. Çoğu zaman, yalnızca kendi aklına güvenme, daima haklı olduğuna inanma, sadece kendi teşhislerini esas alma, herkese kendi dediklerini yaptırmaya çalışma, son sözü söylemenin takıntı haline gelmesi, başkalarının fikirlerine tabi olamama gibi belirtiler giderek bu kişilerde yoğunlaşmaya başlar. İşte artık hastalık ilerlemiş, kişinin tüm benliğini sarmış ve bedenini ele geçirmiştir.
Ancak hastalığın dışarıya bu kadar çok alamet vermesinin iyi bir yanı da, her ne kadar ilerlemiş de olsa, insanlar tarafından çok açık bir şekilde fark edilebilir hale gelmiş olmasıdır. Çünkü bu şekilde hastalığın teşhis edilebilme ve bunun sonucunda da tedavi edilebilme imkanı oluşur.
Aklı Beğenme Hastalığı Yalnızca Başarılı İnsanlarda Oluşmaz
Aklı beğenme hastalığı konusunda unutulmaması gereken önemli bir bilgi daha vardır: Aklı beğenme hastalığının, yalnızca akıllı, yetenekli, becerikli, başarılı insanlarda görülebilen bir bozulma olduğu sanılmamalıdır. Dünyanın medeniyetten en uzak yerinde, hiçbir kültüre, görgüye, bilgiye sahip olmayan bir insan da, hayatını sokaklarda bomboş yatarak, kendine zarar vererek, hiçbir konuda hiçbir emek vermeden yaşayan insanlar da bu hastalığa çok kolaylıkla yakalanabilmektedirler. Üstelik bu hastalığı çok derin ve köklü bir şekilde de yaşayabilmektedirler. Bu insanlar da, yazının başında anlatılan başarılı, yetenekli, hayatın her alanında yükselen bir insanda olduğu gibi, akıllarından, kültürlerinden, bilgi seviyelerinden, kararlarından, inançlarından, alışkanlıklarından çok emin olabilmekte ve bu konuda kendilerinden başka hiçbir kimsenin sözüne itibar etmeyecek kadar kendilerine güvenebilmektedirler.
İşte bu tablo, bu hastalığın nasıl bir müsibet olduğunun daha iyi anlaşılabilmesi açısından çok ibret verici ve düşündürücüdür.
Bu durum, şeytanın bir insanı gerçek konumunun tam zıttına dahi inandırtabilecek kadar sinsi bir oyun ve kandırmaca içerisinde olduğunu göstermektedir.
Ve bu durum aynı zamanda da, dünyanın en aciz insanında da, en kibirli insanında da nefsin etkisinin aynı olabildiğini; insanın, nefsinin kandırmacalarına uyması sonucunda ne kadar büyük bir gaflete kapılabileceğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle her insan Kuranda yer alan Allaha karşı haksız yere büyüklenme ile ilgili ayetleri düşünmeli, bu ahlakın getirebileceği pişmanlık dolu sondan Allaha sığınmalıdır:
İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Lokman Suresi, 18)
Ona ayetlerimiz okunduğunda, sanki işitmiyormuş ve kulaklarında bir ağırlık varmış gibi, büyüklük taslayarak (müstekbirce) sırtını çevirir. Artık sen ona acı bir azap ile müjde ver. (Lokman Suresi, 7)
Aklını Beğenen İnsanların Genel Özellikleri
Böyle bir insan, çevresindeki her olayı çok iyi kavradığını, her insanı çok iyi tanıdığını zanneder.
Her konuda olabilecek en doğru analizleri kendisinin yaptığına inanır.
Herkes hakkında kendine göre belirli teşhisleri vardır ve bunların olabilecek en isabetli teşhisler olduğundan kesin emindir.
Kim ne derse desin, olaylara ve insanlara başka bir bakış açısından bakabilmesi mümkün olmaz. Böyle bir aşamada, bir konuda o kişiye ne açık deliller sunulması ne de mantıklı açıklamalar yapılması fayda vermez. Bu kişi sadece kendi bildiğine inanır, kendi bildiği gibi düşünür ve kendi bildiğini uygular.
Bir an için bile olsun, olaylara, insanlara ve yaşadıklarıma başka bir bakış açısıyla bakayım demez. Kendinden çok emindir.
Olayların bambaşka anlamları olabileceğinden, insanların tavırlarının çok farklı amaçlar taşıyabileceğinden en ufak bir şüphe dahi duymaz.
Olayların, kendi gördüğü kısmı gibi, göremediği kısımları da olabileceğini düşünmez.
İlk gördüğü kadarıyla, olaylar ve insanlar hakkında kesin ve peşin hükümler verir.
Bu tür kimselerin bir başka önemli özellikleri ise, kendi çıkarımlarını zaman içerisinde sürekli olarak daha da pekiştirmeleridir.
Herşeye kendi bakış açıları ve önyargılarıyla baktıkları için, kendilerine göre bu yönde sahte deliller bulmakta da hiç zorlanmazlar.
Giderek kendilerinden başka hiç kimseyi dinlemeyecek ve manen hiçbir gerçeği göremeyecek kadar körleşirler. Bu manevi körlük sonucunda da, kendilerini nasıl yanlış bir yola ve nasıl tehlikeli bir sona doğru sürüklediklerini fark edemeyecek hale gelirler. Tüm bunların sonucunda da gerçek anlamda akıllı olma vasıflarını kaybederler.
İyiyi kötü, kötüyü iyi; güzeli çirkin, çirkini güzel, doğruyu yanlış, yanlışı doğru algılamaya başlarlar. Kendilerine iyilik olarak yapılan bir tavrın altında art niyetli bir tavır olduğundan emin olurlar. Ya da kendilerine gösterilen güzel bir tavrın ardında başka bir amaç olduğu kanaatine varırlar. Hiçbir kusur bulamadıkları normal bir tavra ise, suni ve doğal olmadığı yakıştırmasını yaparlar.
Ahiretlerine fayda verecek, nefislerini eğitecek bir yaklaşımı, kendilerince adaletsiz, merhametsiz, sevgisiz bir tavır olarak nitelendirirler.
Daha güzel ahlaklı olmalarına vesile olacak bir olayı, aleyhlerinde zannederler. İnsanların yüzlerine bakarak, anlamlar çıkarırlar.
Sözlü olarak hiçbir şey duymadıkları halde, sırf bakışlarından, insanların kendileri hakkında olumsuz bir kanaatleri olduğuna inanırlar. Bunlar gibi daha pek çok konuda yaptıkları pek çok teşhis vardır.
Karşılarındaki insanlar ne kadar aksi yönde açıklama yaparlarsa yapsınlar, bu kimseleri doğru düşünmeye ikna edemezler.
Bu Hastalıktan Kurtulmanın Çözümü İnsanın Allaha ve Kuran Ahlakına Yönelmesi ve Aczini Bilmesidir
Bu hastalığa çözüm, her konuda olduğu gibi yalnızca Kurandadır. Kuran insana, Allahın büyüklüğünü ve bu duruma karşılık insanın içerisinde bulunduğu aczi çok açık bir şekilde göstermektedir. Kuran ahlakını tam olarak yaşayan bir insan, Allahın izniyle asla aklını beğenip büyüklenme hastalığına yakalanmayacaktır. Bu konuda anlık bir gaflet yaşasa bile, hemen akabinde Allahın kudretini bilerek acizliğini ve muhtaçlığını hatırlayarak Rabbimizin gücüne teslim olacaktır.
Peygamberler bu konuda müminler için çok güzel birer örnektir. Peygamberler Allahın lütfetmesiyle dünyanın en güzel ahlaklı insanlarıdırlar. Ancak bu üstün ahlak özelliklerine rağmen, asla Rabbimize karşı olan acizliklerini de unutmamışlardır. Bütün bu güzel ahlaklarına, üstün yönlerine, keskin akıllarına, elde ettikleri başarılara rağmen, peygamberler aynı zamanda da dünyanın en tevazulu, en teslimiyetli, en yumuşakbaşlı ve en mülayim insanlarıdır. Onların bu üstün ahlakı, akıl beğenme hastalığından sakınmak isteyen tüm Müslümanlar için çok güzel birer örnektir.
İnsanın aczini bilmesi, Allahın büyüklüğünü kavramasıyla mümkündür. Herşeyi insana veren, lütfeden yalnızca Allahtır. O halde insan, sahip olduğunu zannettiği maddi manevi ne varsa, bunların hiçbirinin aslında kendisinden olmadığını unutmamalıdır. Herşey zaten Allahındır; Allaha aittir. İnsanın akıl dediği ve akledebildiğinde de çok beğendiği sonuçlar, Allahın birer yaratmasıdır. Allahın sonsuz aklının insanda tecelli etmesidir. Öyleyse insanın yapması gereken aklını beğenmek değil, yalnızca aczini bilerek ve tevazuyla Allaha olan şükrünü ve teslimiyetini göstermeye çalışmak olmalıdır. Rabbimiz ayette tevazu sahibi kullarını ahirette mükafaatlandıracağını şöyle bildirmiştir:
İşte ahiret yurdu; Biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyenlere ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere (armağan) kılarız. (Güzel) Sonuç takva sahiplerinindir. (Kasas Suresi, 83)
(makale harun yahya)
Bu makale, İlmi Araştırma Dergisi 78. sayı (Aralık 2010) 54. sayfada
Çoğu insanın farkında olmadan yakalandığı, adı konulmamış çok önemli bir hastalık türü vardır:
Bu, insanın, aklını aşırı derecede beğenmesi ve dünyada herşeyden, herkesten çok kendi aklına güvenir hale gelmesidir.
Her insan çocukluk yaşlarının hemen ardından belirli bir eğitim süreci içerisine girer. Kişiliği zaman içerisinde sürekli olarak gelişirken; bilgisi, becerisi, yetenekleri de belirli yönlerde şekillenmeye başlar. Belirli bir yaştan sonra insan artık ailesinin ya da çevresinin desteği olmadan, yavaş yavaş kendi başına da küçük ya da büyük birtakım başarılara imza atmaya başlar. Ve zamanla bu irili ufaklı başarılar, elde edilen güzel sonuçlar, bu kişi açısından güzel bir birikim meydana getirir. Eğer bu kimse, aklı ve vicdanı açık bir kimseyse, bu durumda ahlakını da sürekli olarak geliştirip güzelleştirebilir.
İşte bu noktada insan için yepyeni bir tehlike ortaya çıkar. Şeytan bu aşamada, bu kişiyi ele geçirmek için devreye girmeye hazırlanır. Çünkü şeytan, kendince bu şartlardaki bir insana yaklaşabileceği bir yol bulmuştur. Şeytanın insanda oluşturmak istediği büyüklük hissi için gereken zemin oluşmuş, şeytanın hileli bir şekilde kullanabileceği pek çok delil ortaya çıkmıştır. Artık geriye kalan, bu kişiyi, her yaptığı şeyi kendi aklı, becerisi ve gücü ile yaptığına ikna edip, bu ruh halini dışa yansıtan bozuk bir ahlak anlayışına sürükleyebilmesidir. Eğer şeytan bu insanı, elde ettiği tüm güzelliklerin, başardığı her iyi şeyin, aklettiği her olumlu detayın kendisinden kaynaklandığına inandırtabilirse, kendince üstlendiği görevi büyük ölçüde yerine getirebilecektir.
İşte vicdanı yeteri kadar açık olmayan bir insan, şeytanın bu gibi telkinleri sonucunda, kimi zaman kendisi bile farkında olmadan, içinde sinsice gelişip büyüyecek bir hastalığa yakalanır. Bu hastalığın adı aklı beğenmektir.
Aklı Beğenme Hastalığı Günden Güne Nasıl İlerler?
İlk başlarda aklı beğenme hastalığının tek farkında olan şeytandır. Ancak zamanla, hastalık yavaş yavaş dışarıya bazı alametler vermeye başlar. Çevre-sindeki insanlar bu kişide, yakalandığı hastalığın belirtilerini birer birer görmeye başlarlar. Çoğu zaman, yalnızca kendi aklına güvenme, daima haklı olduğuna inanma, sadece kendi teşhislerini esas alma, herkese kendi dediklerini yaptırmaya çalışma, son sözü söylemenin takıntı haline gelmesi, başkalarının fikirlerine tabi olamama gibi belirtiler giderek bu kişilerde yoğunlaşmaya başlar. İşte artık hastalık ilerlemiş, kişinin tüm benliğini sarmış ve bedenini ele geçirmiştir.
Ancak hastalığın dışarıya bu kadar çok alamet vermesinin iyi bir yanı da, her ne kadar ilerlemiş de olsa, insanlar tarafından çok açık bir şekilde fark edilebilir hale gelmiş olmasıdır. Çünkü bu şekilde hastalığın teşhis edilebilme ve bunun sonucunda da tedavi edilebilme imkanı oluşur.
Aklı Beğenme Hastalığı Yalnızca Başarılı İnsanlarda Oluşmaz
Aklı beğenme hastalığı konusunda unutulmaması gereken önemli bir bilgi daha vardır: Aklı beğenme hastalığının, yalnızca akıllı, yetenekli, becerikli, başarılı insanlarda görülebilen bir bozulma olduğu sanılmamalıdır. Dünyanın medeniyetten en uzak yerinde, hiçbir kültüre, görgüye, bilgiye sahip olmayan bir insan da, hayatını sokaklarda bomboş yatarak, kendine zarar vererek, hiçbir konuda hiçbir emek vermeden yaşayan insanlar da bu hastalığa çok kolaylıkla yakalanabilmektedirler. Üstelik bu hastalığı çok derin ve köklü bir şekilde de yaşayabilmektedirler. Bu insanlar da, yazının başında anlatılan başarılı, yetenekli, hayatın her alanında yükselen bir insanda olduğu gibi, akıllarından, kültürlerinden, bilgi seviyelerinden, kararlarından, inançlarından, alışkanlıklarından çok emin olabilmekte ve bu konuda kendilerinden başka hiçbir kimsenin sözüne itibar etmeyecek kadar kendilerine güvenebilmektedirler.
İşte bu tablo, bu hastalığın nasıl bir müsibet olduğunun daha iyi anlaşılabilmesi açısından çok ibret verici ve düşündürücüdür.
Bu durum, şeytanın bir insanı gerçek konumunun tam zıttına dahi inandırtabilecek kadar sinsi bir oyun ve kandırmaca içerisinde olduğunu göstermektedir.
Ve bu durum aynı zamanda da, dünyanın en aciz insanında da, en kibirli insanında da nefsin etkisinin aynı olabildiğini; insanın, nefsinin kandırmacalarına uyması sonucunda ne kadar büyük bir gaflete kapılabileceğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle her insan Kuranda yer alan Allaha karşı haksız yere büyüklenme ile ilgili ayetleri düşünmeli, bu ahlakın getirebileceği pişmanlık dolu sondan Allaha sığınmalıdır:
İnsanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Lokman Suresi, 18)
Ona ayetlerimiz okunduğunda, sanki işitmiyormuş ve kulaklarında bir ağırlık varmış gibi, büyüklük taslayarak (müstekbirce) sırtını çevirir. Artık sen ona acı bir azap ile müjde ver. (Lokman Suresi, 7)
Aklını Beğenen İnsanların Genel Özellikleri
Böyle bir insan, çevresindeki her olayı çok iyi kavradığını, her insanı çok iyi tanıdığını zanneder.
Her konuda olabilecek en doğru analizleri kendisinin yaptığına inanır.
Herkes hakkında kendine göre belirli teşhisleri vardır ve bunların olabilecek en isabetli teşhisler olduğundan kesin emindir.
Kim ne derse desin, olaylara ve insanlara başka bir bakış açısından bakabilmesi mümkün olmaz. Böyle bir aşamada, bir konuda o kişiye ne açık deliller sunulması ne de mantıklı açıklamalar yapılması fayda vermez. Bu kişi sadece kendi bildiğine inanır, kendi bildiği gibi düşünür ve kendi bildiğini uygular.
Bir an için bile olsun, olaylara, insanlara ve yaşadıklarıma başka bir bakış açısıyla bakayım demez. Kendinden çok emindir.
Olayların bambaşka anlamları olabileceğinden, insanların tavırlarının çok farklı amaçlar taşıyabileceğinden en ufak bir şüphe dahi duymaz.
Olayların, kendi gördüğü kısmı gibi, göremediği kısımları da olabileceğini düşünmez.
İlk gördüğü kadarıyla, olaylar ve insanlar hakkında kesin ve peşin hükümler verir.
Bu tür kimselerin bir başka önemli özellikleri ise, kendi çıkarımlarını zaman içerisinde sürekli olarak daha da pekiştirmeleridir.
Herşeye kendi bakış açıları ve önyargılarıyla baktıkları için, kendilerine göre bu yönde sahte deliller bulmakta da hiç zorlanmazlar.
Giderek kendilerinden başka hiç kimseyi dinlemeyecek ve manen hiçbir gerçeği göremeyecek kadar körleşirler. Bu manevi körlük sonucunda da, kendilerini nasıl yanlış bir yola ve nasıl tehlikeli bir sona doğru sürüklediklerini fark edemeyecek hale gelirler. Tüm bunların sonucunda da gerçek anlamda akıllı olma vasıflarını kaybederler.
İyiyi kötü, kötüyü iyi; güzeli çirkin, çirkini güzel, doğruyu yanlış, yanlışı doğru algılamaya başlarlar. Kendilerine iyilik olarak yapılan bir tavrın altında art niyetli bir tavır olduğundan emin olurlar. Ya da kendilerine gösterilen güzel bir tavrın ardında başka bir amaç olduğu kanaatine varırlar. Hiçbir kusur bulamadıkları normal bir tavra ise, suni ve doğal olmadığı yakıştırmasını yaparlar.
Ahiretlerine fayda verecek, nefislerini eğitecek bir yaklaşımı, kendilerince adaletsiz, merhametsiz, sevgisiz bir tavır olarak nitelendirirler.
Daha güzel ahlaklı olmalarına vesile olacak bir olayı, aleyhlerinde zannederler. İnsanların yüzlerine bakarak, anlamlar çıkarırlar.
Sözlü olarak hiçbir şey duymadıkları halde, sırf bakışlarından, insanların kendileri hakkında olumsuz bir kanaatleri olduğuna inanırlar. Bunlar gibi daha pek çok konuda yaptıkları pek çok teşhis vardır.
Karşılarındaki insanlar ne kadar aksi yönde açıklama yaparlarsa yapsınlar, bu kimseleri doğru düşünmeye ikna edemezler.
Bu Hastalıktan Kurtulmanın Çözümü İnsanın Allaha ve Kuran Ahlakına Yönelmesi ve Aczini Bilmesidir
Bu hastalığa çözüm, her konuda olduğu gibi yalnızca Kurandadır. Kuran insana, Allahın büyüklüğünü ve bu duruma karşılık insanın içerisinde bulunduğu aczi çok açık bir şekilde göstermektedir. Kuran ahlakını tam olarak yaşayan bir insan, Allahın izniyle asla aklını beğenip büyüklenme hastalığına yakalanmayacaktır. Bu konuda anlık bir gaflet yaşasa bile, hemen akabinde Allahın kudretini bilerek acizliğini ve muhtaçlığını hatırlayarak Rabbimizin gücüne teslim olacaktır.
Peygamberler bu konuda müminler için çok güzel birer örnektir. Peygamberler Allahın lütfetmesiyle dünyanın en güzel ahlaklı insanlarıdırlar. Ancak bu üstün ahlak özelliklerine rağmen, asla Rabbimize karşı olan acizliklerini de unutmamışlardır. Bütün bu güzel ahlaklarına, üstün yönlerine, keskin akıllarına, elde ettikleri başarılara rağmen, peygamberler aynı zamanda da dünyanın en tevazulu, en teslimiyetli, en yumuşakbaşlı ve en mülayim insanlarıdır. Onların bu üstün ahlakı, akıl beğenme hastalığından sakınmak isteyen tüm Müslümanlar için çok güzel birer örnektir.
İnsanın aczini bilmesi, Allahın büyüklüğünü kavramasıyla mümkündür. Herşeyi insana veren, lütfeden yalnızca Allahtır. O halde insan, sahip olduğunu zannettiği maddi manevi ne varsa, bunların hiçbirinin aslında kendisinden olmadığını unutmamalıdır. Herşey zaten Allahındır; Allaha aittir. İnsanın akıl dediği ve akledebildiğinde de çok beğendiği sonuçlar, Allahın birer yaratmasıdır. Allahın sonsuz aklının insanda tecelli etmesidir. Öyleyse insanın yapması gereken aklını beğenmek değil, yalnızca aczini bilerek ve tevazuyla Allaha olan şükrünü ve teslimiyetini göstermeye çalışmak olmalıdır. Rabbimiz ayette tevazu sahibi kullarını ahirette mükafaatlandıracağını şöyle bildirmiştir:
İşte ahiret yurdu; Biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyenlere ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere (armağan) kılarız. (Güzel) Sonuç takva sahiplerinindir. (Kasas Suresi, 83)
(makale harun yahya)
Bu makale, İlmi Araştırma Dergisi 78. sayı (Aralık 2010) 54. sayfada