Ahlak ve insani ilişkiler alanında evlilik hayatı

Pratik Hayatta Evlilik


Eş seçimi ve bunun alam, kız isteme ve bununla ilgili hususları in*celedik. Bunlar, evlilik için atılmış hazırlık mahiyetinde adımlardır.

Bunların son bulmasıyla eşler, kendi yuvalarına ve istikrarlı ha*yatlarına yol almak Üzereler. Şer'î kapıyı çaldıktan; muhaddis ve fuka-hanın büyük çoğunluğuna göre ancak veli, mehir ve iki şahidle tamam*lanan evlilik akdini yaptıktan sonra ailevî ve içtimaî görevlerini üstlenecekler.

Ancak bu akidle yeni hayatlarına birlikte başlayabilirler ve artık bu hayatlarında daha çok hikmete, uyuma, sabra, düşünmeye, tedbire ve duruma göre münasip tavrı takınmaya ihtiyaç duyacaklar. Ancak bu şekilde, evlilik hayatım dağılmaktan ve ayrılığa düşmekten kurtarır, ülfet ve uyum unsurlarını yakalar, mutlu ve huzurlu bir hayata kavuşabilirler. [982]


Evlilik Hayatına Başlarken [983]


Eşler Arasında Uyum:


Eşler, başlangıçta fikrî, aklî ve vicdanî açıdan tam bir uyum içerisinde olabilirler. Sonra da bu uyum devam eder, mutluluk ve huzur dolu bir hayat sürerler.

Ne var ki -bütün güzelliğine rağmen- böyle devam eden evlilikler ne yazık ki çok azdır.

Evlilik hayatının pratiğine baktığımızda birçok nefret ve anlaşmazlık olaylarına rastlarız. Belki çoğu zaman bunlan tedavi et*mek, onlara katlanmak, aradaki anlaşmazlık ne kadar derin olursa ol*sun ve verdiği acı ne kadar çok olursa olsun onu ortadan kaldırmak mümkündür.

Bazen de aradaki anlaşmazlık, öldürücü cinstendir. Fırtınaları, umut ışığını söndürür. Aradaki bağları koparıp savurur. Evliîik hayatının özünü ve temel değerlerini ilgilendiren anlaşmazlıklar, bu nevi dendir.

Burada yapacağımız şey, her iki nevi anlaşmazlığı birbirinden ayirdetmek ve tedavisi mümkün olan anlaşmazlıklara el koymaktır. Bu anlaşmazlıkların sebebi nedir ve nasıl telafi edilirler? Ümid ederiz bura*da anlatacaklarımızın buna yararı olur. Yardım Allah'tandır. [984]


Anlaşmazlığın Ortaya Çıkışı ve Mahiyeti:


iki eş arasında ihtilaf çıkması tabiî bir husustur. Eşlerden her bi*rinin evlilik hayatından önce alışageldiği davranış çeşitleri, gelenekle*ri, eşyayı ışığında değerlendirdiği kavramları ve muhtelif olaylar karşısında takındığı tavırları vardır. Ayrıca kültür seviyesi, içinde yetiştiği çevre ve kalıtım yoluyla aldığı özelliklerini de hesaba katmak gerekir.

Bütün bu hususlar, eşler arasında ihtilafın olmasını makul kılmaktadır. Bunun yadırganacak bir tarafı da yoktur.

işte bu nedenle evlilik hayatının uyum içerisinde olması, yani eşlerin, bedenen birbirlerine yakın oldukları gibi fikren ve vicdanen de birbirlerine yakın olmaları, anlaşarak mutlu bir hayat yaşamaları ve karşılaştıkları problemleri birlikte aşabilmeleri için her birinin büyük çaba harcaması gerekir. [985]


Hata Karşısında Takınılacak Tavır:


Evliliğin ilk dönemlerinde eşlerden herbiri mutlaka birtakım hat*alar işleyecektir. O zaman maharet, hatalarım kabul etmemeleri, ha*tayı karşı tarafa yükleme ya da hatanın altından kalkılamayacak çok kötü bir durum olduğuna inanmak değildir.

Cesaret, o hatalı tavırlara göğüs germek ve kendini buna alıştırmaktır. Şahsiyetlilik, hatayı kabul etmeyi ve sonucuna katlan*mayı gerektirir. Birinin işlediği hatadan diğeri sorumlu değildir.

Akıllılık, kişinin ölçülerini tashih etmesini ve kanaatlerini doğrultmasını gerektirir.

Kişi, hata işlemesinden dolayı kınanmaz, onu düzeltmeye çaba göstermeden ve onu telafi etmek için samimi bir gayrete geçmeden aynı hatayı tekrar etmesinden dolayı kınanır.

Hata, bizatihi nasıl bir kusur olsun ki, kişinin hayat arkadaşı ola*rak seçtiği kimsenin şahsiyetinin temel unsurlarından, hatta kişinin kendi şahsiyetinin temel unsurlanndan biri hata işlemektir. Çünkü her ikisi de insandır ve insanın tabiatı, zafiyet ve kusurdan hali değildir.

Kişi, onu tedavi etmeye ve ondan uzak durmaya çaba gösterdiği müddetçe hata, insanlığına ve toplumdaki yerine aykırı birşey değildir. Allah'ın hatalarını sildiği ve kötülüklerini iyiliğe çevirdiği insanlar kategorisine girmesine de engel değildir.

Şayet hata etmek, çok kötü bir durum olsaydı, hata eden için bütün bu anlattıklarımız sözkonusu olmazdı. Hatta Kur'an-ı Kerim, müttakî kişinin hata edebileceğini ve bu hatasının, kendisindeki takva şerefini alıp götürmeyeceğini, hatasını düzeltmeye çabaladığı, Rabbinden bağışlanmasını dilediği sürece müttakiler sevabım hakketmesine engel olmayacağını şu âyetlerde anlatmaktadır:

"Rabbinizin bağışına ve takva sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun! O takva sahipleri ki, bollukta da, darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel dav*ranışta bulunanları sever. Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında, ya da bizzat kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfar ederler. Zaten günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde bile bile ısrar etmezler. İşte on*ların mükafatı, Rablerinin mağfireti ve zemininden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlerdir. Böyle amel edenle*rin mükafatı ne güzeldir.[986]

Nerede o bütün yönleriyle kâmil insan ya da süpermen?!

Bütün huylarından hoşnud olunan kim var ki!

Kişinin kusurlarının sayılabilir olması ona şeref olarak yeter.

Evlilik hayatı, şu değişken varlığın küçültülmüş şeklidir. Bu varlıkta nasıl gece ve gündüz, kış ve bahar birbirini takip edip deveran ediyorsa evlilik hayatında da elem ve sevincin, hata ve doğrunun ardar-da birbirlerini takip etmelerinde garipsenecek bir şey yoktur.

Yüce Allah: "İnsan zayıf yaratılmıştır"[987]sözüyle ve Hz. Yusufun sözünü naklederken: "(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmam. Çünkü Rabbimin acıyıp koruduğu hariç nefis aşırı şekilde kötülüğü emredicidir" [988]sözünde insan tabiatına ve in*sanın hata edebileceğine işaret etmektedir.

Peygamber (s.a.v.) de şu sözünde buna işaret etmektedir: "Ademoğullarının hepsi hata ederler, hata edenlerin en hayırlıları ise, tevbe edenlerdir. [989]

Yine kadınlara iyi davranılmasım, yaratılışlarını anlayarak ve on*ları gözeterek onlara davranılmasım, Allah'ın bizden bunu istediğini tavsiye ettiği hadiste de buna işaret etmektedir.

Sözkonusu hadiste, onlara namazla birlikte kadınlardan bahset*miş ve her ikisini birlikte tavsiye etmiştir:

"Namaz! Namaz! Bir de elinizin altındaki köleler! İşte bun*lara dikkat edin, kölelerinize güç yetirmedikleri birşeyi yapma*larını istemeyin. Bir de kadınlara iyi davranın, Allah size şahittir, bilesiniz. Onlar elinizde esir gibidirler. Allah'ın ahdi ile onlarla evlendiniz ve Allah'ın sözüyle onları kendinize helal kıldınız.[990]

Rasulüllah'ın (s.a.v.) son tavsiyesinin bu olduğu rivayet edilir. Rasulüllah (s.a.v.) dili tutukluk yapıncaya ve sesi zayi fi ayı ncay a kadar bu tavsiyelerini söylemeye devam etti.

Buharî, Müslim ve başkaları, Rasulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyur*duğunu rivayet ederler: "Allah'a ve ahiret gününe inanan, komşu*suna eziyet etmesin. Bir de kadınlara iyi davranmanızı vasiyet ediyorum. Kadınlar, eğe kemiğinden yaratılmışlardır. Bu kemi*ğin en eğri kısmı, üst tarafıdır, eğriliğini düzeltmeye kalkarsan, onu kırarsın. Kendi halinde bırakırsan da daima eğri kalır. Bu nedenle kadınlara iyi davranmanızı vasiyet ediyorum. [991]Denildi ki: Bir hikmete mebni olarak kadının karakterinde ya*ratılıştan gelme bir eğrilik vardır, tıpkı bir hikmete mebni olarak eğe kemiğinde bir eğriliğin bulunması gibi. Erkeğin, bu eğriliği düzeltmeğe gayret etmesi gerekir. Ancak bunu yaparken kadına iyi davranması ve bunun, yaratılıştan geldiğini bilerek ona göre hareket etmesi lazım.

Hadisin anlatmak istediği budur. [992]

Kişinin kadına yumuşak, akıllıca ve bazı şeylere katlanarak dav*ranması, onun da iyiliğini ve cevherinin üstünlüğünü gösterir. Nitekim Peygamber (s.a.v.), şöyle buyurmaktadır:

"Sizin en hayırlınız, ailesine en iyi davrananınızdır. Aranızda ailesine en iyi davranan ise benim. [993]

İman bakımından en mükemmel mümin, ahlâkı en güzel olandır. Sizin en hayırlınız, karısına en iyi davrananınızdır. [994]

"İman bakımından mü'minlerin en mükemmeli ahlâkı en güzel olan ve ailesine en yumuşak davranandır. [995]

Herhalde, yüce Allah'ın Kur'an'ın birçok yerinde kadınlara iyi davranılmasını emretmesinin sebebi budur.

Bu emri ihtiva eden ayetlerden birkaçı şöyledir:

"Ya iyilikle tutmak, ya da güzel ve adaletli bir biçimde salıvermektir. [996]

"Onları iyilikle tutun. [997] "Onlarla iyi geçinin. [998]

Kişi, karısına bu temel üzere davrandığında hata, kabul edilir ve katlanılır bir husus olur.

Hatta daha da büyümesi mümkün olan hataların sebep oldukları zararların pek çoğu bertaraf edilmiş olur. Kişi, hata imkanını kabullen*dikten sonra onu münasip bir şekilde ve akıllıca tedavi etme imkanım da bulmuş olur.

Evlilik hayatının mutluluğu, bütünüyle hatadan ve onu bu*landıran şeylerden uzak oluşuyla değildir. Herşeyden önce eşlerden herbirinin, evlenmekle üstlendiği, insanlığa ve topluma karşı görevlerini yerine getirmesiyledir.

Çok yüce bir görevdir o! Bunun farkında olan kişiye, bu uğurda karşılaştığı sıkıntılar tatlı gelir.

Taraflardan hangisi olursa olsun, işlediği hatalar kolaylaşır ve or*tak değer olarak tesbit ettikleri hedeflerine doğru birlikte yol alırken bu hatalar onları engellemez. [999]


Peygamberin (S.A.V.) Hanımlarına Karşı Davranışı Nasıldı?


Hikmet, yumuşaklık, saygınlık, merhamet, sevgi, gözetme ve bakımından zirvedeydi.

Her durum için münasip etkili tedaviye başvurur, hikmete en uy*gun yolu seçerdi. Evvelemirde reaksiyona sevkeden durumlarda bile öfkenin ve sert davranmanın fayda vermediği kanaatindeydi. O, böyle durumlarda da meseleye sabırla yaklaşır ve bu tutumunda kadının tab*iatını hesaba katar, kadının bu tavrından vazgeçmesinin zor olduğunu ve bazı durumlarda bu tabiatının, bazı şeyleri olduğu gibi görmesine en*gel olduğunu bilirdi.

Hz. Aişe, kıskançlık gözlüğünün bir gün gözünü nasıl boyadığını bizzat kendi başından geçmiş bir olayla anlatmaktadır. Diyor ki: Ra-sulüllah (s.a.v.), Ümmü Seleme ile evlendiğinde fevkalade üzülmüştüm.

Ümmü Seleme'nin çok güzel olduğunu anlatmışlardı, buna üzülmüştüm. Nihayet onunla karşılaştım ve bana anlatılandan kat kat daha güzel olduğunu gördüm. Bunu Hafsa'ya anlattım. Hiç de söylenildiği kadar güzel değil, hem yaşlı bir kadın, dedi. Tekrar onu gördüğümde dikkat ettim, hakikaten Hafsa'nın dediği doğruydu. Herhalde ben çok kıskanç olduğum için onu böyle görmüştüm. [1000]

Rasulüllah (s.a.v.), daha ötesini de biliyordu. Ayrıca biliyordu ki, her küçük ve büyük hata için kişinin karısını sorguya çekmesi, evlilik hayatının dokusunu delen iğneler mesabesindedir. Birincisinde buna ta*hammül edilse bile, devam ettiği takdirde elem verici olur, yapıyı ka*natır, hatta evlilik bağlarına zarar vermeğe kadar gider.

Bu nedenle Rasulüllah (s.a.v.) birçok davranışı etkili bir suskun*luk, şefkatli bir tebessüm, görmezlikten gelme ya da o anki havayı değiştiren tatlı bir şaka ile karşılamıştır. [1001]


Peygamber'in (S.A.V.) Davranışlarından Bazı Örnekler:


1- Peygamber (s.a.v.), bir gece üstün bir gaye için Hz. Aişe'nin yanından dışan çıktı. Hz. Aişe, sırası olduğu bir günde kendisini bırakıp hanımlarından başka birinin yanına gittiğini sandı. Habersiz onu takip etti. Bir de ne görsün, Bakî mezarlığına, şehid mümin kadın ve erkek*lere dua etmek için gidiyor.

Hz. Aişe diyor ki: Kendi kendime dedim: Sen Rabbine dua etmeye gidiyorsun, oysa ben dünya peşinde koşuyorum? Odama gittim, sesli sesli soluyordum. Ardımdan Peygamber (s.a.v.) geldi ve: Ya Aişe, niçin böyle soluyorsun? dedi. Dedim ki: Anam babam sana feda olsun... Yanıma geldin, elbisem soydun ve hemen ardından elbisem giyip çıktın. Beni bir kıskançlık tuttu, sandım ki, kumalarımdan birinin yanına gi*diyorsun. Seni takip ettim ve Bakî mezarlığına gittiğini gördüm!

Aişe'nin durumu gizlemeden açıkça anlatması ve sevgisinin şiddetinden dolayı kıskançlığından sözetmesi Peygamber'in (s.a.v.) hoşuna gitmişti. Şöyle buyurdu: "Ya Aişe, Allah ve Rasulünün sana haksızlık etmelerinden mi korktun?" Hz. Aişe: insanlar ne kadar giz*lerse gizlesin, Allah mutlaka ondan haberdardır, dedi. Peygamber (s.a.v.): "Evet" dedi, sonra şöyle devam etti: "Cebrail bana geldi. Sen el*biseni çıkardığın için içeri girecek değildi. Bana seslendi, ancak duy-mayasın diye alçak bir sesle çağırdı. Ben de duymayacağın bir şekilde ona cevap verdim. Uyuduğunu sanıyordum ve seni uyandırmak isteme*dim. Endişeleneceğinden de korktum. Bana, Bakî mezarlığına gitmemi ve oradakilere mağfiret dilememi söyledi."

Mesele anlaşılınca Hz. Aişe sakinleşti ve tavrı değişti. Peygam-ber'e (s.a.v.) soru sormaya başladı: Ölüleri ziyarete gittiğin zaman ne diyorsun? dedi.

Peygamber (s.a.v.) şöyle cevap verdi: Şöyle dersin: "Selam size ey buranın mü'min ve müslüman sakinleri! Allah bizden önce gelenlere ve bizden sonra buraya geleceklere rahmet etsin. Biz de, inşaallah size ge*leceğiz."

2- Başka bir rivayette ise şöyle deniliyor: Hz. Aişe dedi ki: Hanımlarından birinin yanma gitti diye kıskandım. Geri döndüğünde durumumu gördü ve: "Kıskandın mı?" buyurdu. Benim gibi biri, senin gibi birini kıskanmaz mı? dedim. "Şeytanın sana gelmiş" buyurdu. Be*nimle birlikte bir şeytan mı var? dedim. "Evet" dedi. Her insanla bir*likte var mı? diye sordum. "Evet" karşılığım verdi. Peki seninle birlikte olan da var mı? dedim. "Evet, ama Allah bana yardım etti ve şeytanım müslüman oldu" buyurdu. [1002]

3- Rasûlüllah (s.a.v.), Kinde'lilerden bir kadınla [1003] evlendi. Kadın, Rasûlüllah'la evlenmek üzere Medine'ye geldi. Bu arada Hz. Aişe, Hafsa ve Rasûlüllah'ın diğer hanımları kıskançlık duygularıyla dolup taşıyorlardı. Hz. Aişe: Rasûlüllah (s.a.v.), elini yabancı kabile kadınlarına uzattı, korkarım ki, onlara yönelir ve bizi ihmal eder, dedik*ten sonra diğer kumalanyla birlikte bu evliliğe engel olmayı plan*ladılar.

Gelin geldi. Tebriklerle onu karşıladılar. Sonra ondan yana ve onu seviyorlarmış gibi tavır takınarak ona, Rasûlüllah (s.a.v.) yanına gir*diğinde kendisinden Allah'a sığındığını söylemesini öğütlediler., işte o zaman Rasûlüllah'ın (s.a.v.) kendisini hoşnut etmek için çabalayacağını ve kendisine daha çok değer vereceğini söylediler.

Zavallı kadın komplolarından habersiz- tavsiyelerine uydu. Sözünü söyler söylemez Rasûlüllah (s.a.v.): "Kimsenin cesaret ede*meyeceği birine sığındın" diyerek yüzünü çevirdi ve hemen oradan çıktı. Ailesine geri götürülmesini istedi. Komplo ortaya çıktığında kadın, Rasûlüllah'ın haremine dönmek için çabaladıysa ve babası kızının ma*zeretini anlatmağa uğraştıysa da, bir defa Peygamber'in (s.a.v.) ona karşı kalbi soğumuştu.

Kalblerdeki sevgi nefrete bir dönüşsün,

Cam gibi, bir daha kaynaşmaz.

Artık dönüşe imkân var mı?

Komployu hazırlayanlar ise kaldılar...

O zaman kızgınlık koparılanı eski durumuna getiremez ve parçalananı birbiriyle kaynaştırıp tamir edemez. Artık ona yönelme yoktur. O halde çare ne?

Rasûlüllah (s.a.v.), hanımlarını buna iten duyguyu değerlendirdi. Sonra efendisinin karısının, Hz. Yusufa hazırladığı komployu hatırladı ve tebessüm ederek şöyle buyurdu: "Onlar Yusufa hile yapanlardır. Gerçekten de hileleri çok büyüktür.[1004]

4- Rasûlüllah (s.a.v.), Hayber gazvesinden sonra- Safiyye ile evle*nip Medine'ye döndüklerinde Ensar kadınları bunu duymuş ve onu görmek için gelmişlerdi. Gelenler arasında Hz. Aişe de vardı. Rasûlüllah'ın (s.a.v.) gözü ona ilişti, tedirgin ve ürkek bir haldeydi. Rasûlüllah (s.a.v.) onu bekledi. Safiyye'yi gördükten sonra gülerek ona: "Onu nasıl gördün ya Şukayra!" dedi.

Hz. Aişe, kıskançlığından: "Ne olacak bir yahudi kadın gördüm" karşılığını verdi.

Rasûlüllah (s.a.v.) yumuşak, tatlı ve onu doğruya yönlendirici bir

üslupla: "Öyle deme, çünkü islâm'a girdi ve iyi bir müslüman oldu" buyurdu. [1005]

5- Mariye, ibrahim'i doğurduğunda, RasûltiUah (s.a.v.) bir gün onu kucağına aldı ve Aişe'ye götürdü. Şakalaşarak onu çağırdı ve oğlunun kendisine ne kadar benzediğini ona göstermek istedi. Ancak Hz. Aişe'nin kalbine sanki bir ok saplanmıştı, ağlamamak için kendini zor tutuyordu. "Seninle onun arasında bir benzerlik göremiyorum!" dedi. [1006]

Rasûlüllah (s.a.v.), hemen Aişe'nin kıskançlığından ciğerinin parçalandığım gördü; kendisi Mariye gibi ona bir çocuk vermemişti. Aişe'ye birşey demeden oradan ayrıldı.

6- "Onlardan dilediğini geri bırakır, dilediğini yanına alırsın. (Geçici olarak) ayrıldıklarından (tekrar birleşmeyi) arzu ettiğine (dönmekte) senin üzerine bir günah yoktur. Onların gözlerinin aydınlanıp tasalanmamalarına ve hepsinin, senin ver*diklerine razı olmalarına en elverişli olan budur. Allah sizin kalberinizde olanı bilir. Allah bilendir, halimdir"[1007] ayeti indiğinde, Hz. Aişe, ayetin ümmet içerisinde sadece Peygamber'e (s.a.v.) hanımlarından dilediğinin sırasını erteleme ve düediğiyle gece*leme hürriyetini anlamış, nazlı eş saikı ve yaşının küçüklüğü sebebiyle ve daha sonra ortaya çıkacak bundaki soylu hedefi bilmeden şu cüretkârca sözü sarfetmiştir: "Bakıyorum Rabbin hevam kolluyor. [1008]

Gerçekten etkisi derin, çirkin ve kulağa ağır gelen bir sözdü bu.

Peygamber (s.a.v.) sabretti. Bu taşkın ve ölçüsüz iddiaya söz ile ce*vap vermenin ve Allah'ın niçin böyle emrettiğini anlatmanın bir yarannın olmayacağını düşündü. En etkili cevap, davranışlarla verile*cek cevaptı. Cevabı zamana bıraktı. Herşeye en iyi cevabı o verecekti.

Hz. Aişe de, başkaları da bunu görecekti. Zaman akıp geçti, Rasûlüllah'a (s.a.v.) hür davranma imkanı verildiği ve bundan dolayı hiçbir günaha maruz kalmayacağı bildirildiği halde, günlerini taksim ve yanlarında yatma gibi hususlarda eşleri arasında adil davranışına devam etti.

Hz. Aişe de, başkaları da, bu ayetin yüce hedefini görerek ve yaşayarak anladılar.

Allah'ın kendisine vacib kılmadığı hususlarda bile âdil dav*randığını müşahede ettiler. Vacib olmayan hususlarda âdil davranan, vacib olan hususlarda evleviyetle âdil davranacaktır, bunda şüphe yok*tur.

O halde Rasûlüllah'ın (s.a.v.) hanımları, onun adaletinin mükemmelliğine kesin olarak inansınlar ve bu ilahi dersten ibret alsınlar. Davranış düşüncelerinde bunun etkisi görünsün de bundan sonra Rasûlüllah'ı (s.a.v.) üzecek bir söz ve davranışta bulunmasınlar.

7- Hz. Hafsa ile Aişe, Safiyye'ye karşı övünerek kendilerinin Ku-reyş'li olduklarını, Rasûlüllah'la (s.a.v.) aynı kabileden olduklarını, oysa onun yabancı olan tek hanımı olduğunu söylemişlerdir. Hz. Safiyye gelip Rasûlüllah'a bu durumu şikayet etti. Rasûlüllah (s.a.v.), fiili bir tepki göstermedi, kızıp öfkelenmenin buna bir faydasının olamayacağım biliyordu. Hz. Safiyye'nin bu kızgınlığını yatıştırmayı ve gönlünü alarak hanımları arasında ona eski itibarını kazandırmayı düşündü.

Hanımlarından hiçbirinde bulunmayan bir meziyetine dikkat çekerek şöyle buyurdu: "Sen de: Benden nasıl daha hayırlı olabilirsiniz ki, kocam Muhammed, babam Harun ve amcam da Musa'dır diyeydin ya!" [1009]

Meseleyi en güzel bir şekilde çözüme bağlayacak yol buydu.

8- Enes (r.a.), rivayet ediyor: Rasûlüllah (s.a.v.) hanımlarından birinin yanındaydı. Diğer hanımlarından biri olan bir tabakta yemek gönderdi. Rasûlüllah'ın (s.a.v.) yanında bulunduğu hanımı, hizmetçinin eline vurdu ve elinden yere düşen tabak parçalara ayrıldı. Rasûlüllah (s.a.v.), tabağın parçalarını yanya-na getirdi, sonra da dağılan yemeği o tabağa koyarak: "Anneniz, kıskandı" buyurdu. Sonra da yanında bulunduğu hanımı ona bir tabakta yemek getirinceye kadar hizmetçiyi orada bekletti. Sağlam olan tabağı, tabağı kırılan hanıma gönderdi ve kırık tabağı da, onu kıran hanımına bıraktı. [1010]

O kıskanç olanı Hz. Aişe idi. Tabakta yemek gönderen ise, Hz. Sa*fiyye idi. Hz. Zeyneb olduğu da rivayet edilmiştir.

Kıskançlığın kadına neler yaptırdığını biliyordu. Bu nedenle Hz. Aişe'nin bu husustaki duygularını ve bu duygularının davranışlarına et-kişini hesaba katıyordu.

îbnu Hacer, Ebu Ya'la'dan şu merftı haberi rivayet eder: "Kıskanç kadın, vadinin aşağısını yukarısından ayırdedemez." [1011]

Belki de, gözünü bürüyen kıskançlık bulutu kalktığında yaptığına pişman olmuştu. Bu sebepten olacak ki henüz hava kararmadan, yaptığının keffaretini sordu. Rasulullah (s.a.v.): "Bunun keffareti, kırılan tabağa benzer bir tabak ve dökülen yemeğe benzer bir yemektir" buyurdu.

Bu hikmetli davranışıyla bir ölçü koydu. Artık o kırılan tabak ta*mir edilemezdi ve dökülen yemek de birşeye yaramıyordu. Ancak ben*zerleriyle işlenen suç telafi edilecekti.

Bu davranışıyla, tabağı kırılan hanımının gönlünü yaptı ve Hz. Aişe ile aralarında çıkabilecek çekişmeyi önledi.

Hem bu âdil ve hikmetli davranış, böyle bir şeyin tekerrür etmesi*ni de önlemişti. [1012]


Bu Tavırların Hedefi:


Bu göz alıcı tablolar, bize Peygamber'in (s.a.v.) her tavn nasıl değerlendirdiğini, meselelerin sonucunu nasıl düşündüğünü ve hik*metle aklın gerektirdiği şekilde nasıl davrandığını ve ortamın tabiatına uygun nasıl tavır takındığını gözlerimizin Önüne sermektedir.

Ayrıca evlilik hayatına vefa, iyilik, ülfet, adalet ve güven gibi konularda bu davranışın ne kadar etkili olduğunu dikkatle değerlendirelim.

Henüz işin başında hikmete uygun bir tavır, büyümesi muhtemel olan bir zararı, büyümeden Önler. Büyük yangınlar, küçük kıvılcımlardan çıkar.

Bu küçük olaylar, zamanında önlenemediği takdirde büyüyerek eşlerin evlilik hayatının son bulmasına kadar gidebilirler.

Naklettiğimiz bu misaller, kadının psikolojik durumunu ortaya koymakta ve hem erkek, hem de kadının bunu anlayarak ona göre ted*bir almaları gerektiğini ifade etmektedir.

Hata etkenleri ve anlaşmazlık nedenleri başka hususlardan da kaynaklanıyor olabilir. Şimdi de bunları görelim. [1013]


1- Şuuraltı Kompleksler:


Çocukluğun erken dönemlerinde babaların çocuklarına karşı tu*tumlarının, aile ortamında çocuğun ilişkilerinin ve hayatının bütün dönemlerinde toplumun kişiye karşı davranışlarının o kişi üzerinde de*rin etkileri vardır. Bütün bu olaylar şuur altına yerleşir ve bazen or*taya çıkar, bazen de gizlenirler. Sonradan kişinin toplum içindeki hayatıyla evlilik hayatına da etki ederler.

Bu girişten sonra diyoruz ki:

Bunun misallerinden biri de: Kocasına başkaldıran aykırı tavır takınan ya da küçük bir olayı olduğundan çok büyütüp kesin ve katı re*aksiyon gösteren kadındır. Genellikle bu tür tavırlar, geçmişte ba*basının veya annesinin ona karşı takındığı katı tavrın psikolojik bir yansımasıdır.

Bazen de bu tavırlar, babasının diğer kardeşlerinden birini şu veya bu şekilde ona tercih etmiş olmasından kaynaklanır.

Bu durumda kadın, erkek cinsine kin beslemektedir, kocasının şahsında babasından öc almaktadır. Baba evindeyken hep içine atmış ve onda patlamağa hazır bir birikim meydana gelmiştir. Koca evinde bi*raz daha rahat bir nefes almıştır ve içindeki birikim dışa vurmağa başlamıştır.

Sahabilerden biri, çocuklarından birine bahçesini hediye edip Rasûlüllah'ı da (s.a.v.) buna şahit tutmak için ona gittiğinde, Rasûlüliah (s.a.v.): "Her çocuğuna aynı şekilde bir bahçe hediye ettin mi?" diye sormuş, adam vermediğini söyleyince, Rasûlüliah (s.a.v.): "O halde git, ben bir haksızlığa şahitlik etmem" diye veya: "Allah'tan kor*kun; çocuklarınız arasında âdil davranın" buyurmuştur. [1014]

Rasûlüliah (s.a.v.) bu sözleriyle ileride doğacak bu tür sonuçları kastediyordu. Kardeşlerden birini diğerlerine tercih etmenin, onların psikolojik yapıları üzerinde derin etkileri vardır. Bu haksızlık onların şuur altına yerleşir, o kardeşe karşı kin beslemeğe başlarlar ve fırsatım bulduklarında ondan intikam almağa kalkışırlar. Hatta ileride toplumla ilişkilerine de bunun etkisi olur.

Akıllı koca, bu etkenleri öğrenmeğe, kadının şuur altına yerleşenleri kurcalayıp bulmağa çalışan, buna göre hareketlerini yönlendirerek lütfü ve akıllılığı, sabrı ve tahammülü, ustalık ve mahare*tle bir tabip gibi hatta ondan daha becerikli bir şekilde meselelere yak*laşan kocadır, öyle ki, ona iyi bir erkek modeli oluşturmalı ve karısını, bilinç altına yerleşen ve aykırı hareket etmesine sebep olan komplek*sten kurtarmalıdır.

Kocasının bu davranışı, kadın için o aykırı davranıştan kurtuluş vesilesi olacaktır.

Ana ve babalar da, çocuklarının psikolojik yapılarında derin yara*lar ve tehlikeli izler bırakan davranışlardan uzak durmalılar. Aksi tak*dirde bu davranışlarının, çocuklarının ileride mutsuz bir evlilik yapma*larına sebep olabileceğini bilmeliler. [1015]


2- Aileden Kopamama:


Evililik için ruhî olgunluğu şart koştuğumuzda, bununla, eşlerden her birinin aile sorumluluğunu layıkı veçhiyle yüklenebilme seviyesinde olmasını, dış etkilerden ve akraba tahakkümünden uzak, bağımsız karar verebilecek durumda olmasını kastediyorduk.

Demiştik ki: Kişiyi bu seviyeye ulaştıran, basiretli idrak, olgun görüş ve olgunlaşmış şahsiyettir. Kişi ancak bu seviyeye ulaştığında, tökezlemeyeceğinden emin olabiliriz. Çünkü evliliğin ilk dönemlerinde kişi birçok problem ve hatalarla karşılaşır. Henüz başta belli bir seviy*esi varsa, bu olaylar onu daha da olgunlaştırır. Ama yoksa, yüzüstü düşüp kalkmayabilir.

Eşlerden biri, hayat ortağının henüz bu seviyeye ulaşmadığını, şahsiyet ve idrak konusunda henüz ailesinden kopmadığım; birtakım iplerle ailesine bağlı olduğunu, kendi başına birşeye karar vereme*diğini, herşeyde gidip anne ve babasına danıştığını, yeni kurulan aile*nin üyesi olacağı yerde hâlâ eski ailesinin bir üyesi olduğunu!!

Diyoruz ki: Kişi, hayat arkadaşını bu durumda görünce hayal kırıklığına uğrar.

Dışarıdan yapılan müdahaleler de çoğu zaman yapıcı olmaz, yıkıcı olur.

Kuşkusuz bununla, eşlerin hiçbir hususta akraba çevrelerinin görüşlerini almamaları, tecrübelerinden istifade etmemeleri ve onlara danışmamalarını kasdetmiyoruz.

Hiç şüphesiz bazı hususlarda danışmanın yararlan vardır ve bu hususlarda danışma olmalıdır. Ama bazı şeyler de var ki, kişinin kendi*si buna karar verir.

Ayrıca kişi eşiyle birlikte yardımlaşarak birtakım kararlara varır. Hatta bazen başkalarına da danışır. Ama kişi, henüz işin başında ken*di düşünce ve şahsiyetini bir tarafa bırakıp her hususta sorumluluğu ana-babasma yüklüyorsa, işte bu olmaz.

Diğer yönden, eşlerden biri, diğerinin ailesine danışır, görüş ve yardımlarını isterse, karşı taraf da bunu gönül huzuruyla, hatta takdir ve minnetle karşılar.

Ama kadın, olur-olmaz işlere burnunu sokar ya da mütehakkimane görüşüne göre hareket edilmesini ister veyahut hep kendi açısından meseleye bakacak olursa, işte o zaman mesele değişir.

Dışarıdan yapılan müdahaleler, genelde meseleyi daha da büyütür. Sıkıntıdan etkilenilir ama bir fayda vermez. O zaman serdedi-len görüş, tartışmayı kabul etmez bir tavırla ortaya atılır. Mantıkî düşünmekten çok duygusallığa dayanır.

Hiç şüphesiz, böyle bir hareket kocanın şahsiyetini yaralar. Çünkü koca, kendi evinde kendini danışma mercii görür. Eşi, kendisine danışacak ve beraberce problemin üstesinden gelecekler. Dışandan yapılan müdahaleler, ihtilaf alanını daha da genişletir. Eşler birbirle*rine karşı kin ve nefretle dolarlar. Aradaki güven ve bağlılık da zayıflar.

Baba ve aileler, bu duruma dikkat etmeli ve her olay karşısında münasip tavrı özenle seçmeli, eşler arasındaki ilişkilerin kutsallığını her zaman için gözönünde bulundurmalılar.

Sehl b. Sa'd'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasulüllah (s.a.v.), bir gün Hz. Fatıma'nın evine gitti. Hz. Ali evde yoktu. Rasulüllah (s.a.v.): "Amcanın oğlu nerede?" diye sordu. Hz. Fatıma: Aramızda bir şey geçti, birbirimize kızdık. O da gündüz uykusunu yanımda uyumadı, çıktı gitti, cevabını verdi. Rasulüllah (s.a.v.) birine: "Git, onu bul" buy*urdu. Adam gidip geldi ve: Ya Rasulallah! Mescitte uyuyor, dedi. Bunun Üzerine Rasulüllah (s.a.v.) mescide gitti, baktı ki Ali yan tarafına uzanmış ve abası bir tarafına sıyrılmış, vücudu da toprağa bulanmış. Rasulüllah (s.a.v.): "Ebû Türâb! Kalk. Ebû Türâb! Kalk" diyerek toprağı bedeninden silkmeye başladı. [1016]

Belki de kızı ile kocası arasında bir şey geçtiğini biliyordu ve o hik*metli üslûbu ile buna son vermek için kızına gitmişti.

Kızına: "Amcanın oğlu nerede?" diyerek karı-koca ilişkilerinin ötesinde aralarındaki bir ilişkiyi ona hatırlatacak bir ifade kullandı.

Kızı da hemen birbirlerine kızdıklarını ve kocasının dışarı çıktığını söyledi. Rasulüllah (s.a.v.), mescide giderek Ali'yi uyandırmaktan ve ona bulaşmış toprağı silkelemekten başka birşey yapmadı. Niçin hanımıyla bozuştuğundan hiç bahsetmedi. Belki de bu*nun, iki eş arasında gizli kalmasını daha uygun gördü.

O mükemmel tavır ve sevgi dolu el, kızının kocasının üzerindeki toprağı silkelerken haddi zatında kızıyla kocası arasındaki anlaşmazlığı da silkeliyordu.

Ve hemen ardından evine döndü.

Başka bir defasında da, Ali ve Fatıma'nın dikkatlerini istediklerin*den daha hayırlı birşeye yönlendiriyor.

tbnu Ebi Leyla rivayet ediyor, diyor ki: Ali bize anlattı: Fatıma, un öğütmekten şikayetçiydi. Peygamber'e (s.a.v.) esirler getirilmişti.

Fatıma, Peygamber'e (s.a.v.) gitti. Onu bulamayınca, durumunu Aişe'ye anlattı. Peygamber (s.a.v.) eve geldiğinde, Aişe ona Fatıma'nın gelişini anlatmış, bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) bize geldi. Biz yatak*larımıza uzanmıştık. Kalkmağa çalıştım, "olduğunuz yerde durun" buyurdu. Sonra aramıza oturdu, öyle ki ayaklarının soğukluğunu göğsümde hissediyordum. Buyurdu ki: Benden istediğinizden daha hayırlısını size haber vereyim mi? Yataklarınızda otuzdört defa Allahu ekber, otuzüç defa sübhanellah ve otuzüç defa da el-hamdu lillah dersi*niz. Bu, sizin için bir hizmetçiden daha hayırlıdır. [1017]

Evet... Fatıma'nın, un öğütmek konusunda babasına şikayet etme hakkı vardı.

Hayatın zorluklarını kızı için kolaylaştırmak da O'nun (s.a.v.) hakkı idi.

Herhalde kızının rahatlık ve mutluluğundan da daha çok hoşuna giden birşey olmazdı.

Ancak hesaba katılması gereken başka Önemli şeyler vardı:

1-Rasûlüllah (s.a.v.), vahyi dinlemeğe ve sünneti koruyup ezber*lemeğe vakfetmiş, mescidden başka da bir sığınakları bulunmayan ilim talebesi Suffe ehlini, elde edilen mala daha ehil görüyordu. Hatta bun*lar, işleri kendisinden de sorulan Fatıma'dan da daha öncelikliydi.

2-Maddî ve dünyevî hususlarda Peygamber (s.a.v.) önce müslümanlann gönlünü almayı tercih ediyordu. Onlardan birşey artar*sa o zaman Ehl-i Beytine onları vermekte bir sakınca görmezdi.

3- Onlara dünya işinden birşey kalmadığında, onların dikkatlerini onun yerine ondan daha hayırlı birşeye, ahiret işine yönlendirirdi. Bu*rada bir hizmetçiden oldularsa ya da dünyada biraz daha yorulacaklar-sa, ahirette daha yüce bir makama ve daha büyük bir sevaba nail ola*caklar.

Bazı durumlar da vardır ki dışarıdan olumlu bir müdahalenin ol*masını gerektirir. Mesela baba veya aile, kızları için bir can tehlikesi, ya da bizzat evlilik ilişkilerinin zarar göreceğinden ve evliliğin de*v******* kuşku duyulduğu durumlar böyledir.

Nitekim Hz. Ali, Hz. Fatıma'nın üzerine Ebu Cehil'in kızına talip olduğunu duyduğunda, kızını dini hususunda fitneye düşürecek bir ku*masının olmasından endişelenip kızmış ve herkese bu evliliğe izin ver*meyeceğini, Fatıma'yı üzecek birşeyin kendisini de üzeceğini ve Allah'ın en sevgilisinin kızıyla, en düşmanının kızının bir evde bir arada buluna*mayacaklarım ilan etmiştir. Bunun üzerine Hz. Ali, Ebu Cehil'in kızıyla evlenmekten vazgeçmiştir.

Hz. Hüseyin'in oğlu Ali, Misver b. Mahreme'nin kendisine şunu haber verdiğini rivayet eder: Hz. Ali, yanında Rasûlüllah'in kızı Fatıma olduğu halde Ebu Cehil'in kızına talip olur. Hz. Fatıma bunu duy*duğunda Peygamber'e (s.a.v.) gelir ve şöyle der: Kavmin, kızların için kızmadığını söylüyorlar, tşte Ali, Ebu Cehil'in kızıyla evlenmek peşinde!

Misver dedi ki: Rasûlüllah (s.a.v.) ayağa kalktı. Bu arada kelime-i şehadeti getirdiğini duydum. Sonra şöyle buyurdu: "Fatıma benden bir parçadır, onu fitneye düşürmeleri benim hiç hoşuma gitmez. Ayrıca Al*lah'a yemin ederim ki, Allah'ın elçisinin kızı ile, Allah'ın düşmanının kızı bir erkekle bir arada asla evli olamazlar." Bunun üzerine Ali, Ebu Cehil'in kızıyla evlenmekten vazgeçti. [1018]

Böyle zarurî bir müdahaleye ihtiyaç duyulmadıkça, en iyisi ortaya çıkan problemin çerçevesinin dar tutulması ve mümkün olduğu sürece çözümün eşlere bırakılmasıdır. Eşlerin kendileri problemi yalnız başlarına çözemedikleri zaman ancak mesele başkalarına arzedilebilir. Değilse, meseleyi başkalarına açmaya da gerek yoktur. [1019]


3- Namus Gayreti:


Bazı durumlar var ki gerçekten gayreti (kıskanmayı) gerektirir:

Bir serserinin, başkasının hanımını ya da namusunu seyretmesi ve bununla gönül eğlendirmesi gibi.

Kişi bu sırada gayretinden o serserinin gözünü patlatsa, hadiste de belirtildiği gibi diyet ödemez.

Ya da -hanımın akrabalarından bile olsa- evine girmesini isteme*diği birinin evine girmesi gibi.

Tirmizî, Süleyman b. Amr b. el-Ahvâs'tan babasının şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlüllah (s.a.v.) buyurdu ki: "Bilesiniz ki kadınlarınızın üstünde sizin hakkınız ve sizin üstünüzde de kadınlarınızın hakkı vardır. Kadınlarınızın üstünde sizin hakkınız: Sevmediklerinizi mefruşatınıza ayak bastırmamaları ve hoşlanmadığınız kimseleri evlerinize sokmamalarıdır. [1020]

Yine kişinin karısına belli bir yere gitmesini yasaklaması ve kadının oraya gitmesi veya kendi evinin dışında gece sohbetine gitmesi ya da orada uyuması gibi.

Buharî, Ebu Hüreyre'den Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyur*duğunu rivayet eder: "Kocasının yatağım terkederek başka yerde geceleyen kadın, dönünceye kadar melekler ona lanet eder.[1021]

Beyhakî de, îbnu Ömer'den Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyur*duğunu rivayet etmektedir:

"Kadın, kocasının izni olmaksızın evinin dışına çıkamaz. Çıktığı takdirde tevbe edinceye ya da dönünceye kadar melek*ler; hem gazab melekleri, hem de rahmet melekleri ona lanet ederler." Denildi ki: Kocası haksız olsa da mı? "Evet, kocası haksız olsa da" buyurdu. [1022]

Kadının sırf dışarı çıkması, sonucundan emin olunamayan bir du*rumdur.

Hz. Ali şöyle demiştir: "Utanmıyor musunuz? Kıskanmıyor musu*nuz? Sizden birinizin karısı dışarı çıkıyor, erkeklere bakıyor ve onlar da ona bakıyorlar."

Buharı, Muğire'nin şöyle dediğini rivayet eder:

Sa'd b. Ubade: Birinin karısıyla dolaştığını gördüğümde onu kılıçla vurasım geliyor, dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Sa'd'ın kıskançlığına hayran değil misiniz? Ben ondan, Allah da benden daha kıskançtır. [1023]

Ama kadın, bu gibi yerlerden uzak durur ve itaat etmek suretiyle kocasının hakkını yerine getirirse, o zaman güvenilmeyi ve saygı gösterilmeyi hakkeder. işte o zaman kocanın da, karısının bu seviyesine yaraşır davranış sergilemesi, tecessüs edip kansından şüphelenmemesi gerekir. Bu ne*denledir ki Rasulüllah (s.a.v.) kocanın gece vakti baskın yapmasını, karısının bir açığını yakalayacakmış gibi davranmasını ve karısından habersiz, alelacele içeri girmesini yasaklamıştır.

Böyle bir durumda şeytan, koca ile karısının arasım bozmak için oyununu oynar ve kocaya, düşünüp araştırmadan cinayet işlemesini sağlayabilir.

Rivayet edilir ki Abdullah b. Revaha gece vakti karısının yanına gider, karısının yanında saçım tarayan bir kadın vardır. Ancak o, bunu erkek zanneder ve kılıcını çeker. Bu olay Peygamber'e (s.a.v.) haber ve*rildiğinde, kişinin gece habersiz karısının yanına girmesini yasakladı.[1024]

Bütün bunlar, şüphelenilecek bir durumu bulunmayan kadın için geçerlidir. Ebu Hüreyre'den Rasulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğu ri*vayet edilmiştir:

"Allah'ın sevdiği ve sevmediği kıskançlık vardır. Allah'ın sevdiği, şüphe durumunda olan kıskançlıktır, sevmediği ise, şüpheye mahal olmayan yerde kıskançlıktır. [1025]

O halde kıskançlığa mahal olmayan ya da şüpheye temel olacak bir durum sözkonusu olmadığında kişinin kıskanç tavırlar içine girme*mesi gerekir ki temiz bir kadına yahut suçu olmayan çocuklara karşı suç işleme gibi bir durumla karşı karşıya kalmasın. [1026]


4- Taraflardan Birinin, Diğerinin Haklarım Görmezlikten Gelmesi Ya Da Onun Haklarım Bilmemesi:


Eşlerden her birinin, diğerine karşı görevleriyle atbaşı giden hak*lan da vardır.

Şu ayet-i kerime buna işaret etmektedir:

"Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları olduğu gibi, kadınların da erkekler üzerinde birtakım iyi davranışa dayalı hakları vardır. Ancak erkekler için kadınlar üzerinde bir üstünlük payı vardır.[1027]

Her biri, görevlerini bilir ve onları yerine getirirse, karşı taraf üzerindeki haklarına kolaylıkla erişebilir. Evlilik hayatmda her birinin, sevgi, huzur ve merhamette payı olur ve mutlu bir hayat yaşamalarına vesile olur.

Hak ve görevlerin bilinmemesi ya da görmezlikten gelinmesi, evli*lik ilişkilerinde tehlikeli sonuçlar doğurur.

Burada hak ve görevler kemiyetle ölçülmez, psikolojik yönün de büyük etkisi vardır.

Şimdi de bir nebze bu yön üzerinde durmak istiyoruz. [1028]
 
---> Ahlak ve insani ilişkiler alanında evlilik hayatı

Kocanın Görevleri

1- Mehir:


Kadının duygularım takdir ve onu taltif etmesi, eşler arasında sev*gi bağlarını güçlendirmek için kadına sadak (mehir) verilmesini isteme*si islamın güzelliklerindendir.

Mehir, karşılıksız başkasına verilen hediye kabilinden olmakla birlikte kocanın mutlaka yerine getirmesi gereken bir görevidir.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kadınlara mehirlerini gönül rızası ile (cömertçe) verin. [1029]

Mehir, şu hususlardan dolayı kadına değer verme ve onu taltiftir.

1- Mehir, kadının koca üzerindeki bir hakkıdır. Koca, takdir duy*gularını, kadınla hayat ortaklığı kurma arzusunu ve uğruna gücü yet*tiği herşeyini harcamaya hazır olduğunu ifade eden bir sembol olarak onu verir.

2- Mehir, erkeğin kadından istifade etmesinin bir karşılığı ol*madığına göre, evlilik için harcananlar, karşı cinse ulaşmayı hedef edinen bir harcama değildir. Evlilik bundan çok daha yücedir, imam Muhammed Abduh'un dediği gibi kadın, cariye veya at mesabesinde değildir. Abduh şöyle der: "Kocanın kadına verdiği bu bağışın, kendile*rini fukaha diye isimlendiren ve sadakla mehrin kadından istifade et*menin karşılığı ve ücreti olduğunu söyleyenlerin ileri sürdükleri bu an*lamdan çok daha yüce olduğu bilinmelidir.

Asla! iki eş arasındaki ilişki, kişi ile atı veya cariyesi arasındaki ilişkiden çok daha yüce ve soyludur. Bu sebeple yüce Allah: bağış olarak] buyurmaktadır.

Bu bağış, sevgi ve bağlılığın alâmetlerinden, sevgi ve merhamet düğümlerim güçlendiren hususlardan biridir ve ihtiyarî olmayıp zorun*ludur.[1030]

3- Mehir, kadının hakkıdır, veli ne ondan birşey alabilir ve ne de onsuz kadını evlendirebilir. Cahiliye döneminde bazen mehirsiz evlen*dirme olurdu.

4- Mehir, kadın için manevi bir anlam da taşır. Çünkü kendi aile*sinden kopup yeni bir aileye adım attığı bu sırada bir yalnızlık hisseder. Yalnız kendisinin harcama yetkisine sahip olduğu bu Ödenek onun için aynı zamanda manevi bir destektir de. Kocanın mehir üzerinde herhan*gi bir tasarruf yetkisi yoktur.

Yüce Allah şöyle buyurur: "Onlardan birine yüklerle mal ver*miş olsanız dahi verdiğinizden hiçbir şeyi geri almayın. İftira ederek ve açık günaha girerek verdiğinizi alacak mısınız?" [1031]

Ancak kadının kendi rızasıyla olursa, o başka: "Eğer kendi istek*leriyle o mehrin bir kısmını size bağışlarlarsa, onu da afiyetle yeyin. [1032]

Mehir, maddî herhangi bir şey karşılığında olmadığına göre, kadının onunla ev eşyası alma mecburiyeti yoktur. Ancak kendi rızasıyla olursa, bu onun bileceği bir iştir. Bu nedenle mehrinden aldığı ev eşyasının mülkiyet hakkı da onundur. Buna rıza gösterdiği için ko*cası da onunla birlikte o eşyayı kullanmaktadır.

Belki de kocanın onunla o eşyaları ortak olarak kullanacağı için örf, kocanın gücü nisbetince daha fazla mehir vermesi şeklinde gelişmiştir. Böylece iki taraf birlikte ev eşyasını kurmaları örfümüzde yaygınlaşmıştır.

Mehir hakkında İslâm'ın soylu görüşüyle karşı karşıya kaldığımızda bu problemi kolaylaştırmasının sırrını anlıyoruz. îslâm me*hir için bir sınır getirmemiş, onu zamana, kocanın ve ailenin durumuna bırakmıştır. Eğer bunun için yüksek düzeyde bir miktar tayin etmiş ol*saydı, bazı durumlarda denklik, güven ve evlilik için gerekli diğer hu*suslar mevcut olduğu halde kişi bu miktar bir mehri temin edeme*diğinden evlilik gerçekleşmezdi.

Nitekim Hz. Ömer'in (r.a.) şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Kadınların mehirlerini fazla tutmayın. Eğer fazlalık dünyada bir şeref ve Allah katında takva olsaydı, öncelikle Peygamber (s.a.v.) bunu ya*pardı. Oysa onun, kadınlarıyla evliliğinde de, kızlarını evlendirirken de oniki ukiyeden fazla mehir biçtiğini bilmiyorum.[1033]

"Peygamber (s.a.v.), Hz. Fatıma için çeyiz olarak bir kilim ve lifle dolu deri yüzlü bir yastık hazırlamıştır. [1034]

Rasûlüllah'ın (s.a.v.): "Kadınların en bereketlisi, mehri az olandır" buyurduğu sahih rivayetle nakledilmiştir. [1035]

Mehir, bir hediye ve üstün insanî gayeleri hedef edinen bir sembol olduğuna göre, onu yüksek düzeyde tutmaya ve böylece evlilik işini zor*laştırmaya ne gerek vardır?

Bu konuda fıtrat peygamberinin (s.a.v.) şu sözleri ne kadar güzeldir: "Bir demir yüzük bile olsa verecek bir mehir bul."

Kur'an'dan ezberlerini mehir yaparak onunla evlen." avuç dolusu yemek ya da sevik veren, evlenmeyi helal kılmıştır. [1036]

Sehl b. Sa'd es-Sâidî'den yapılan bir rivayete göre bir kadın Rasûlüllah'a (s.a.v.) gelerek:

Kendimi sana hibe ettim, dedi. Kadın uzun müddet bekledi. Bu*nun üzerine orada bulunanlardan biri:

Ya Rasûlallah, ona ihtiyacın yoksa, beni onunla evlendir, dedi. Rasûlüllah (s.a.v.):

Ona vereceğin bir mehir var mı?" buyurdu. Adam:

Şu izarımdan (etek) başka verecek bir şeyim yok, dedi. Rasûlüllah (s.a.v.):

Kendi izannı ona verecek olursan, sen izarsız kalırsın, başka birşey bul" buyurdu. Adam:

Başka bir şey bulamam, dedi. "Bir demir yüzük bile olsa birşey bul" buyurdu. Adam, aradı ama birşey bulamadı. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.):

Kur'an'dan ezberinde birşey var mı?" diye sordu. Adam: Şu şu sureleri ezberim dedi -sureleri adlarıyla saydı- O zaman Rasûlüllah (s.a.v.):

Şu ezberindeki sureleri (mehir kabul ederek) seni onunla evlendirdim" buyurdu. [1037]

Hatta kadın, müslüman olmayan birinin, islam'a girmesini onunla evlenmek için mehir kabul ederse, islâm'ın kendisi de mehir olur.

Enes'in şöyle dediği rivayet edilir. Ebu Talha, Ümmü Süleym'e talip oldu. Ümmü Süleym: Ya Eba Talha, Allah'a yemin ederim ki senin gibi birinin teklifi geri çevrilmez. Ancak sen kâfirsin ve ben de müslüman bir kadınım. Bu nedenle seninle evlenmem caiz değil. Şayet müslüman olursan, bu benim mehrim olsun, senden başka birşey iste*mem, dedi. Bunun üzerine Ebu Talha müslüman oldu ve İslâm'a girişi onun mehri oldu. Sabit dedi ki: Ümmü Süleym'in mehrinden daha değerli bir mehri olan kadın duymadım. Onun mehri, İslâm idi. Ebu Tal*ha onunla evlendi ve ondan çocuğu da oldu. [1038]

Netice itibarıyla mehir, kesin bir emirdir. Ancak azlığı veya çokluğu akraba olacak iki aileye ve kocanın durumuna bırakılmıştır.

Mehrin azlık ve çokluk hususunda farklılığı, Peygamber'in (s.a.v.) döneminden günümüze kadar birçok tatbikatıyla bilinmektedir. Ancak İslâm'ın genel tavrı, bu meselede kolaylık göstererek miktarın fazla tu-tulmamasıdır. Tâ ki, evlenmeğe engel bir problem olmasın. Taklid, başkasına benzeme ve onlarla yarışma, bir de aldatıcı dış görünüşlere değil, hak ve iyiliğin ışığında meseleleri değerlendirdiğimizde problemleri çözmemiz de kolaylaşır. [1039]


2- Nafaka:


Daha önce de belirttiğimiz gibi, nafakanın erkeğe ait oluşu, aile*nin yöneticisi olmasıyla uyuşan bir durumdur. Yüce Allah şöyle buyur*maktadır: "Erkekler, kadınlar üzerine yöneticidirler. Çünkü Al*lah, kimini kiminden üstün kılmıştır ve çünkü erkekler (kadınlara) mallarından harcamaktadırlar.[1040]

islâm, nafakayı erkeğe yüklerken, gücünün yetmediğini ona yüklemez ve nafakayı belli bir kemiyet şeklinde tahdit etmez. Herkes güç ve özel imkanları ölçüsünde sorumludur. Yüce Allah şöyle buyurur: "Eli geniş olan, genişliğine göre nafaka versin. Rızkı kısılmış bulunan da Allah'ın kendisine verdiğinden versin. Allah, bir kişiye ne vermişse ancak onu yükler.[1041]

Erkeğin kendisi için bolca harcadığı halde, karısı ve çocukları için cimrilik yaparak kısması ya da kendisi nimetler içerisinde yüzerken on*ları mahrum ve muhtaç bırakması şahsiyete yakışmaz.

Câbir b. Abdillah'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Abdullah b. Amr'ın azadlısı ona: Bu ay burada Kudüs'te kalmak istiyorum, dedi. Ab*dullah: Peki bu ay geçinmeleri için ailene birşey bıraktın mı? diye sor*du. Adam: Hayır, deyince Abdullah: Git, geçinmeleri için onlara birşeyler bırak, sonra dön gel. Çünkü Rasûlüllah'm (s.a.v.) şöyle buyur*duğunu duydum:

"Kişinin, geçiminden sorumlu olduğu kimseleri, nafakasız bırakıp gitmesi, onun için günah olarak yeterlidir. [1042]

Hakîm b. Muaviye'nin babasından nakline göre birisi Peygam-ber'e (s.a.v.): Kadının kocası üzerindeki hakları nelerdir? diye sordu. Buyurdu ki: 'Yediğinden ona yedirmesi, giydiğinden onu giydirmesi, yüzüne vurmaması, beddua etmemesi ve ancak evde ondan ayrı uyuması (yani ona kızdığında evi terkedip başka yerde gecelememesi)." [1043]

Kadın zengin bile olsa, kocası nafakasından sorumludur.

Kişi, Allah rızasını kazanmak için dinî ve içtimaî görevini yerine getirmeyi kastederek karısına ve çocuklarına infak edecek olursa, bu in-fakı boşa gitmez.

Ebu Mes'ud el-Ensâri'den Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Herhangi bir müslüman, Allah'ın rızasını kas*tederek ailesine harcamada bulunursa, bu onun için bir sada*kadır.[1044]

islâm, erkeğin evine infak sorumluluğunu birinci plana almış ve karşılaştırma esnasında bu infakı, infakların en değerlisi ve en üstünü olarak kabul etmiştir.

Sevban'dan (r.a.), Rasûlüllah'm (s.a.v.) şöyle buyurduğu nakledil*miştir: "Kişinin infak ettiği paranın en değerlisi, ailesine harcadığı, Al*lah yolunda savaş için bineğine ve Allah yolundaki arkadaşlarına infak ettiği paradır."

Ebu Kılâbe şöyle demektedir: Rasûlüllah (s.a.v.) hadisinde önce ailesine infakı zikretmiştir. Ebu Kılâ.be daha sonra şöyle diyor: Ailesi*nin küçüklerine infak edip onlann iffetini koruyan veya ihtiyaçlarını gideren kişiden daha büyük sevaba sahip kim vardır? [1045]


3- Eğitim Ve Öğretim:


islâm, hem erkeğin ve hem de kadının ilmî ve dinî seviyesini yükseltmeğe Önem verir, ilim elde etmeğe çalışmak her müslüman er*kek ve kadına farzdır. Kocasının, karısının dinî, ilmî ve içtimaî kültürünü geliştirmesine engel olması caiz değildir. Çünkü bu alanda kültürünü genişletmesi, hayattaki görevini yerine getirmesine yardımcı olur ve onu aldanma ve sapmadan korur. Yüce Allah şöyle buyurmak*tadır:

"Ey inananlar, kendinizi ve ailenizi bir ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır. [1046]

Hz. Ah (r.a.) ayetin tefsirinde şöyle demiştir: "Onları eğitin ve on*lara öğretin."

Ayetin: "Kendinizi ve ailenizi ateşten koruyun" kısmıyla ilgili ola*rak: Allah'tan korkun, ailenize de Allah'tan korkmalarını tavsiye edin, demektedir.

Katâde de şöyle demektedir: Allah'a itaat etmelerini emreder ve onlan Allah'a karşı gelmekten sakındırırsın. Allah'ın emirlerini yerine getirip getirmediklerini kontrol eder ve emirlerini yerine getirmeleri hususunda onlara yardımcı olursun. Allah'ın emirlerine muhalefet ettik*lerini gördüğünde onları bundan şiddetle sakındırırsın.

Dahhak ve Mukatil de şöyle derler: Müslüman, akrabalarına, ca*riye ve kölelerine, Allah'ın farz kıldığı ve yasakladığı şeyleri öğretmelidir. [1047]

Kaldı ki kadının ilim elde etmesi ve kültürünü arttırması, Rabbi-nin hakkını, vatanın hakkını, kocasının hakkını, evinin hakkını daha iyi bilmesine yardımcı olur. ilim, amelin temelidir. Evinin hakkını bilen kadının bulunduğu aile daha mutlu ve daha uyumludur. [1048]


4- İyi Muamele Ve Muaşeret:


Daha Önce kadının karakterinin iyi bilinmesi ve onunla ilişkilerde yumuşak davranılması gerektiğini anlatmıştık.

Erkeğin, hikmet ve itidal çerçevesinde sevinç ve neşe amillerini evine taşıması da buna girer.

Nitekim Peygamber'in (s.a.v.) hanımlarıyla şakalaştığı ve ev işlerinde onlara yardım ettiği sahih rivayetlerde belirtilmektedir.

Esved b. Yezid, diyor ki: Hz. Aişe'ye sordum: Peygamber (s.a.v.) evde ne yapardı? "Hanımlarına yardım ederdi. Ezan sesini duyduğunda da çıkardı" dedi. [1049]

Hz. Aişe'yle yarışırdı. Genelde kendisi Hz. Aişe'yi geçiyordu, bir gün de Hz. Aişe onu geçti. [1050]

Hatta Hz. Aişe'nin Peygamberle (s.a.v.) evlendiği ilk yıllarda ki yaşı küçüktü küçük kızlarla oynardı. Peygamber (s.a.v.), bu arka*daşlarını eve almasına ve onlarla oynamasına müsade ederdi. [1051]

Peygamber'in (s.a.v.): "İman bakımından mü'minlerin en mükemmeli ahlâkı en iyi olan ve ailesine en yumuşak davra*nanıdır" buyurduğu sahih rivayetlerde bildirilmektedir. [1052]

Bayram günü, iyiliği ve mü'minler cemaatini görsünler diye aile efradının hepsini çıkarır ve hepsinin neşelenmesini sağlardı. [1053] Bilakis o, şöyle buyururdu: "Mescide gitmen ve ailene gitmen ecirde eşittir.[1054]

Herhalde bu durum, Ebu'ş-Şeyh'in Malik b. el-Huveyris'ten nak*lettiği şu rivayette anlatılanları açıklamaktadır: Rasûlüllah (s.a.v.) çok şefkatli ve merhametli idi. Yanında yirmi gün kaldık. Ailelerimizi özlediğimizi sandı. Bize memlekette bıraktığımız ailelerimizi sordu. Biz de geride bıraktıklarımızı haber verdik. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Ailelerinize dönün ve onların yanında kalın."

Beklenmedik bir neşe, kısa bir gezinti, sembolik bir hediye, takdir veya derin sevgiyi ifade eden bir söz, bütün bunlar ya da bunlardan biri evlilik hayatına sihirsel bir etki yapar ve duyguları tazeler.

Bütün bunlar ortamın gerektiği şekilde tavır takınmayı öngören kişinin ehliyet ve hikmetli davranışına dayalıdır. Kişi ehil ve hikmet sahibi ise gücü nisbetince anlaşmazlık sebeplerinden uzak durur ve özellikle egonun etkisiyle olan hatalara bulaşmamaya özen gösterir.

Hz. Aişe'nin şöyle dediği sahih rivayetlerde belirtilmektedir: "Rasûlüllah'ın (s.a.v.) bir haksızlıktan dolayı intikam almağa kalkıştığını hiç görmedim. Ancak Allah'ın yasak saydığı şeyler hariç. Bunlardan biri çiğnendiğinde, herkesten daha katı olur*du, iki şey arasında muhayyer bırakıldığında da daha kolay olanı seçerdi. [1055]Hikmet, uygun davranış için münasip vakti yakalamayı gerektirir. Kişi böyle hareket ettiği takdirde aile hayatına neşe katar ve aile hayatında doğması muhtemel bulanıklık ve kederi dağıtır.

Kadınla iyi muaşeretin unsurlarından biri de, kocanın, kadının kendi şahsiyetine saygı duymasını istediği gibi kendisinin de onun şahsiyetine saygı duyması, görüşünü açıkça ifade etme hürriyetini ona tanımasıdır.

Koca, karısına danışmah ve ev işlerinde görüşlerim despotça ona dikta ettirmeğe kalkışmamalıdır. Böylece ona değer verdiğini, hisset*tirmeli ki o da sorumluluğunu samimi olarak yerine getirsin. Amerikalı araştırmacılardan biri bu konularla ilgili bir araştırmasında erkeğin despotluğunun hüküm sürdüğü ailelerde mutlu olanların % 61 ve mut*suzların % 24; kadının despotluğunun hüküm sürdüğü ailelerde mutlu*ların % 47 ve mutsuzların % 31 olduğunu; adil iş bölümü ve şûra ile yardımlaşmanın hüküm sürdüğü ailelerde ise mutluların % 87 mutsuz*ların % 7 olduğunu tesbit etmiştir.

Biz bu istatistikî bilgileri, kesine yakın bilgiler olarak takdim ediy*oruz. Ayrıca şunu da ilave edelim ki, erkeğin, ailenin yöneticisi olması, yapıcı yardımlaşma ve karşılıklı görüş alış-verişi ile adaletli iş bölümüne engel değildir, işte Kur'an-ı Kerîm şöyle buyuruyor:

"Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi, kadınların da erkekler üzerinde iyi davranışa dayalı hakları vardır. Ancak er*kekler için kadınlar üzerinde bir üstünlük payı vardır.[1056]

Erkeğin, hayat ortağı ve arkadaşı olarak seçtiği bir kadına danışmasında kendisi için ne eksiklik vardır?

Hudeybiye antlaşmasından sonra müslümanlar, antlaşmanın aleyhlerinde olduğunu zannettiklerinde Rasûlüllah (s.a.v.) mü'minlerin anası Ümmü Seleme'ye danışmamış mıydı? [1057] Mü'minler bu ant*laşmadan o kadar rahatsız olmuşlardı ki, Rasûlüllah (s.a.v.) geri dönmeye azmedip getirdikleri kurbanları kesmelerini ve traş olmalarım emrettiğinde, emre itaat etmemişlerdi.

O zaman Peygamber (s.a.v.) Ümmü Seleme'nin yanına giderek müslümanların hareketlerini ona danıştı. O da ona şöyle dedi. Ey Al*lah'ın Peygamberi, eğer emrine itaat etmelerini istiyorsan, dışarı çık ve hiç kimseyle tek kelime konuşmadan kurbanım kes, berberini çağırıp traş ol!

işte o zaman müslümanlar yerlerinden sıçrayarak kurbanlarını kestiler, emre öyle bir uydular ki biri diğerinin saçını traş etmeğe başladı. Daha önce emre uymadıklarından dolayı pişman olup suçu bir*birlerine atmağa başladılar. [1058]


Kocanın Karısı Üzerindeki Hakları:


Herhalde kocanın karısı üzerindeki haklarının ilki, ma'siyet olmay*an ve bir zarara yol açmayan hususlardaki emirlerine itaat etmesidir. Çünkü islâm'da zarara yolaçma yoktur. Ayrıca Allah'a isyanın sözkonusu olduğu bir hususta yaratılmışa itaat yoktur.

Bu çerçevede kadının itaati, olumlu yönde ailenin havasını oldukça etkiler. Iaatkâr kadının sevabının çok büyük olması, hatta Allah yolunda cihad edenin sevabına denk olması bundan dolayıdır.

Bezzar, Taberânî, Ibnu Abbas'tan şunu naklederler:

"Bir kadın: Ya Rasûlallah (s.a.v.), ben kadınların elçisiyim, sana geldim, dedi. Sonra erkeklerin cihad ve ganimetten sevap kazanma imkanlarından bahsetti ve: Bizim için ne var? diye sor*du. Rasûlüllah (s.a.v.) cevap olarak şöyle buyurdu: "Karşılaş*tığın kadınlara söyle: Kocalarına itaat ve hakkını itiraf etme*lerinin sevabı buna denktir. Ama sizden bunu yapanlar çok azdır.[1059]

Husayn b. Muhsan anlatıyor: Halam Peygamber'e (s.a.v.) geldi. Peygamber (s.a.v.) ona: "Evli misin?" diye sordu. Halam: Evet, dedi. Peygamber (s.a.v.): "Aranız nasıl?" dedi. Halam: Her yanına vardığımda mutlaka ondan rahatsız olurum, dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Sen ona nasılsın? Çünkü senin hem cennetindir, hem de cehennemindir. [1060]

Bu itaatin değerini belirtmek bakımından Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Eğer bir şeyin bir şeye secde etmesini istemiş ol*saydım, kadının kocasına secde etmesini isterdim. Canımı elinde tutana yemin ederim ki kadın, kocasının hakkını yerine getir*medikçe Rabbinin hakkını yerine getirmiş olmaz. [1061]

Kadın, itaatinin etkisini dünyada huzurlu bir aile ortamı, ahirette de cennette ebedî bir nimet olarak görür.

Ümmü Seleme, Rasûlüllah'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu nakleder: "Kocası kendisinden hoşnut olarak ölen kadın, cennete girer. [1062]

itaatin birçok görünümleri vardır. Bunlardan birkaçı şunlardır:

1- Kadın, kocasının izni olmadan evden dışarı çıkmaz. Buna dair hadisi, kıskançlıktan bahsederken nakletmiştik.

2- Kocasının izni olmaksızın evden herhangi birşeyi başkasına ver*mez. Kocasından izin almadıkça bir gün dahi olsa nafile oruç tutmaz. Kocası kendisiyle yatmak istediğinde buna engel olmaz.

Ebu Hüreyre, Peygamberin (s.a.v.) şöyle buyurduğunu nakleder: "Kadın kocası hazır bulunduğu halde ondan izin almadan oruç tutamaz. Kocası izin vermeden kimseyi içeri alamaz. Emri ol*maksızın malından infakta bulunursa, infak ettiğinin karşılığının yarısını kocasına öder.[1063]

Muaz b. Cebel'den rivayet edilmiştir: "Bir kadın, kocasının hakkını ödemeden imanın tatlılığını tadamaz. Kocası kendisiyle yatmak istediğinde, bir bineğin sırtında bile olsa, isteğine karşılık vermelidir. [1064]

Ebu Hüreyre'den de şöyle rivayet edilmiştir: "Koca karısını yatağa davet ettiği halde kadın icabet etmez ve koca buna kızgın olarak yatacak olursa, sabaha kadar melekler o kadına lanet ederler. [1065]

itaatin manası, kadının şahsiyetinin hesaba katılmaması veya erkeğin despotça davranması demek değildir. Kocanın, karısının görüşlerine gönlünü açması ve aile işlerinde ona danışması gerektiğini anlattığımızda bu konuları incelemiştik.

Kur'an-ı Kerîm, hayatın her alanında mü'minin danışmağa önem vermesi gerektiğini belirtir: "İşleri, aralarında meşveret iledir. [1066]

Başka bir ayette danışmanın evlilik hayatına uygulanışından bah*sederken şöyle buyuruyor: "Anneler, çocuklarını emzirmeyi tamam*lamak isteyen kimse için tam iki yıl emzirirler. Onların uygun biçimde yiyeceğini ve giyeceğini sağlamak, çocuğun babasına aittir. Herkes ancak gücü ölçüsünde bir şeyle mükellef tutulur.

Ne anne çocuğu yüzünden, ne de çocuğun aid bulunduğu baba, çocuğu yüzünden zarara sokulmasın. Mirasçının da aynı şeyi yapması gerekir. Eğer (ana-baba) anlaşıp danışarak (çocuğu memeden) kesmek isterlerse, kendilerine günah yoktur.[1067]

Ayrıca itaatin anlamı, evlilik hayatının çatışma, inatlaşma ve farklı durumlarda katı görüş alanı değildir. Aksine, güler yüzlülük ve müsamaha, ailede ortaya çıkabilecek birçok problemi çözer. Eşlerden her biri, gönlünü geniş tutmalı ve evlilik hayatını ve bu hayatın değerlerini zedelemeyen hataları görmezlikten gelmelidir. Ancak Al*lah'ın haklan, toplumun haklan veya ailenin haklan, görmezlikten ge*linemez.

O halde kocanın emri bir masiyet veya zarar içermediği ve kadın da görüşünü açıkça ifade ettiği müddetçe kadın, kocasının emirlerini ye*rine getirmeli ve kocanın yalnız başına bu emirlerin sonuçlarını yüklenmeyi de ona bırakmalıdır. Kaldı ki bu çerçevedeki emirler genelli*kle bir zarar da içermezler.

Eşler, hayatın yükünü beraberce yüklenebilir ve anlaşarak her biri kendine düşen görevi yerine getirebilir. O zaman yardımlaşarak ve anlaşarak daha mutlu ve yararlı bir hayata kavuşurlar. Aslında eşlerden beklenen de budur ve o zaman hayatları daha bir anlam ka*zanır. Çünkü her biri, müşterek değerlere inanmakta ve birbirlerinin şahsiyetine saygı göstermektedir. [1068]


Başka Görevler


Kadın hassas ve erkeğe nazaran daha duyguludur. Bu yönüyle kadının önemli görevi vardır:

Birincisi: Çocuklann yetiştirilmesiyle ilgilidir.

ikincisi: Hayat problemleri karşısında kocanın tavırlanna yön ver*mesi, böylece problemleri cesaret, metanet ve azimle karşılaması.

Kadın, daha önce de değindiğimiz gibi- sıkıntılı anlarda en iyi yardımcı ve kocasının dinlenmesini sağlayan vaha gibi olmalı, uğradığı sıkıntı ve üzüntülerin giderilmesi için çalışmalı, plan ve çalışmalarında ona umut ufuklanm açmalı ve verimli bir çalışmaya girebilmesi için ge*rekli olan huzur ortamını sağlamalıdır.

imkanlarına göre gerçekleşmesi çok zor umutlar peşinde koştuğunu gördüğünde, ona gururlu bir kişi olduğunu ya da bu umut*lar peşinde koşmasının hatalı olduğunu kendisine hissettirmeden imkânlan dahilindeki yakın umutlara onu yönlendirmeye çalışmalıdır.

Belki de ulaşabileceği umutları konusunda başarılı olması, o anda ulaşılmayacakmış gibi görünen umutlarını gerçekleştirmesine de yardımcı olur. Yola koyulan, hedefe ulaşır.

Ayrıca davranışlarıyla kocasına karşı şahsî görevlerini yerine ge*tirmesine hiçbir şeyin engel olamayacağım ona hissettirmelidir.

Tecrübelerle sabittir ki, eşlerden birinin diğerinden yüz çevirmesi ve velev kendi görevi olsun başka bir şeye himmetini yönlendirmesi, diğerinin kalbinde bir boşluğa sebep olur ve zamanla ona karşı şüpheler beslemeğe başlar, ona güveni sarsılır ve duygulan değişir. Buna engel olan çocuk ya da eşinin görevi bile olsa ona karşı soğur ve gittikçe ondan nefret etmeğe başlar.

Nitekim Rasûlüllah (s.a.v.), ibadetle meşgul olmakla da olsa, eşini ihmal edene: "Hanımının da senin üzerinde hakkı vardır" buyurmuştur.

Daha sonra o kişiye dinî görevleriyle, ailevî görevleri arasında bir denge kurmasını emretmiştir.

Peygamber (s.a.v.) kendisine talip olduğunda arzusuna aykırı bir teklif olduğu için değil, aksine küçük çocuklarına olan şefkatinden; ko*casına karşı görevleriyle çocuklarına karşı görevlerinin çatışacağı endişesiyle bu teklifi reddeden Ümmü Hâni' ne kadar hikmet sahibi bir kadındı.

Rasûlüllah (s.a.v.) da bu görüşünü takdir etmiş, mazeretlerinin karşılanacağını belirtmiş, hatta bu davranışından dolayı onu övmüş ve şöyle buyurmuştur: "Deveye binen kadınların iyileri Kureyş kadınlarıdır. Çünkü onlar küçük çocuklarına daha şefkatli ve koca*larının malım daha gözetleyicidirler."

Hayatın yüklerini hafifletme, kocanın gönlüne umut, iyimserlik ve neşe katma, hayatın sıkıntılı ve umutlu anlarında kocasının yanında yer alma konularında mü'minlerin anası Hz. Hatice'den daha üstün biri yoktu. [1069]


Eşler Arasında Ruhî Kural


Eşler arasındaki ilişkilerin damarlarına işlemesi gereken en değerli ruhî kural, eşlerden herbirinin, kendisi için istediğini diğeri için de istemesi ve kendisi için istemediğini de diğeri için istememesidir.

Bu kurala uymak, hayır ve mutluluğun anahtarıdır. Çünkü onlar*dan her biri, yaptıkları şeylerde Rabbini ve vicdanını gözetler.

Eşlerden her biri, birşey söylemezden ya da yapmazdan önce bu kuralı hatırlayıp gereğince hareket edecekse, nefret ve çatışmaya sebep olacak bir çok sözü söylemez ve işi yapmaz. Aralarında uzlaşma ve uyum sağlayan hareketlere yönelir. Böylece mutlu ve neşeli bir aile yu*vası içerisinde hayatlannı devam ettirme imkanı bulurlar. [1070]


Geçimsizlik Ve Tedavi Yolları


Eşlerden herbirinin, anlaşmazlık sebeplerinden uzak durmak ve anlaşma amillerini elde etmek için gözetmeleri ve gereğince amel etme*leri gereken hususlar bunlar.

Ancak bazı kimseler, davranması gereken davranışlardan gafil olabilir veya bunları görmezlikten gelebilir. Tabiat ve görevine uygun olan seviyenin üstüne çıkma heveslerini taşıyabilir ve buna göre adımlar atabilir.

Bazen kin ve nefret duygulan ona hakim olur ya da kendisini ilgi*lendiren görevlerini yerine getirme hususunda ciddi olmayabilir. Yahut evlilik bağlarının kutsallığına ve yeni hayatının, önceki sorumluluk taşımayan hayatından farklı kural ve değerlere sahip olduğuna inan*mayabilir. [1071]


Kadının Geçimsizliği


Kadının geçimsizliğini koca şu aşağıdaki hususlarla tedavi eder:

Birincisi: Güzel Öğüt. Koca, bir psikolog olmalı, karısına, tabiatına ve tavırlarına uygun Öğütler vermelidir.

Kocası kendisinden razı olmadığı halde geceleyen kadını ilahi cezadan korkutma, bazı maddi menfaatlerden mahrum bırakma, olması gereken ve ona yaraşan davranış konusunda uyarma, geçimsizliğin sonuçlarından, boşama ile sonuçlanabileceğini hatırlatma, bunun aile*nin yapısını yıkacağını, çocukların ortada kalacağını söyleme, buna karşılık uyumun sağladığı mutlu aile ortamını hatırlatma ve bunun özellikle çocukların istikbali ve genelde ailenin istikbali için yararlı ola*cağını anlatma, kocasını memnun edenin ahiretteki mükafatı vs.

Bütün bu hususlar, verilecek Öğüt çeşitleri olup kadının tabiat ve tavrına uygun olanı seçilir.

ikincisi: Böylece kadına, onunla birlikte bir yatakta yatma imkanı bulunduğu halde ona karşı olan duygusal isteklerine hakim olabi*leceğini ona göstermiş olur. Mutlu bir aile ortamına kavuşabilmeleri için bu geçimsizliğinden vazgeçmesi gerektiğini ona hissettirmiş olur.

Yatakta yalnız bırakmaktan kasdımız, ayrı yatakta veya odada yatmak değildir. Aksine aynı yatakta uyumalarına rağmen onu yalnız bırakmaktır.

Belki de İslâm, yatakta yalnız bırakmakla iki gayeyi hedef edin*miştir:

Birincisi: Duygusal isteklerine karşı kocanın irade gücünü ortaya koyması. Kocanın bu tavrı -yukarıda da belirttiğimiz gibi- kadının, iş büyümeden geçimsizliğinden vazgeçmesine sebep olabilir.

ikincisi: Anlaşmazlığın çözümü için ortam hazırlamak. Belki de er*kek, kadın yanında uzandığı halde ondan yüz çevirmesi, kadının, -evlilik hayatının devamını istemesinin etkisiyle- kocasına kendisinden nefret etmesinin sebeplerini sormasına sebep olur. Böylece bunun se*beplerini kendi aralarında soruşturur ve probleme beraberce çözüm yo*lunu bulmağa çalışırlar, ikisini de uyku tutmaz ve kimse sözlerine ve sırlarına muttali olmadan anlaşmazlıklarını çözer, uyum içerisinde yol*larına devam ederler.

Üçüncüsü: Şiddetli olmamak kaydıyla dövmek, kemik kırmayan, vücudu yaralamayan ve iz bırakmayan bir şekilde dövmek... Ibnu Ab-bas, bunu misvak ve benzeri el veya küçük kamışla dövmek şeklinde açıklamıştır.

Ancak bu yola başvururken şu hususlara dikkat edilmelidir:

1- ilk iki vesilenin bir yarar sağlamadığından kesin olarak emin ol*duktan sonra'ancak bu yola başvurulabilir.

2- Kur'an-ı Kerîm, bütün insanlar için yol gösterir. Bütün kadınlar aynı seviyede değildir. Her kadın, kendine münasip olanla muamele görür.

Şair şöyle diyor:

Köle değnekle te'dip edilir.

Hür olana ise söz yeter.

3- Döverek ve kırbaçlayarak cezalandırma, tedavisi ancak dövme ve kırbaçlama olan suçlarda günümüz ileri milletlerinde de uygulanan bir ceza çeşididir.

4- Bu mubahlıkla birlikte sâri', bunu hoş karşılamamış ki erkek*ler onu kötü kullanmasınlar da onunla muamelelerini kötülemesinler. Nitekim Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Sizden biriniz, köle döver gibi karısını dövmesin. Sonra günün sonunda onunla ya*tacaktır.[1072]

Netice itibariyle şeriat, diğer yolların fayda vermediği durumlarda ve kadının tabiatı bunu gerektiriyorsa zaruretten dolayı bunu mubah kılmıştır. Hikmet sahibi akıllı kişi, buna başvurmaz, problemleri ona başvurmadan halleder.

Çoğu zaman erkeklerin ahmaklıklarından hikmet ve akıllı davran*ma hususundaki beceriksizliklerinden dolayı bu yola başvurdukları doğrudur.

Yüce Allah bu vesileleri sırasıyla belirterek şöyle buyurmaktadır: "Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, on*ları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın.[1073]

Ayetin tefsiriyle ilgili olarak Ibnu Abbas'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Bununla kocasına başkaldıran, kocasının haklarını hafife alan ve emirlerine itaat etmeyen kadın kastedilmiştir. Yüce Allah, bu durumda kocaya, karısına Öğüt vermesini; üzerindeki hakkını hatırlatarak Allah'tan korkmasını hatırlatmasını emretmektedir. Öğüt vermekle bu durumdan vazgeçerse ne âlâ. Ama vazgeçmezse, onu boşamaz, çünkü bu, kadın için çok ağır bir cezadır. Aksine, yatakta onu yalnız bırakır ve onunla konuşmaz. Eğer bununla da yola gelmezse, şiddetli olmamak kaydıyla onu döver. Döverken kemiğini kırmaz, vücudunu yaralamaz. Yüce Allah: "Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın" buyuruyor. [1074]

Daima şunu hatırlayın: Eğer zulüm kırbaçlarıyla kadınlarınıza üstünlüğünüzü isbatlamağa kalkışacak olursanız, bilinki en üstün Al*lah'tır, her büyükten daha büyüktür. Onlara zulmederek kendi kendi*nize haksızlık etmeyin. Çünkü zulüm, dünyada da, ahirette de zulümâttır.

Yüce Allah ayetin sonundaki şu sözü ile buna işaret etmektedir: "Çünkü Allah yücedir, büyüktür. [1075]

Hanımlarını istibdat kırbaçlarıyla düzeltmeye kalkanlar, bununla, hürriyet havasını teneffüs etmeyen, korkaklık içlerine sinmiş nesillerin yetişmesine ve şahsiyet emarelerini bile üzerinde taşımayan bir toplu*mun oluşmasına yardımcı olduklarını bilmeliler. Ne kötü davranıyorlar! [1076]
 
---> Ahlak ve insani ilişkiler alanında evlilik hayatı

Kocanın Geçimsizliği


Kocanın geçimsizliğine gelince, kadın, -duruma göre- şu aşağıdaki hususlarla bunu tedavi etmeğe çalışır:

1- Kocasının başka hanımları varsa, gece sırasından veya nafa*kasından fedakarlık ederek başka hanımlarına bunu devreder ve hare*minde kalma şerefinin devam ettirilmesini kocasından ister, tbnu Ab*bas'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Hz. Şevde, Peygamber'in (s.a.v.) kendisini boşamasından korktu ve: "Ya Rasûlallah! Beni boşama, beni yanında tut ve günümü Aişe'ye ver." Rasûlüllah da (s.a.v.) böyle yaptı. Bunun üzerine şu ayet indi: "Eğer bir kadın kocasının geçimsiz*liğinden, yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, aralarında bir sulh yapmalarında onlara günah yoktur. Sulh (daima) hayırlıdır. Zaten nefislerde kıskançlık daima hazırdır. Eğer iyi geçinir ve Allah'tan korkarsanız şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.[1077]

Ibnu Abbas dedi ki: Ne üzere anlaşırlarsa, caizdir. [1078]

2- Henüz almadığı mehri varsa, bunun hepsinden veya bir kısmından ya da nafakadan vazgeçerek kendisini boşamasını ister.

Yukarıdaki ayet, buna da işaret etmektedir.

Yüce Allah, yukandaki vesilelerin fayda vermediği durumlarda sulhu övmüş ve sonra da cimrilik gibi bunun psikolojik engellerini zik*retmiş, nefsin, kendisini iyilikten alıkoyan bu engelleri aşmasını teşvik etmiştir. Belki kadın, boşandıktan sonra iyi geçineceği başka bir koca bulur. [1079]


Hakem Tayin Etme


Bu yolların hepsi fayda vermez ve eşlerin herbiri bir çıkış yolu bu*lamazsa, çevreleri, eşlerin problemlerini sakınca bulmayacakları koca tarafından bir hakem ve kadın tarafından bir hakem seçerler.

Her iki hakemin de insaf sahibi, tarafsız, duygularına kapılan değil teennî ile hareket eden ve problemleri ortadan kaldırmağa, eşleri barıştırıp aralarını düzeltmeğe istekli, anlayış ve idrak sahibi kimseler olmaları gerekir.

Her iki hakem de bu şekilde oldukları takdirde meseleyi inceler, çözüm için en uygun yolu bulur ve Allah, onların eli üzerine muvaffa*kiyeti sağlar. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir ha*kem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar barıştırmak isterlerse Allah aralarını bulur; şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır. [1080]



İslam Şeriatı Ve Evlilik Bağları


Yukarıda anlatılanlardan tslam şeriatının, eşleri anlaşmazlık ve ihtilaftan uzak tutmak, ülfet ve uyum sebeplerini devam ettirmek ve hayatlarında ortaya çıkan problemleri basiret, hikmet, sabır ve teenni ile çözme gibi hususlara ne kadar önem verdiği anlaşılmaktadır.

Bu yolda islâm şeriatıyla beraber yürüdüğümüzde hikmetli yol göstermelerinde şeriatın bu hususlara ne kadar önem verdiğini gösteren önemli iki hususla karşı karşıya geliyoruz. Evlilik hayatının kurtarılması konusunda ümitsizlik uçurumuna gelen kişiyi bu iki hu*sus, kişinin umutlarını kuvvetlendirmek ve tekrar hayata ümitle bak*masını sağlamak suretiyle tedavi edip şifaya kavuşturması mümkündür.

Birinci husus, kişinin karısıyla aralarında nefret ve anlaşmazlık rüzgarları esmeğe başladığında, karısının birtakım kusurlarının yanısıra meziyetlerinin de olduğunu; şu anda yapmış olduğu kötülüğün geçmişteki iyiliklerini görmezlikten gelmeyi gerektirmediğini hatırlamalı, hatta yapmış olduğu hatadan dolayı onu sorguya çektiğinde ya da bu hatalardan dolayı kendisiyle onun arasına bir sınır çekmeyi düşündüğünde geçmişteki iyiliklerini hesaba katarak hareket etmelidir. Bunu hatırlaması, takınacağı tavrı değiştirebilir.

Hatta gözünü geleceğe de dikmeli ve onu da hesaba katmalıdır. Şu anda kendisine kızgın olduğu karısı, ilerde hayır, sevgi ve huzur kay*nağı olabilir.

"Bilmezsin, olur ki, Allah, bundan sonra bir durum ortaya çıkarır.[1081]

"Eğer onlardan hoşlanmazsanız (biliniz ki) Allah'ın hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz. [1082]

Peygamber de (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Mü'min bir erkek, mü'min bir kadından nefret etmesin. Bir huyundan hoşnut değilse, başka bir huyundan hoşnuttur. [1083]

ikinci husus: Bir kadını boşamayı nefsi kendisine fısıldayan kişinin, kendisinin bir müslüman olduğunu ve islâm toplumunda ailele*rin sadece sevgi üzerine kurulmadığını aynı zamanda gözetme ve day*anışma üzerine de kurulduğunu hatırlaması dır.

O halde karısını gözetmeli ve ona yardımcı olmalıdır. Çünkü bu kadın, hayatını onun hayatına, geleceğini onun geleceğine bağlamış ve ondan sağlam teminat almıştır.

Bu sebeple Hz. Ömer, karısını sevmediği için onu boşamak isteyen birine: Aileler sadece sevgi üzerine mi kurulur? Hani gözetme, hani on*lara verilen teminat?!

Hz. Ömer döneminde, Gaylan isminde biri, sırf hanımlarını malından mahrum etmek için onları boşadı ve malını çocuklarına tak*sim etti. Hz. Ömer, hanımlarım geri almasını ve malın tekrar hem ken*disi, hem çocukları ve hem de hanımlarına ait olması için çocuklarından geri almasını, ölünceye kadar onları gözetmesini emretti. Bu sorumlu*luktan kaçılamayaeağını bildirdi. Çünkü islâm, cahiliye döneminde olduğu gibi kadınları mirastan mahrum etmeyi ya da aile fertlerinden bazılarını bazılarından üstün tutmayı yasaklamıştır.

imam Ahmed, Müsned'inde îbnu Şihab'tan, Salim'den ve o da ba*basından şunu naklettiğini rivayet eder: Gaylan b. Seleme es-Sakafî, islam'a girdiğinde on nikahlı karısı vardı. Peygamber (s.a.v.) ona: Onlar*dan dördünü seç, dedi. Hz. Ömer döneminde karılarını boşadı ve malım çocuklarına taksim etti. Bu haber Hz. Ömer'e ulaştığında şöyle dedi: "öyle sanıyorum ki, şeytan sana öleceğini fısıldadı; çok kısa bir Ömrün kaldı. Allah'a yemin ederim ki hanımlarını ve çocuklarına dağıttığın malını geri alacaksın. Değilse, onları sana mirasçı kılacağım ve Ebu Ruğal'in kabrinin recmedilmesi gibi kabrini recm ettireceğim. [1084]

Hz. Ömer'in bu davranışı, İslam'ın kadını ne denli gözettiğini, koca boşasa bile ona verdiği değeri gösterir.

Boşama erkeğin elindeyse de, islam, kadını tahkir, ona zulmetmek ve haklarını ortadan kaldırmak için kötü bir şekilde kullanılmasını caiz görmez.

Allah Hz. Ömer'den razı olsun, ne büyük insandı o.

Müslüman işleri düzeltmek ve haksızlıkları ortadan kaldırmak için vardır, düzeni düzensizliğe çevirmek ve dağıtmak için değil. Bu ne*denle, başka zarar verecek tavırlardan uzak durur.

Şeytan, koca ile karısının arasını bozmaktan dolayı sevindiği kadar başka birşeye sevinmez. Yüce Allah, helal olan şeylerden en çok ko*canın karısını boşamasına buğz eder.

Hangi insan, şeytanın en çok sevdiği ve Allah'ın en çok buğzettiği bir helali işlemek ister. Hadis-i şerifte şöyle buyrulur: "Allah, boşama dışında ençok hoşlanmadığı başka birşeyi helal kılmamış tır. [1085]


Bir Değerlendirme:


Evlilik, islam'la birlikte insanlığın uzun tarihi boyunca ulaşamadığı insanî bir anlam kazandı.

İslam'a göre evlilik, temel değerlerini hayvanı yönden alan beden*sel bir ilişki değildir.

Kendisiyle, mal ve mülk karşılığında güzellik ve nesebin satın alındığı ticarî bir muamele de değildir.

Kişinin, duygularını ya da şehvetini tatmin için başvurduğu şer'î ya da kanunî bir yol da değildir.

Geçici bir zaruret sebebiyle kendisine başvurulan ve bu zaruret ortadan kalktıktan sonra ya da ortaklardan birinin hoşuna gitme*diğinde sorumsuzca ortaklığı bozacağı bir ilişki de değildir. [1086]

Asla! O, insanî bir ilişkidir. Bir insan insanlığı ile başka bir in*sanın insanlığının kaynaştığı bir ilişkidir. Ne sadece ruhîdir ve ne de sadece bedenîdir, ikisini de bir arada bulunduran beşeri bir ilişkidir. Melek ile hayvan tabiatlarının orta yerinde duran insan tabiatıyla uyum içerisinde olan bir ilişki, iki insan, aksine, iki insanlık arasında kurulan ve sermayesi, sevgi, fedakârlık, diğergamhk, gözetme ve güven olan bir ortaklıktır.

Nitekim Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Sizin en iyiniz, ailesine iyi olanınızdır ve ailesine en iyi olanınız da benim."

Evliliğin hedefi ise, ruhî ve bedenî huzur ve bunlardan herbirinin aile ve topluma olan sorumluluklarını yerine getirmeleridir.

Peygamber (s.a.v.) şöyle buyuruyor:

"Hepiniz çobansınız ve güttüğünüzden sorumlusunuz: Dev*let başkanı çobandır ve vatandaşlarından sorumludur; erkek ailenin çobanıdır ve aile efradından sorumludur; kadın ko*casının evinde çobandır ve gözetimindeki şeylerden sorumlu*dur; hizmetçi, efendisinin malının çobanıdır ve gözetimindeki şeylerden sorumludur; hepiniz çobansınız ve gözetiminizdeki şeylerden sorumlusunuz. [1087]

Evliliğin şiarı, yardımlaşmadır. Eşlerden herbirinin diğerine karşı haklan, sorumluluklarına denktir. "Kadınların da erkekler üzerinde birtakım iyi davranışa dayalı hakları vardır.[1088]

Evliliğin temel kuralı ise, şu ayette özetlenmiştir: "Ya iyilikle tutmak ya da güzel ve adaletli bir biçimde salıvermek. [1089]


Evliliğin Meyveleri


Evliliğin gayesi, fert ve toplum hayatındaki etkilerinden bahset*tiğimize ve yapılan herşeyin de arzu edilen bir sonucu, yani meyvesi bulunduğuna göre evliliğin de yukarıda sözkonusu ettiğimiz psikolojik ve içtimaî gayelerinin dışında arzu edilen bir meyvesi vardır ki o da er*kek ve kız çocuklardan oluşan zürriyettir.

Kişinin bu konuda Allah'tan istediği budur. Bununla neşelenip sevinecek ve onunla kıyamete kadar ameli devam edecek: "Rabbimiz, bize gözler sevinci (gönüller açan) eşler ve çocuklar lütfeyle ve bizi (senin azabından) korunanlara önder yap. [1090]

Bu, hem din ve hem de modern ilim açısından bütün boyutlarıyla incelememiz gereken bir konudur.

Yüce Allah, zürriyetten överek bahsetmekte ve evliliğin bir meyve*si olarak bize zürriyet verdiği için O'na minnet borçlu olduğumuzu bil*dirmektedir: "Allah size kendi nefislerinizden eşler yarattı ve eşlerinizden de size oğullar ve torunlar yarattı ve sizi güzel (ve helal) rızıklarla besledi. [1091]

Rasûlüllah (s.a.v.), seven ve doğuran kadınları seçmemiz hususun*da bizi teşvik etmekte ve evliliğin, ümmetin çoğalması için bir vesile ol*masını dilemektedir. Böylece düşmanlarımızla cihad edebileceğiz ve ümmetin ilerlemesi için gayret edeceğiz. Ama bu, rasgele bir çoğalma değildir, kıyamet günü Peygamberin bizimle övünmesine ehil olmak kaydıyla bir çoğalmadır.

Bu konudaki hadisler bunu anlatmaktadır:

1- Enes b. Malik'ten rivayet edilmiştir. Diyor ki: Rasûlüllah (s.a.v.) evlenmeyi emreder ve evlenmemekten şiddetle sakındırarak şöyle buyururdu: "Seven ve doğurgan kadınlarla evlenin; çünkü kıyamet günü diğer peygamberlere karşı çokluğunuzla övüneceğim.[1092]

Ma'kıl b. Yesar'ın da şöyle dediği rivayet edilmiştir: Biri Rasûlüllah'a (s.a.v.) gelerek: Ya Rasûlallah, soy, makam ve mal sahibi bir kadın buldum, onunla evleneyim mi? dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) onu menetti. îkinci defa geldi, yine menetti. Üçüncü defa geldi, Rasûlüllah (s.a.v.) ona şöyle dedi: "Seven ve doğurgan kadınlarla evlenin, çünkü diğer ümmetlere karşı çokluğunuzla övüneceğim. [1093]

Övünülmeğe layık olan çokluk, güçlü olan, hayırla dolu olan ve fe*dakârlık yapabilen çokluktur. Kuvvetli mü'min, Allah katında güçsüz mü'minden hayırlıdır.

Toplumun gelirini çoğaltan, ferdin hayat seviyesini yükselten, hayatı güvence altına alan ve yeryüzünün onun sayesinde salih amelle dolduğu, kalbin güzel ahlakta temizlendiği çokluktur. "Andolsun Tev*rat'tan sonra Zebur'da da: 'Arza mutlaka iyi kullarım vâris ola*cak' diye yazmıştık. [1094]

Kalblerin hedef birliği ettiği, aynı inanç ve hedefi paylaştığı, aynı umut için çarptığı çokluktur.

"İşte bu sizin ümmetiniz, bir tek ümmettir. [1095] Peygamber'in (s.a.v.) övünmesine layık çokluk işte budur.

Çokluk, bizatihi hedef edinilen ya da Övülen değildir. Nice az sayıdaki bir gurup, çok sayıdaki bir guruba Allah'ın izniyle galip gel*miştir.

Hatta çokluğun kınanmaya vesile olduğu da vakidir. Çünkü me*sele kemiyette değil, keyfiyettedir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Huneyn gününde çokluğunuz sizi böbürlendirmişti. Fakat size hiçbir yarar da sağlamamıştı." [1096]

"Çoklukla övünmek sizi (o derece) oyaladı ki, kabirleri (dahi) ziyaret ettiniz. Hayır (olmaz bu), yakında bileceksiniz (hatanızı)!" [1097]

"Bilin ki dünya hayatı bir oyun, eğlence, süs, kendi aranızda (birbirinize karşı) övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışıdır. (Bu), tıpkı bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot, ekin*cilerin hoşuna gider, sonra kurur, onu sapsarı görürsün, sonra çerçöp olur. [1098]

Yüce Allah yine şöyle buyurur: 'De ki: Murdarla temiz bir ol*maz. Murdarın çokluğu hoşuna gitse de. [1099]

Peygamber'in (s.a.v.) de şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Oburların yemek tabağına hücum edişleri gibi milletlerin üstünüze çullanmaları yakındır." Ya Rasûlallah, o gün sayıca az olacağımız için mi diye sordular. "Hayır, aksine sayıca çok ola*caksınız, ama selin köpüğü gibi köpük mesabesinde olacaksınız" buyurdu. [1100]

Bu nedenle Zekeriya (a.s.), duasında temiz ve salih bir zürriyet is*temişti:

"Rabbim, bana katından temiz bir nesil ver. Sen duayı işitensin. Zekeriyya, mabedde durmuş namaz kılarken melekler ona: 'Allah sana, Allah'tan bir kelimeyi doğrulayıcı, efendi, nef*sine hakim ve iyilerden bir peygamber olacak Yahya'yı müjdeler,1 diye ünlediler. [1101]

Allah'ın dost kullarının da son ve değerli arzuları bu olmuştu. Yüce Allah, bu kulların menkıbelerini anlatırken onların şöyle dedikle*rini naklediyor: "Ve onlar ki: 'Rabbimiz, bize gözler sevinci (gönüller açan) eşler ve çocuklar lütfeyle ve bizi (senin azabından) korunanlara önder yap' derler. [1102]

Nesil, güçlü bünyeli, sağlam ahlâklı, ilimle âmil, seviyesi yüksek olduğunda gerçekten nitelikli bir nesildir ve bununla kişiyi sevindirir, onun gözünün neşesi olur. Dünyada Allah'ın halifesi olmaya ve kıyamette de Peygamber'in (s.a.v.) kendisiyle övünmesine ehil olur.

Ama sıska ve zayıf bünyeli, sağlık ve zeka yönünden geri, ilim ve verimliliği düşük, ahlak ve davranışları yönünden seviyesiz olursa, o zaman çokluk, altından kalkması zor ağır bir yük olur, ilerlemeyi engeller. O zaman ferdin, hem kendi şahsı için, hem de ümmeti için yararlı bir gelir sağlaması, yararlı iş yapması, dünya ve ahiret için önemli şeyler gerçekleştirmesi mümkün olmaz.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Erkek ve kadından her kim inanmış olarak iyi bir iş yaparsa, onu (dünyada) hoş bir hayatla yaşatırız. (Ahirette ise), onların ücretini yaptıklarının en güzeliyle veri*riz.[1103]

Çocukları sıska ve zayıf bir kavme Hz. Ömer'in nesilleri için uygun ortam aramalarım emrettiğini yukarıda nakletmiştik.

tslâm şeriatı, evlenmeyi ve çocuk doğurmayı teşvik ettiği günden beri bunun yanında asil ve hoş neslin yetiştirilmesi için uygun şartları, hazırlaması, yeteneklerinin geliştirilmesi için uğraşmayı ve yetenekle*rinden yararlanmayı da teşvik etmiştir.

Bu sebeple Peygamber (s.a.v.), hamile kalma ihtimali olan emzikli kadınla yatmayı yasaklamıştır. Çünkü emzikli kadının hamile kalması, ona bir yük daha yüklemek olur. Karnında taşıdığı cenin, süt emen çocukla kadının enerjisini paylaşmış olur, hatta yiyeceğini bozup en*geller, hayatının ileri safhalarında bile etkileri görülen zararlara sebep olur.

Esma bint Yezîd, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu işittiğim söyler: "Çocuklarınızı gizlice öldürmeyin. Canımı elinde tutana yemin ederim ki, emziren kadının hamile kalması, (süt emen çocuğa öyle bir zarar verir ki) at sırtında (koşturan ergin erkek olacak yaşa gelse yine) onu tutar yere atar. [1104]

Abdullah ibn Mes'ud'un da şöyle dediği rivayet edilmektedir: Rasûlüllah (s.a.v.) on hasletten hoşlanmazdı: Altın yüzük takmak, elbi*seyi yukarıya çekmek, safre[1105] sürünmek, yaşlılığı değiştirmek -tbnu Cerir, bununla ağarmış kılları yolmanın kastedildiğini söylem ektedir-erkeklik suyunun yerine boşaltılmaması, efsunlama dışında muska yapılması, çocuğun sütünün (hamile kalınmakla) bozulması, nazar bon*cuğu takılması, kadının yersiz süslenmesi ve yürürken, erkeklerin dik*katini çekecek şekilde topuklarını yere vurarak yürümesi. [1106]

tik hadiste Peygamber (s.a.v.), süt emen çocuğa zarar vereceği ge*rekçesiyle emzirme döneminde kadınla yatmayı yasaklamakta ve bunu gizli öldürme olarak isimlendirmektedir. Bu, sonradan etkisini gösteren zehire benzer. Hadis, böyle birşeye sebep olmayasınız diye bu dönemde kadınla yatmayın buyurmaktadır.

ikinci hadiste de, bu dönemde kadınla yatmanın çocuğa zarar ve*receğini açıkça anlatmaktadır. Bu nedenle de bu dönemde kadınla yat*mayı hoş karşılamamıtır.

Tıbbi deneyler isbat etmiştir ki, cinsiyet ve hamilelikle ilgili progestron ve ostrojen hormonlar, hamilelik döneminde çoğalmakta ve bu çoğalma ile birlikte kadının sütünün bileşimi de değişikliğe uğramaktadır. Sütteki yağ ve protein miktarları normalin altına düşmekte sütün kalite ve miktarı azalmakta hatta salgılamayı önleyen hormonların varlığı sabebiyle asgarinin altına düşmektedir.

Sütün azalması sonucunda süt emen çocuk çeşitli hastalıklara ma*ruz kalmaktadır.

Dokuların gelişmesinde proteinlerin büyük bir etkinliklerinin olduğunu ve süt emen çocuğun bunlara şiddetle muhtaç olduğunu bi*liyoruz.

Süt çağındaki bebek için anne sütüne denk başka bir gıda yoktur. Özellikle gelişmekte olduğu ilk aylarda çocuğun gelişmesinde en uygun ve en değerli gıda, anne sütüdür. [1107]

Burada kadınla yatmanın yasaklanması, onunla yatmanın kendi*sinden değil, hamile kalması sebebiyledir. Ama normalde hamile kal-mayacaksa onunla yatmakta bir sakınca yoktur. [1108] Bu durumda azil yapmak ya da hamileliği engelleyen günümüz metodlarından birini uy*gulamak, kadının hamile kalma korkusunu ortadan kaldırmaktadır ve bu durumda onunla yatmakta bir beis yoktur.

Nitekim Peygamber (s.a.v.) döneminde azil yapanlar (erkeklik suyunu rahmin dışına akıtanlar) vardı ve o sıra Kur'an henüz iniyordu. Bununla birlikte azli yasaklayan bir emir gelmedi.

Peygamberin (s.a.v.) vefatından sonra da emzirme ve başka sebeplerle azil yapmağa devam edenler vardı.

1- Cabir b. Abdillah'ın şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Rasûlüllah (s.a.v.) döneminde azil yapardık. Bu durum kendisine haber verildi ve O bunu yasaklamadı. [1109] Müslim, yine Cabir'in şöyle dediğini nakletmektedir: "Kur'an iniyor olduğu halde azil yapıyorduk."

Süfyan şöyle demiştir: "Şayet azil yapmak, yasak birşey olsaydı, Kur'an bunu yapmamızı yasaklardı.[1110]

2- Yine Cabir'den rivayet edilmiştir: Biri, Peygamber'e (s.a.v.) gelerek: Benim bir cariyem var, bize hizmet eder, hurmalığımıza bakar. Onunla yatıyorum fakat hamile kalmasını istemiyorum, dedi. Peygam*ber (s.a.v.): "istersen azil yap, çünkü kendisine takdir edilen olur" buyurdu. [1111]

Müslim ve Ahnıed'in Müsned'inde rivayetin devamı şöyledir: Bilahere adam geldi ve: Cariye hamile kaldı, dedi. Bunun üzerine Peygam*ber (s.a.v.): "Ben sana, kendisine takdir edilen olur, demiştim" buyurdu.

3- Ebu Said el-Hudri'den rivayet edilmiştir: Huneyn günü esir aldık. Fidye karşılığında onları serbest bırakmak istiyorduk. Rasûlüllah'a (s.a.v.) azli sorduk. Buyurdu ki: "Nasıl uygun görüyorsanız yapın, Allah'ın takdir ettiği mutlaka olur. Çocuk, erkeğin suyunun tam******* olmaz. [1112]

4- Haccâc b. Amr anlatıyor: Zeyd b. Sâbit'in yanında oturuyordum, tbnu Fehd -Yemen halkından biri- geldi ve: Benim cariyelerim var, hep*sinin hamile kalmalarını istemiyorum, azil yapayım mı? dedi. Zeyd b. Sabit: Ona fetva ver ya Haccac, dedi. Allah günahlarını bağışlasın, sen*den birşeyler öğrenelim diye yanında oturuyoruz, dedim. Zeyd yine: Fetvasını ver, dedi. Dedim ki: O, senin tarlandır, dilersen sula-mazsın. -Haccac diyor ki: Bunu Zeyd'den duymuştum- Bunun üzerine Zeyd: Doğru söylüyor, dedi. [1113]

5- Zaide b. Umayr, anlatıyor: Ibnu Abbas'a azli sordum. Dedi ki: (Çocukları) çoğaltınız. Rasûlüllah (s.a.v.) bu konuda birşey söylemişse, onun dediği geçerlidir. Ama birşey söylememişse, diyorum ki: Kadınlarınız, tarlalannızdır, tarlalarınıza nasıl dilerseniz öyle varın. Di*lerseniz, azil yapın, dilemezseniz, yapmayın. [1114]

Beyhakî'nin îbnu Abbas'tan rivayeti şöyledir: "Allah'ın yaratmayı takdir ettiği canı, Ademoğlu öldürecek değildir. Tarlan, dilersen onu su*larsın, dilersen sulamazsın."

6- Hz. Ömer'in şöyle dediği nakledilmektedir: "Rasûlüllah (s.a.v.), hür kadın izin vermedikçe onunla yatarken azil yapmaktan sakındırdı.[1115]

7- Malik, Sa'd b. Ebi Vakkas'tan babasının azil yaptığını nakleder. [1116]

8- Malik, yine senedi ile, Ebu Eyyüb el-Ensarî'nin de azil yaptığını nakleder. [1117]

9- Taberî, kendi senediyle Saîd b. el-Müseyyeb'in "tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın" [1118]ayetinin tefsirinde şöyle dediğini nakleder: Dilerseniz azil yapın, dilerseniz yapmayın. [1119]

10- Ebubekir el-Cessâs da, îbnu Ömer'in, "Tarlanıza nasıl dilerse*niz öyle varın" ayetinin tefsirinde şöyle dediğini nakleder: Dilersen azil yaparsın, dilersen yapmazsın. [1120]

11- Kadı Ebu Ya'la, Ubayd b. Rifae'den babasının şöyle dediğini nakleder: Ali, Zübeyr ve Rasûlüllah'm (s.a.v.) ashabından bir gurup Hz. Ömer'in yanına gelerek azil meselesini tartıştılar, Hz. Ömer: Onda bir sakınca yoktur, dedi. Aralarından biri: Bunun kızları diri diri gömmenin küçük bir şekli olduğunu ileri sürüyorlar, dedi. Bunun üzerine Hz. Ali: "Andolsun biz insanı çamurdan (meydana gelen) bir süzmeden ya*rattık[1121]ayetlerini anlatılan yedi merhaleden geçmedikçe diri diri gömmeye benzemez, dedi. Hz. Ömer, Hz. Ali'nin bu sözünü takdir etti ve: Allah sana hayır mükafat versin, dedi. [1122]

12- Cabir b. Abdillah'tan nakledilmiştir: Ya Rasûlallah (s.a.v.), azil yapardık. Ancak yahudiler bunun, diri diri gömmenin küçük bir şekli olduğunu söylüyorlar, dedik. Buyurdu ki: Yahudiler yalan söylüyor[1123] "Allah (o çocuğu) yaratmak istediyse, azil ona engel olmaz. [1124]

Beyhakî de [1125]Ibnu Abbas'a azlin sorulduğunu, onun: Gidin, başkalarına sorun, sonra gelip bana ne dediklerini haber verin, dediğini; gidip başkalarına sorduktan sonra gelip ne söylediklerini, bu*nun üzerine kendisinin: "Andolsun biz insanı çamurdan (meydana ge*len) bir süzmeden yarattık... [1126]ayetlerini okuduğunu, sonra da şöyle dediğini nakleder: Bu merhalelerden geçmeden nasıl diri gömülene benzesin ki?

Yukarıdaki hadislerle sahabe kavillerini incelediğimizde şu aşağıdaki neticeleri çıkarabiliriz.

1- islâm şeriatı azli onaylamıştır. Peygamber'in (s.a.v.) haberdar oluşundan sonra sahabenin bazısının bunu uygulaması, Peygamber'in (s.a.v.) ikrar etmesi şer'iliğinin isbatı anlamına gelir.

Nitekim kitabımızın baş taraflarında, ruhbanlığı yol edinenlerin bu davranışlarını duyan Peygamber'in (s.a.v.) hemen onları ikaz ettiğini, dikkatlerini kendi sünnetine çektiğini, takip edilmesi gereken yolun kendi sünneti olduğunu söylemiş; sünnetinden yüz çevirenlerin, şeriatına bağlı olmadıklarını belirttiğini anlatmıştık. Rasûlüllah (s.a.v.) bunu duyar duymaz hemen harekete geçmişti.

2- Şeriat azil yapmağa izin vermiş ve onu mubah görmüştür, hat*ta yapılmasına işaret etmiştir: "Dilersen azil yap, çünkü kendisine tak*dir edilen, olacaktır." Böylece dikkatler başka bir yöne; mefhumların ta*shihi ve akidenin düzeltilmesine çekilmiştir.

insanlar bizzat kendileri tecrübe etsinler. O zaman görecekler ki, kontrol eden, onu sınırlayan ve ona hakim olan azil yapmak değildir. Aksine bunun temel etkeni sadece ve sadece Allah ve O'nun takdir buyurduğudur. Azil yapılsın veya yapılmasın, takdir ettiği mutlaka olur.

Bu sebeple Peygamber (s.a.v.): "Dilersen azil yap" buyurmuştur. Yani, Allah'ın meşieti (dilemesi) yaratmaya taalluk ederse, -farkında ol veya olma erkeklik suyun, rahimdeki yerine gidecek ve orada bütün yönleriyle düzenli şekillenmiş bir insan oluşacak. Bunu bizzat kendin müşahede etmiş olacaksın.

3- işte bunun ışığında bu konuda Rasûlüllah'dan (s.a.v.) rivayet edilen şu sözünü anlayabiliriz:

"Azli dilersen yap, ona takdir edilen, olacaktır."

"Neyi uygun görüyorsanız onu yapın. Allah'ın takdir ettiği mutlaka olacaktır."

"Yahudiler yalan söylüyor... Yüce Allah birşeyi yaratmayı dilerse, kimse O'na engel olamaz."

"Kendisinden çocuk olacak suyu, bir kayanın üzerine boşaltsan, Allah ondan bir çocuk çıkarır.[1127]

Hatta bunun ışığında Peygamber'in (s.a.v.) niçin bazı yerlerde azil yapmayı yasakladığını da anlıyoruz. O yerlerde bu davranışın dayandırıldığı temelin zayıflığı sebebiyle oralarda azil yapmanın redde*dilmesi gerekir.

O zaman azil iki şey için yapılırdı:

Birincisi: Süt emziren kadınla münasebette bulunmanın, süt emen çocuğa zarar verdiği yaygın idi. Bu durumda azil yapmak çocuğa ya*rarlıdır.

ikincisi: Azil yapmak, kesin olarak nesli engeller. Kişi çocuk sahibi olmak istemiyorsa, bunun yolu azil yapmaktır.

Bu sebeple azil yapmayı yasaklama, bu iki hususla irtibatlı iki hakikatten dolayıdır.

a) Menfaat ve zarar verme noktasında gerçek müessir yüce Al*lah'tır. Azil yapmanın veya yapmamanın bizatihi fayda veya zarar ver*diği düşünülmemelidir.

"De ki: Ben, Allah'ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fay*da veya zarar verecek güce sahip değilim. [1128]

Fayda verme ya da zarar verme başkasının elinde değildir.

Bununla birlikte inanç sahih olduğu müddetçe, normalde eziyet veren ya da Allah'ın etkisi ile zarar veren şeylere karşı kişinin kendini koruma yollarına başvurmasında bir engel yoktur.

Üsame b. Zeyd'den rivayet edilir ki: Biri, Peygamber'e (s.a.v.) gele*rek: Karımla ilişki kurduğumda azil yapıyorum, dedi. Peygamber (s.a.v.): Bunu niçin yapıyorsun? diye sordu. Adam: Çocuğuna/ çocuklarına acıyorum, dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.): "Eğer zarar verseydi, iranlılarla, Bizanslılara zarar verirdi" buyurdu. [1129]

Peygamber'in (s.a.v.) cevabı, iki hususu içeriyor:

Birincisi: Fayda veren ve zarar veren, yüce Allah'ın kendisidir. Allan'in kader ve iradesi dışında bizatihi fayda veren ya da zarar veren birşey yoktur.

ikincisi: Allah'ın kader ve iradesi dışında herhangi birşeyin zarar vermesi ifade ediliyorsa, sadece onun alelade bir sebep olduğu kastedi*liyor demektir ve o zaman ondan korunma yollarına başvurmakta bir sakınca yoktur.

b) Azil yapmak ya da yapmamak, kadere iman çerçevesi dahilinde olmalıdır. Onu aşmamahdır. Azil yapmanın, nesil sahibi konusunda ke*sin etkileyici olduğunu düşünen kimseye şöyle denilmeli: Asla... Aksine kesin etkileyici olan yüce Allah'tır. Sen suyu boşalt ve işi Allah'a bırak, Allah onu dilediği yöne yönlendirir.

Çoğu zaman su, yerli yerine boşaltılır ama rahim nesil getirecek durumda olmadığından boşa gider. Çünkü Allah, o rahim sahibi kadının çocuk sahibi olmasını dil em emiş tir. Bu O'nun hakimiyet ve takdiri çerçevesinde olan birşeydir. [1130]

"Göklerin mülkü Allah'ındır. Dilediğini yaratır. Dilediğine kız çocukları, dilediğine de erkek çocukları bahşeder. Yahut on*ları hem erkek hem kız çocuklar olmak üzere çift verir. Dile*diğini de kısır bırakır. O, herşeyi bütünüyle bilendir, (her şeye) gücü yetendir." [1131]

"Söyleyin öyleyse, dökmekte olduğunuz meni nedir? Onu siz mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratan biz miyiz?[1132]

îşte bu sebeple Peygamber'e (s.a.v.) azil yapmayı soran birine: " Sen mi o çocuğu yaratıyorsun? Sen mi ona rızık veriyorsun? Sen suyunu yerine boşalt, bu ancak Allah'ın kaderidir. [1133]

Yine şöyle buyurmuştur: 'Yapmasamz da sizin için bir zarar yoktur. Çünkü yüce Allah, kıyamete kadar yaratacaklarını yazmıştır. [1134]

"Sizden biri bunu niçin yapsın ki? Yaratılmış hiç bir nefis yoktur ki Allah onu yaratmış olmasın. [1135]

Bütün bu hadisler, bu meselede kadere iman etmeğe yöneliktir, însan için, normal ilişkide bulunmakta bir sakınca yoktur. Ne yaratıcı olan insandır, ne de nzık veren. Çocuğun olup olmaması da azil yap*mağa ya da yapmamağa bağlı değildir. Allah'ın dilediği olur ve dileme*diği olmaz; ister azil yapın, ister yapmayın.

O halde... Azil yapmanızda da, yapmamanızda da sizin için birşey yoktur, iş, sadece Allah'ın elindedir.

Bu azil işinden birşey yapar da bundan meşru birşeyi kastediyor*sanız, sebeplerine sarıldıktan sonra işi Allah'a havale edin. Umulur ki Allah işinizde size yardımcı olur.

İlahi yönü görmezlikten gelip şu alelade vesilelere sarılan ve bu*nunla çocuk sahibi olmaktan kaçınmayı hedef edinen, her ne kadar onun bu davranışının yaratma ve varetme hususunda bir etkisi yoksa da, ameller niyyetlere göre değerlendirilir ve bu sebeple de şeriat, onun bu davranışını diri gömmek[1136] gibi mütalaa etmiştir.

Kendisine azil sorulduğunda Peygamber'in (s.a.v.) şu sözü ile kas*tedilen budur: O, gizli gömme'dir. Diri gömme ise şu ayette anlatılandır: "Diri diri toprağa gömülen kızlara, suçunuz neydi? diye sorulduğunda. [1137]

Kocası, kişinin Allah hakkındaki itikadı sahih olduğu; fayda ve zarar verenin O olduğunu; O dilerse olacağını, dilemezse olamayacağını bildiği müddetçe çeşitli kapıları çalmasında ve çeşitli yollara başvurmasında sakınca yoktur.

Buna göre meşru bir sebep varsa kişinin azil yapmasında bir sakınca yoktur. Hatta kadına veya erkeğe bir zararın dokunması sözkonusu ise yapmak ya da günümüz korunma yollarına başvurmak vacib olur.

Nitekim, süt emziren kadının hamile kalması muhtemel ise, onun*la münasebette bulunmanın şeriat tarafından hoş karşılanmadığını az önce görmüştük.

Nesli korumak, onu güçlendirip gözetmek, onu rastgele çoğaltıp düzensiz ve gözetimsiz yetiştirmekten önce gelir.

Hamilelik müddeti genellikle dokuz ay olduğuna ve süt emzirmeyi tam olarak yapmak isteyen için bunun müddeti tam iki yıl olduğuna ve bu müddet içerisinde hamilelikten sakındırıl di gına göre, iki kardeş arasında üç yıla yakın bir müddet olmalıdır. Her iki dönem için yüce Al*lah şöyle buyuruyor: 'Taşınması ile sütten kesilmesi toplam otuz ay sürer.[1138]

Yüce Allah yine şöyle buyuruyor: "Emzirmenin tamamlan*masını isteyen (baba) için, anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. [1139]

Süt emen çocuğun zarara uğramasından ve süt emziren kadının hamile kalmaması gerektiğinden sözeden hadisleri az önce görmüştük.

Tıp bu müddete iki-üç yıl daha ilave eder ve bunun, kadının hamil*elik ve süt emzirmekten dolayı kaybettiği gücünü geri alması için gerek*li olduğunu söyler.

Böylece bu dönemde bebeğe gösterilmesi gereken önem ve ana ile babanın bebeklerine karşı takınacakları tavır konusunda Kur'an ile sünnette anlatılanlar birbirlerini desteklemektedir.

Kahire Üniversitesi Tıp Fakültesi fizyoloji bölümü başkanı Dr. Fethi ez-Zeyyat, kendisiyle yaptığımız konuşmasında anne sütünün, hayvan sütlerine ve yapay sütlere birçok açıdan üstün olduğunu delille*riyle ifade etmiştir. Bunların birkaçı şöyledir:

1- Anne sütü, çocuğun ihtiyacına uygun gıdaları itidalli bir şekilde içerir. Süt emmenin çeşitli dönemlerinde çocuk büyüdükçe de değişen ihtiyaçlarına uygun değişikliklere uğrar.

2- Anne sütü, bazı proteinler ihtiva eder ki bunlar çocuğa güç verir ve hayatının ilk aylarında annede bulunmayan bazı hastalıklara karşı onu korur.

3- Anne sütü, vasıtasız olarak çocuğa ulaştığından kirlenme ve mikroba bulaşma gibi durumlar sözkonusu değildir.

4- Çocuk ile onu emziren anne arasındaki ruhi bağları güçlendirir. Böylece annede, annelik duygulan ve çocukta da, o annenin çocuğu olma duyguları gelişir. Birbirlerine daha güçlü ve sağlıklı bağlarla bağlanırlar.

5- Doğumun ilk günlerinde anne sütündeki bazı salgılar, çocuğun bağırsaklarını çalıştırır ve kakasını yapabilmesi için gerekli yumuşaklığı sağlar.

6- Anne açısından da, süt emzirme, rahmin süratli bir şekilde küçülmesine ve eski tabiî halini almasına yardımcı olur.

Bütün bu anlatılanlardan, gerek tıbbî, gerek iktisadî, gerek içtimaî ve gerek insanî açıdan hem annenin ve hem de süt emen çocuğun ko*runması konusunda anne sütünün büyük bir öneme haiz olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Ayrıca bu dönemde anne sağlığına gösterilecek has*sasiyet, aynı zamanda süt emen çocuk için de Önemlidir. Çocuğun tabii gelişmesi için gerekli bir husustur.

Sadece tabipler değil, psikologlar da iki çocuk arasındaki ideal sürenin üç yıldan aşağı olmaması gerektiğini söylemeleri hayret verici bir tavafuktur.

Yirminci asrın ilk çeyreğinden bu yana ingiltere, Fransa, Alman*ya, Yunanistan, Birleşik Devletler, Mısır ve daha başka ülkelerde psi*kologlar, aile fertlerinin miktarı ile çocuğun zeka seviyesi arasındaki ilişkiyi tesbit etmek için binlerce çocuk üzerinde deneyler yapıyorlar.

Yapılan araştırmalar, kardeşlerin sayısı ile zekaları arasında ters bir orantının bulunduğunu göstermektedir. Kardeşlerin sayısı çoğaldıkça zeka seviyeleri düşmektedir.

Bu araştırmalarda, uygulamalar çeşitli zaman ve mekanlarda yapılmış ve meselede temel etkeni yakalayabilmek için çeşitli ihtimall*er gözönünde bulundurulmuştur.

Nitekim normalde hamile kalması ihtimali varsa emziren kadınla münasebette bulunmanın şeriat tarafından hoş karşılanmadığını yukarıda görmüştük.

Kısacası nesli korumak, onu güçlendirip gözetmek, onu rastgele çoğaltmaktan önde gelir.

Kalıtımın zeka üzerinde ters yönde bir etkisinin olup olmadığı araştırıldı. Ancak birçok deneyden sonra babalann zekası ile çocukların zekası arasında ne olumlu ve ne de ters yönden bir etki olmadığı görüldü. Yani babaların zekası ile çocuklarının sayısı arasında bir ilişki bulunamadı.

Ancak ailenin içinde bulunduğu çevre ve hacmi ihtimaline gelince, deney ve araştırmalar, çok kardeşli ailelerde çocuğun zekasının ve çeşitli alanlarda yeteneklerinin gelişmesine olumsuz yönde etki ettiğini göstermiştir.[1140]


Çocuğun Zeka Seviyesi, İki Hususa Dayanır:


Birincisi: Kalıtım yoluyla gelen etkiler.

ikincisi: Çocuğun kelime hazinesi ve davranışlarında kendini gösterir. Çocuğun kendini anlatabilmesi konusundaki zekası bunlara dayanır, içinde pasif halde bulunan zeka yeteneği bunlarla harekete geçer.

Çocuklar çoğaldığında baba ile çocuk arasındaki karşılıklı de*neyim ahş-verişi azalır.

Diyelim ki, ana-babanın boş vakitleri sekiz saattir ve dört çocukları vardır. Buna göre çocukların herbirinin ana-babaları ile ile*tişim imkanları iki saattir.

Çocukların sayısı çoğaldıkça ebeveynin sıkıntılarının artması ve daha çok sinirlenmeleri gözönünde bulundurulduğunda, şayet tek çocukları olsaydı bu çocuğun elde etmesi mümkün olan vaktin dörtte bi*rini de bu çocuklardan her biri bulamaz.

Bir çocuğun, kendisinden büyük ağabey veya ablalarının konuşmalarım diniemesiyle yalnız basınayken veya az kardeşleri olduğunda babasından yararlanması aynı değildir.

öğretmenin karşısındaki öğrenci sayısı çoğaldıkça öğrencilerden herbirinin öğretmenden yararlanma fırsatının azaldığı, eğitimle ilgile*nenler tarafından bilinen bir vakıadır.

Kardeşler, ancak yaşları arasında büyük farklar olduğunda bir ta*viz koparabilirler. Başka bir açıdan bu, küçük çocuğun ebeveynine ve özellikle annesine daha çok yaklaşabilmesine fırsat verir.

Kardeşler, baba ile aynı telden çalmazlar. Çünkü küçük yaştaki çocuklar, kaba tavırlara; şiddet ve çekiciliğe Önem verdikleri kadar konuşulanlara önem vermezler. Oysa bu merhalede çocuklar hareketle ilgili şeylerden çok, sözlü anlatımla aktanlan deneyimlere ihtiyaç duyarlar.

Kardeşler, birbirlerinden yararlansalar da aralarındaki kıskançlık duygulan bu yararlanmayı olumsuz yönde etkiler. Oysa çocukla ebevey*ni arasında böyle bir duygu yoktur.

Psikologlar, bütün bunlardan çok çocuklu ailelerde çocukla zeka gelişimi fırsatlarının azaldığı neticesini çıkarırlar.

Ayrıca ailede doğumun çokluğu, aile ortamını gerginliğe sürükler. Bu nedenle iki çocuk arasında makul sürenin iki veya üç yıldan az ol*maması gerektiğini söylerler. [1141]

Biz bu anlatılanları, çocukları koruma ve muhtemel zararlardan onlan muhafaza etme konusunda din ile modern ilmin uyum içerisinde oldukları neticesini çıkarıyoruz.

Şeriat, mevcut çocuklara zarar verecek doğumlara kucak açmıyor. Aileye eziyet verecek çok çocukluluğu benimsemiyor. Genel kural: Zara*ra uğramamak ve zarar vermemektir.

Peygamberin (s.a.v.) bu hususta kader arasında bir bağ kurduğu gibi bununla zarar arasında bir bağ kurduğunu; süt emen çocuğa zarar vermekten aynı zamanda kişinin sahih itikattan uzaklaşmasından da sakındırdığını gördük.

Bu konuda zararın tesbiti, ictihadîdir. Nitekim alimler, Peygamber'e (s.a.v.) nisbetle de bunun böyle olduğunu ve ondan sonra da ümmetin buna uyması gerektiğini söylerler.

Buna göre tıp, sosyoloji ve psikoloji uzmanları, yeni bir hamilelik*ten dolayı mevcut çocuğa bir zarar dokunacağım tesbit ettiklerinde, şeriat de çocuğu ortaya çıkacak zarardan korumanın gerekliliği konu*sunda modern ilimle uyum içerisindedir. Ta ki, zarar son bulup durum tabii seyrine dönünceye kadar.

Günümüz tıp literatürünün bu konuda söylediklerini araştırdım ve şu sonuçlara vardım:

1- Kadına nisbetle hamilelik tabii bir husus olup annelik içgüdüsüyle ilgilidir. Kadın, hamile kalmakla tabiatında mevcut olan bir görevi yürütür.

2- Bununla birlikte yorucu bir iş kadın için ağır bir yüktür. Bu dönemde kadın, harcadığı enerjinin yerini dolduracak birtakım gıdalara ihtiyaç duyar.

3- Bu dönemde kalb ve böbreklerin yükü artar. Çünkü, kalb anne için normal görevinin yanısıra ceninin ihtiyacı olan oksijen ve gıda ihti*va eden kanı da cenine pompalar.

Aynı şekilde böbrekler de, annenin artıklarını temizlemenin yanısıra çocuğun da artıklarını temizler.

4- Hamilelik, sağlığı bozuk ya da gıda ihtiyacı tam olarak karşılanamayan ve bu sebeple hamilelik yükünü taşıyamayan kadına

5- Ardarda hamile kalma kadının normal yapısına etki edebilir ve karın kaslarım gevşetebilir.

Aynı şekilde ardarda hamile kalma kadının güzellik ve narinliğine zarar verir. Bu hususta en bariz zarar, kadın göğsünün sarkmasıdır.

6- Diğer yönden mutlak olarak hamilelikten kaçınmak da kadına birtakım zararlar verebilir. Çünkü annelik ve hamile kalmak kadının yaratılışına uygun bir görevdir. Uzun müddet hamile kalmaktan kaçması, ruhsal ve sinirsel hastalıklara maruz kalmasına sebep olur.

Bu durumda kadın rahmi, liflerin şişmesi ve kadının sağlığını teh*dit eden salgı ve akıntılarla karşı karşıya kalır.

Tıbbi araştırmalar, bunlara ilaveten şu sonuçlara da varmıştır.

Hamilelik dönemi ile ardından gelecek hamilelik dönemi arasında ideal süre, çocuğun süt emme ve sütten kesilmesi ile kadının, hamilelik ve süt emzirmekten mütevellit bünye zayıflığını telafi edip eski normal durumuna kavuşması için gerekli süredir. [1142]

Son olarak şunu da belirtmemiz gerekiyor:

Evlilik konusunda henüz başta şart koşulan ekonomik güç, çocuklarla ilgili olarak şart olma durumunu devam ettirir. Çocuk sahibi olması, çocuklarına, anneye veya aileye bir zararı sözkonusu ise, kişinin öncelikle bu ekonomik gücü elde etmeğe çalışması gerekir. Ondan sonra çocuk sahibi olmağa bakmalıdır.

Bunun, Allah'ın rezzak ve sağlam güç sahibi olduğuna inanmakla çeliştiğini düşünmemeliyiz. Çünkü rızık elde etme yollarına sarılmamızı emreden bizatihi yüce Allah'tır: "Yeryüzünü size boyun eğdiren O'dur. Şu halde yerin sırtlarında dolaşın ve Allah'ın rızkından yeyin. Dönüş ancak O'nadır. [1143]

Peygamber de (s.a.v.) şöyle buyuruyor: "Hepiniz çobansınız ve güttüğünüzden sorumlusunuz."

"Kişinin, nafakalarından sorumlu oldukları fertleri terketmesi, günah olarak ona yeter."[1144]


Şeriatın Çocuk Sahibi Olmaya Bakışı:


Bütün bunlardan sonra şeriatın çocuk sahibi olmayı bir program ve yönteme tabi tuttuğunu söyleyebiliriz. Çocuk sahibi olmaktan dolayı bir zarara uğranmıyor ve bunun başkasına da bir zaran yoksa İslam şeriatı onu teşvik eder. Ama zarar sözkonusu ise, ondan sakındırır.

Ayrıca doğan çocuğa umut kapılarını açar. Zihin ve beden güçlerinin gelişmesine yardımcı olur. Yeteneklerini geliştirmesine, aa-lih amel ile yeryüzünü imar etmesine, yüce ahlak ile ahi aklanmasın a ve Allah'ın emrine amade kıldığı şu geniş evrenden yararlanmasına zemin hazırlar ve ona yardımcı olur.

İşte o zaman çocuklar gözlerin sevinci olurlar. Nesil, yararlı ve güzel nesil olur. Bilahare emaneti taşımağa, toplumunu ileri götürmeğe ve onu ilerilik, medeniyet ve ebedîlik yolunda insanlık kervanına ulaştırmağa ehil olur.

Her şeyin bir sonu olduğuna göre evlilik de ya boşama ya da ölümle son bulur.

Boşama ancak eşler arasındaki anlaşmazlık ve nefrete son verile*mediği, gerek eşlerin ve gerek tayin ettikleri hakemin çabalan sonunda tedavi yollan tükendiği durumlarda sözkonusu olur.

Boşamada iddetin olması, eşlerden herbirinin durumlarını son bir defa gözden geçirmelerine fırsat vermek içindir. Müddet doluncaya ka*dar geri dönmezlerse, eşler tamamen birbirlerinden ayrılmış olur ve her biri kendi yoluna devam eder.

Vefat esnasında kadının iddet beklemesine gelince, bunda kocaya vefalılık ve evliliğin hükmî olarak devam etmesi sözkonusudur. Bu müddet içerisinde kadının süslenmesi ve başka bir koca ile evlenmesi haramdır.

Bununla birlikte evlilik ilişkileri sadece zahirde son bulmuş olur. Sevgi ve muhabbetten gıdalanan, vefa ve güvenin devam ettiği, iman, ülfet ve istikamet üzere olan ilişkiler ebediyete kadar devam eder. Ahi-ret hayatında tekrar buluşurlar.

"Onlar ki inandılar, zürriyetleri de imanda kendilerine uydu; (onlan cennete sokarken) zürriyetlerini de kendilerine katmışızdır; ken*di amellerinin sevab)ından da hiçbir şey eksiltmemişizdir.[1145]

Dinî nasslar, evliliği ve etkilerini Övüp ona teşvik etmiş; evlenme imkanlanna sahip olduğu halde evlenmeyeni kınamış, hiç evlenmemeyi düşünenlerin bu tavırlannı şiddetle yasaklamış; evliliğin, peygamber*lerin ve resullerin sünneti olduğunu; gerçek ruhbanlığın, her hak sahi*bine hakkını vermek, Allah'ın emirlerine uymak ve O'nun yolunda cihad etmek olduğunu belirtmiştir.

Evliliğin psikolojik hedefleriyle ilgili Kur'an ve sünnetin an-lattıklan ile psikolojinin anlattıklan uslüp bakımından farklı ise de öz ve muhteva yönüyle aynıdır. Diğer hederlerine gelince bunlardan bir kısmı hem Kur'an ve hem de sünnet tarafından dile getirilmiş diğer kısmı, evliliğin diğer bazı meselelerinde olduğu gibi sadece sünnet ta*rafından anlatılmıştır.

Evlilik ile beş zaruret diye bilinen; dini korumak, aklı korumak, canı korumak, malı korumak ve nesli korumak arasında sağlam bir bağ vardır.

Evliliğin kendilerinden dolayı meşru kılındığı gayeler ile evlilik kaçınılmaz bulunan ve daha önce etraflıca anlattığımız rükün ve şartlar arasında sıkı bir bağ vardır, islam'ın bu şartlan tam olarak bulundur*mayan diğer evlilik çeşitlerini yasaklaması, bu gayeleri gerçekleştirmemelerinden dolayıdır.

Mut'a, islam'ın ilk dönemlerinde zaruretten dolayı ve sınırlı bir süre için mubah kılınmıştır. Peygamber (s.a.v.) Mekke fethinde onu ebe*diyete kadar yasaklamıştır. Yasakhğı konusunda sahabenin icmaı ise, Hz. Ömer döneminde gerçekleşmiştir. [1146]


Sonuç


Evlilik, ailenin temelidir. Aile de, toplumun temelidir. Aile ile toplum, güçlü olma ve zayıf olma, doğru yolda olma ve kötülük gibi konularda karşılıklı birbirlerini etkiler.

Birden fazla kadınla evlenmeyi islamiyet başlatmamış, ancak kendisinden önce yaygın bir vakıa olarak onu kabul etmiştir. Bununla birlikte onu düzenlemeyi üstlenen ve aileye zararlannı bertaraf eden birtakım kayıtlar ve sınırlamalar getirmiştir.

Evlilik, kişinin uygun ortağa olan ruhî ihtiyacını tatmin eder. içgüdüleri düzenler ve duyguları yatıştırır. Yeni neslin eğitim ve yetiştirilmesi için uygun ortamı hazırlar. Toplumun inşası ve geliştirilmesi, mirasının ve kutsal şeylerinin korunması için ona yardımcı olur.

Rasûlüllah'ın (s.a.v.) çok kadınla evlenmesi, insanlık, toplum, siya*set, ilim ve din ufuklannda yüce gayeleri gerçekleştirmek içindir.

Kur'an ve sünnet, eş seçiminde iman ve ahlakın önemine dikkat çekmiş; soy akrabalığı ve evli olma gibi sebeplerle kendileriyle evlenile-meyecek kadınları açıklamışlardır. Daha sonra psikolojik etkenleri, psikoloji ve sosyolojinin de anlattıklarıyla uyum içerisinde olan içtimaî amilleri sünnet yalnız başına anlatmıştır.

İslam, nişanlılar arasındaki ilişkileri orta bir yol izleyerek düzenlemiş; ne bağnazlık ve donukluğa ne de sınırsız özgürlük ve hoşgörüye sapmıştır.

Evlilik hayatı, eşlerin çeşitli alanlarda sabırlı olmalarına, hikmete uygun davranmalanna, mütehammil ve vefalı olmalarına, birbirlerini sevmelerine, birbirlerine güvenmelerine, islam'ın ışığında hatalarını düzeltmelerine, evlilik ilişkilerinin özünü zedelemeyen ve Allah'ın ya*saklarının çiğnenmediği hataları görmezlikten gelmelerine ihtiyaç gösterir.

İslamiyet, hatalı davranmaları psikolojik etkenlerinin bir çoğunu kendi üslûbu ile tedavi etmiştir. Peygamber (s.a.v.) değişik karakter*lere sahip hammlarıyla ilişkilerinde bize iyi örnek olmuş, hangi durum*larda nasıl bir tavır takınılacağım bizlere göstermiştir.

Evlilik ilişkilerinin bir çoğunda psikoloji, sosyoloji ve tıp ilimle*riyle uyuşması, tutarlı olmayan ve akibeti zararla sonuçlanan karar*larında ise onlara muhalefet etmesi, islam'ın hakkaniyet ve asaletine en güzel delildir.

Modern ilmî araştırmalarla yetinmeyip islam'a dönmemizin ve on*daki psikolojik ve sosyolojik gerçekleri keşfedip evlilik problemlerimizi onun ışığında çözmemizin zamanı gelmiştir.

islam'da evlilik nizamı, derin ve hassas bir nizamdır. Bu nizam, hikmet, isabetlilik, aile ve toplumu şehvetin taşkınlık ve kötülüklerinden koruma, eşlerin ve ailelerinin, sonra da toplumun mut*luluğunu garanti altına alma gibi hususlarla doludur. [1147]

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

[982] Dr. Muhammed Ebu’n- Nur, Kur’an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 362.

[983] Bu bölümde psikolojik veriler konusunda Dr. Zekerİyya İbrahim'in ez-Zevac ve'l-Istikraru'n-Nefsi; Dr. Muhammed Nucayhî'nİn Arapçaya çevirdiği Keyfe Tuhafız alâ Zeva-cike; Dr. Abduimunim ez-Ziyadî'nin Arapçaya çevirdiği, ez-Zevac ve's-Sıhhati'n-Nefsiyye isimli kitaplarından İstifade ettik.

[984] Dr. Muhammed Ebu’n- Nur, Kur’an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 362-363.

[985] Dr. Muhammed Ebu’n- Nur, Kur’an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 363.

[986] Âlulmran, 3/133-136

[987] Nisa, 4/28

[988] Yusuf, 12/53

[989] Tirmİzî, Kitabu Sıfatü'l-Kıyame, IV. 659. Tirmizî, hadisin garîb olduğunu söyler. ibnu Mâce, Kitabu'z-Zühd, II. 1420; Hâkim, Müstedrek, IV. 244. Hâkim, hadisin Buharı ve Müslim'in şartları üzere sahih olduğunu söyler. Ancak Zehebî, buna itiraz ederek, hadisin ravileri arasında Alî b. Mes'ade'nin bulunduğunu ve bu zatın gevşek bir ravî olduğunu söyler. Başka muhaddisler de bu raviyi güvenilir bulmazlar.

[990] Müslim, Kitabu'l-Hacc, II. 889; Taberî, Tefsir, VIII. 118-119

[991] Buharî, Kitabu'n-Nikah, IX. 206-207; Müslim, Kitabu'n-Nİkah, II. 1090-1091; Hâkim, Müstedrek, IV. 174

[992] Reşid Rıza, Nidau'l-Cinsi'l-Latîf, s. 27

[993] Ibnu Mâce, Kitabu'n-Nikah, I. 636; İbnu Hibban, el-lhsan, II-VI. 345-346; Tir-mizî, V. 709

[994] Ahmed.Müsned, XIII. 133 (Maarif baskısı); Tirmizî, Kitabu'r-Rada1, III. 466

[995] Tirmizî, Kitabu'l-İman, V. 9; Hâkim, Müstedrek, I, 53

[996] Bakara, 2/229

[997] Talâk, 65/2

[998] Nisa, 4/19

[999] Dr. Muhammed Ebu’n- Nur, Kur’an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 363-367.

[1000] Ibnu Sa'd, et-Tabakatul-Kübra, VIII. 94; el-lsabe, VIII. 241

[1001] Dr. Muhammed Ebu’n- Nur, Kur’an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 367.

[1002] Bk. Müslim, Kitabu'l-Cenaiz, II. 669-671, Kitabu Sıfati'l-Münaftkîn, IV. 2168; Nesaî, Kitabu İşreti'n-Nisa, II. 160-161

[1003] Sözkonusu kadının Ümeyme bint en-Nu'man olduğu söylenir. Fatıma bint ed-Dahhak olduğunu söyleyenler de olmuştur. Ibnu Kesir, onun Ümeyme olduğunu söyler. Bk. el-Bidaye ve'n-Nihaye, III. 397-398; Buharı, XX. 330-332 (Aynî şerhi); Müstedrek, IV. 35-37

[1004] Bk. et-Tabakatu'l-Kübra, VIII. 141-147; Üsdu'l-Ğabe, V. 396-397; el-lstiâb, IV. 1785; el-lsabe, VIII. 11-12

[1005] el-İsâbe, VIII. 127

[1006] Müstedrek, IV. 38-40

[1007] Ahzab, 33/51

[1008] Buharı (el-Feth), VIII. 426; Müslim (Nevevî Şerhi), X. 48-51; Nesaî, Kitabu'n-Nikah, II.68

[1009] Müstedrek, IV. 29

[1010] Buharî, (Aynî şerhi), XX. 309; EbıTş-Şeyh, Ahlâku'n-Nebî, s. 73; Beyhakî, VI. 95-96; Nesaî, II. 159

[1011] el-Feth, IX. 366

[1012] Dr. Muhammed Ebu’n- Nur, Kur’an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 367-372.

[1013] Dr. Muhammed Ebu’n- Nur, Kur’an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 372.

[1014] Müslim, Kİtabu'l-Hibât, II. 1241-1244. Hadis, Nu'man b. Beşİr tarikiyle ba*basından rivayet edilmiştir. Rivayetlerin biri şöyledir: Nu'man'ın annesi, babasından oğluna malından bağışta bulunmasını İstedi. Ancak babası, bir sene oyaladıktan sonra bağış ver*meyi kabul etti. Kadın, Rasûlüllah'ı (s.a.v.) buna şahit kılmadan oğluma vereceğin bağışı kabul etmeyeceğim, dedi. Babam elimden tutup götürdü. O zaman küçük bir çocuktum. Ra-sulüllah'a (s.a.v.) gittik. Babam: Ya Rasulallah! Bu çocuğun annesi, ona yapacağım bağışa seni şahit tutmak istiyor, dedi. Rasulüllah (s.a.v.): "Ey Beşir! Bu çocuktan başka çocukların var mı?" diye sordu. O da: Evet, dedi. "Hepsine böyle bir bağışta bulundun mu?" diye sordu. Babam: Hayır, dedi. Bunun üzerine Rasûlüliah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "O halde beni bu İşe şahit tutma, çünkü ben bir haksızlığa şahitlik etmem" buyurdu.

[1015] Dr. Muhammed Ebu’n- Nur, Kur’an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 372-374.

[1016] Buharf, 1.425

[1017] Buharı (Feth), V]. 163, VII. 59, XI. 99-104; Ebu Davud et-Tayaiisî, 1.15-16

[1018] Buharî (Fethul-Barı), VI. 161-162, VII. 74, IX. 368-370

[1019] Dr. Muhammed Ebu’n- Nur, Kur’an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 374-377.

[1020] Tirmizî, KitabuV-Rada', III. 467

[1021] Buharı, (Aynî şerhi) XX. 185; Müslim (Nevevî şerhi), X. 7

[1022] es-Sünenü'l-Kübra, VII. 292;Tayalisî, Müsned, VIII. 263

[1023] Buharı (Aynî şerhi), XX. 305; Müslim (Nevevî şerhi), X. 131 -133

[1024] Ibnu Hacer, Ebu Avane'den nakletmiştir. Bk. Fethu'l-Bart, IX. 379; Müslim {Nevevî şerhi), XII!. 71-72; Ebu Davud et-Tayalisî, Müsned, VII. 329; Hâkim, Müstedrek, IV. 293

[1025] Ibnu Mâce, I. 643 (zayıf bir senedle)

[1026] Dr. Muhammed Ebu’n- Nur, Kur’an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 377-379.

[1027] Bakara, 2/228

[1028] Dr. Muhammed Ebu’n- Nur, Kur’an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 379-380.

[1029] Nisa, 4/4

[1030] Tefsîru'l-Menâr, IV. 376

[1031] Nisa, 4/20

[1032] Nisa, 4/4

[1033] Tirmizî, Kitabu'n-Nikah, III. 423; Nesaî, Kitabu'n-Nikah, II. 87; Ahmed, Müsned, I. 276-289; Hâkim, Müstedrek, II. 176-178

[1034] Ahmed, Müsned (Maarif baskısı), 11.57,94,149, 150; Müstedrek, II. 185

[1035] Müstedrek, II. 178; Heysemî, Zevaidu Ibnu Hibban, s. 306-307

[1036] Ebu Davud, II. 236; Darekutnî, III. 234; Beyhakî, VII. 238

[1037] Buharı, (Ayni şerhi), XX. 82, 113, 114, 120,125, 126, 136, 138, 139, 140; Ma*lik, Muvatta', II. 3-4; Müslim (Nevevî şerhi), IX. 211-235; Tirmizi, 111.421-422; Nesaî, II. 68, 86, 89; Ibnu Mâce, I. 608; Darekutnî, III. 247-248; Beyhakî, VII. 57; Ebu Davud, III. 318

Ezberindeki Kur'an üzerine evlendirilmesinden maksat, bazı Kur'an sûrelerini karısına öğretmesi ve bunun mehir olmasıdır. Şafiî'nin görüşü budur. Tirmizî'nin nakline göre, İmam Ahmed ve Kûfe'liler: Daha sonra benzeri bir kadının mehri esas alınarak ona mehir vermesi şartıyla nikahı sahih olur. Mehrin az veya çok bir miktar olmasının caiz oluşu, selef-halef âlimlerin büyük çoğunluğunun görüşüdür. Malik: En azı, çeyrek dinardır, diyor. Ebu Hanife, on dirhem olduğunu söyler. Başkaları da, beş dirhem olduğunu söylerler.

[1038] Nesaî, Kitabu'n-Nikah, II. 86-87; Ebu Davud et-Tayalisî, Müsned, VIII. 373-374; Ibnu Kuteybe, Uyûnu'l-Ahbâr, IV. 70

[1039] Dr. Muhammed Ebu’n- Nur, Kur’an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 380-383.

[1040] Nisa, 4/34

[1041] Talâk, 65/7

[1042] Ebu Davud, II. 328-329; Ibnu Mâce, I. 593-594; Heysemî, Zevaidu ibnu Hib-ban, s. 313; Beyhakî, VII. 467

[1043] Buharı, IX. 410; Müslim, (Nevevî şerhi), VII. 88; Beyhakî, VII. 467

[1044] Buharî, (el-Feth), IX. 410; Müslim (Nevevî şerhi), VII. 88

[1045] Müslim (Nevevî şerhi), VII. 81-82; Ebu Davud et-Tayalisî, Müsned, s. 132; Tir-mizî, IV. 344-345; Beyhakî, Sünen, VII. 467 Dr. Muhammed Ebu’n- Nur, Kur’an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 383-385.

[1046] Tahrîm, 66/6

[1047] Ibnu Kesir, Tefsir, IV. 391

[1048] Dr. Muhammed Ebu’n- Nur, Kur’an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 385-386.

[1049] Buharı, (Feth), IV. 139; Ebu Davud et-Tayalisî, Müsned, s. 198

[1050] Ibnu Mâce, I. 636

[1051] Ahlâku'n-Nebî, s. 21; Müsned (el-Fethu'r-Rabbanî), XVI. 226; Müslim, IV. 1890-1891;Buharî, X. 526

[1052] Hadisin kaynaklan daha önce geçti.

[1053] Buharı, (Feth), 11.376

[1054] Bk. et-Teysir bi Şerhi'l-Câmii's-Sağîr, II. 376

[1055] Ahlâku'n-Nebî, s. 36

[1056] Bakara, 2/228

[1057] el-Bidaye ve'n-Nihaye, IV. 176

[1058] Dr. Muhammed Ebu’n- Nur, Kur’an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 386-388.

[1059] Münzirî, et-Terğîb ve't-Terhîb, III. 74

[1060] Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, VI. 306

[1061] Ibnu Mâce, I. 595; Hâkim, Müstedrek, IV. 172

[1062] Hâkim, Müstedrek, IV. 173; Ibnu Mâce, I. 595

[1063] Buharî, (Aynî şerhi), XX. 184-185; Ahmed, Müsned, XI. 10, 159; Ebu Davud, II. 443

[1064] Hâkim, Müstedrek, IV. 171; İbnu Mâce, I. 595

[1065] Müslim (Nevevî şerhi), X. 8; Ebu Davud, II. 328

[1066] Şûra, 42/38

[1067] Bakara, 2/233

[1068] Dr. Muhammed Ebu’n- Nur, Kur’an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 388-391.

[1069] Dr. Muhammed Ebu’n- Nur, Kur’an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 391-392.

[1070] Dr. Muhammed Ebu’n- Nur, Kur’an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 392.

[1071] Dr. Muhammed Ebu’n- Nur, Kur’an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 393.

[1072] Buharî, IX. 249

[1073] Nisa, 4/34

[1074] Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübra, VII. 303

[1075] Nisa, 4/34

[1076] Dr. Muhammed Ebu’n- Nur, Kur’an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 393-395.

[1077] Nisa, 4/128

[1078] Müsnedü't-Tayalisî, s. 349; et-Tabakatu'l-Kübra, VIII. 53-54; Üsdü'l-Ğabe, V. 484-485; el-lsabe, VIII. 117

[1079] Dr. Muhammed Ebu’n- Nur, Kur’an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 395-396.

[1080] Nisa, 4/35 Dr. Muhammed Ebu’n- Nur, Kur’an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 396.

[1081] Talâk, 65/1

[1082] Nisa, 4/19

[1083] Müslim (Nevevî şerhi), X. 58; Beyhakî, VII. 295

[1084] Müsned, VI. 277-280, 288

[1085] Hâkim, hadisi Ibnu Ömer'den nakleder ve sahih olduğunu söyler. Zehebî de bunu onaylamaktadır. Bk. Müstedrek, III. 196- Ibnu Mâce, hadisi "Aliah katında helallerin en buğzedileni boşamadır" lafızlarıyla rivayet eder. Bk. Sünen, I. 650 Dr. Muhammed Ebu’n- Nur, Kur’an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 397-398.

[1086] Akkad, el-Felsefetu'l-Kur'anİyye, s. 71

[1087] Buharî, (el-Feth), III. 304-305, V. 53, IX. 308, 346; Müslim (Nevevî şerhi), XIV. 214

[1088] Bakara, 2/228

[1089] Bakara, 2/229 Dr. Muhammed Ebu’n- Nur, Kur’an ve Sünnette Evlilik, Uysal Yayınları: 399-400.

[1090] Furkan, 25/74

[1091] Nahl, 16/72

[1092] Ahmed, (9İ-Fethu'r-Rabbanî), XVI. 145- Hadis, hasen bir senedle rivayet edil*miştir. Ayrıca bk. Heysemî, Zavâidu Ibn Hibban, 302; Beyhakî, VII. 81-82

[1093] Ebu Davud, II. 220; Nesaî, VI. S5-66; Beyhakî, VH. 8; Hâkim, II. 162. Hâkim, hadisin sahih olduğunu belirtmekte Zehebî de bunu onaylamaktadır.

[1094] Enbiya, 21/105

[1095] Enbiya, 21/92

[1096] Tevbe, 9/25

[1097] Tekâsür, 102/1-3

[1098] Hadid, 57/20

[1099] Maide, 5/100

[1100] Ebu Davud et-Tayalisî, Müsned, IV. 133; Ebu Davud es-Sicistanî, Sünen, IV. 483 (zayıf bir senedle)

[1101] Âlu Imran, 3/38-39

[1102] Furkan, 25/74

[1103] Naht, 16/97

[1104] Ibnu Mâce, I. 648; Ebu Davud, !V. 9; Ahmed, Müsned (el-Fethu'r-Rabbani), XVI. 221

[1105] Arabistan'da kullanılan sarı renkli ve güzel koku veren bir sıvı.

[1106] Müsned, V. 214, 292, VI. 103-104; Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübra, VII. 232

[1107] Dr. Fethi ez-Zeyyât, el-Ğudedu's-Sammâ'T 1971, Ezher Üniversitesi Tıp Fakültesi ders notları.

[1108] Nef'u Kûti'l-Müğtezî alâ Câmii't-Tirmizî, II. 29. Müellif burada İmam ed-Dihlevî'nin Şerhu'l-Mİşkât'taki şu sözlerini nakleder: Emzikli kadınla yatmak bizatihi zararlı birşey değildir. Hattâ kadının sütünü artırır. Ama hamile kalması zararlıdır. Çünkü kadının sütünü azaltır. O halde bu durumdaki kadınla yatmanın yasaklanması, hamile kalması kor-kusuy ladır.

[1109] Buharî, IX. 250-251; Müslim, X. 14; Tirmizî, I. 135; tbnu Mâce, I. 304; Beyhakî, VII. 228; Malik, Muvatta', II. 29; Ahmed, Müsned, XVI. 219

[1110] Süfyan b. Uyeyne. Bk. Ibnu Hacer, el-Feth, IX. 250; Müslim, Nevevî Şerhi, X. 14

[1111] Müslim, X. 13; Ahmed, Müsned, XVI. 219; Ebu Davud, VII. 338

[1112] Ahmed, Müsned, XVI. 220

[1113] Muvatta1, II. 595; Beyhakî, VII. 230

[1114] Hâkim, Müstedrek, II. 279. Hâkim, hadisin sahih olduğunu belirtmekte, Zehebî de bunu onaylamaktadır.

[1115] Ibnu Mâce, I. 304. Sindi, Zevaid'in müellifinden şunu nakleder: Hadisin sene*dinde Ibnu Lehia vardır ve bu zat zayıf bir ravidir. Şevkânî de, hadîsi Neylü'l-Evtar'da naklet*mekte ve senedindeki İbnu Lehia'nın zayıf olduğunu belirtmektedir. Ancak Abdurrezzak ve Beyhakî'nin Ibnu Abbas'tan naklettiği aynı anlamdaki hadis, bu hadisi desteklemektedir.

[1116] Muvatta', II. 595; Beyhakî, VII. 230

[1117] Aynı kaynaklar.

[1118] Bakara, 2/223

[1119] Taberî, Tefsir, IV. 408

[1120] Ahkâmu'l-Kur'an, I. 416-417

[1121] Mü'minûn,23/12-14

[1122] Bk. Zâdu'l-Maâd, IV. 18; Gazzâlî, İhya, II. 54; Beyhakî, VII. 230

[1123] Yahudiler, azlin nesli kökten kestiğini ileri sürerler. Peygamber (s.a.v.) bu iddia*larını yalanlamaktadır. Çünkü çocuğun olması, azil yapılmış olsun veya olmasın Allah'ın yüce iradesine bağlı birşeydir. Ayrıca bu, ileride sözkonusu edeceğimiz: "O, gizli diri gömmedir" hadisine de ayktn değildir. Çünkü bu hadiste, Allah'a itimat etmeksizin azil yap*makla çocuk sahibi olmamayı kasteden kişinin azil yaparken bu nİyyeti kastedilmektedir. Yani onun bu kasdını diri diri gömmeye benzetiyor ki böyle bir niyyetten uzak durulsun. Ayrıca işlerin Allah'a bağlı olduğu hususunda uyarılmış olsun. Az ileride bu konuyu tafsi*latıyla ele alacağız. Bu konuda bk. Fethu'l-Barî, IX. 254; Zâdu'l-Meâd, IV. 17-18; Neylü'l-Evtar, VI. 198

[1124] Tirmizî, III. 443; Ahmed, Müsned, (Fethu'r-Rabbanî), XVI. 220; Ebu Davud, II. 252

[1125] Sünen, VII. 30

[1126] Mü'minûn, 23/12-14

[1127] İmam Ahmed, Müsned'inde hadîsi şu lafızlarla rivayet eder: "Allah ondan bir Çocuk çıkarır. Allah, yaratacağı canı mutlaka yaratır." Ayrıca bk. Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, IV.296;Tertîbu1-Müsned, XVI. 220

[1128] A'raf, 7/188

[1129] Müslim, I. 15-17; Ahmed, Müsned, XVI. 221; Tirmizî, IV. 405-406

[1130] Yukarıdaki iki hakikatle ilgili olarak bk. Nef'u Kûti'l-Muğtezî alâ Câmii't-Tirmizî, II. 29. Müellif, burada, süt emziren kadınla münasebet konusunda şöyle demektedir; Pey*gamber'in (s.a.v.) bunu yasaklaması kendi içtihadıdır. Iran ve Bizanslıların durumuna kıyas yaparak yasaklamayı terkettiği de olmuştur. Yasaklamayı terketmesi, Ebu Davud'un naklet*tiği: "Hamile iken süt emzirme, süt emen çocuğu, at sırtında yakalar ve onu yere serer. (Çocuk, ata binen yetişkin biri olacak yaşa gelse de, o emdiği sütten dolayı zarara uğrar)" hadisine aykırı değildir. Müellif sonra şöyle devam eder: Yasaklama, işin hakikati iti*bariyledir. Bunu kabul etme ise, Allah'ın ona bir sebep kılmasından dolayı âdetin cereyanı itibariyledir, ilh...

Sindî, iki hadisi uzlaştırma noktasında şöyfe demektedir: Akla daha yatkın olan, ya*saklamanın daha sonra olmasıdır. Yani serbestken, zarar verdiğini tesbit etmiş ve öylece onu yasaklamıştır. Ancak zararı hemen o anda görülmeyebilir, çocuk büyüdükten sonra olabilir. Hastalığın bulaşıcılığı ve benzeri şeylerde de aynı şey sözkonusu olabilmektedir. (Bk. Haşiyetü's-Sindîalâ Ibni Mâce, I. 317)

Ibnu'l-Kayyım de şöyle demektedir: Süt emziren kadınla münasebette bulunmak, yaygın bir belvâdır. Süt emzirme müddeti boyunca kişinin sabredip karısına yanaşmaması zordur. Bununla birlikte haram olduğu açıkça ifade edilmiş değildir. Esmâ'nın naklettiği ha*dis, yol gösterme ve İhtiyatlı olma kabilindendir. Ta ki çocuk, ortaya çıkan hamilelikten zarar görmemesi için tedbir alınsın- Münasebetin yasaklanması Şeddi Zarayi babındandır. Do-layısıyle daha üstün bir maslahatla çatışırsa, o maslahat tercih edilir. (Bk. Zâdu')-Meâd, IV, 18) Ben de diyorum ki: Günümüzdeki korunma yollarına başvurmakla eğer münasebette bu*lunmak mümkün ise, hem kocanın zarara uğramasına ve hem de çocuğun zarara uğramasına engel oluruz.

[1131] Şûra, 42/49-50

[1132] Vakıa, 56/58-59

[1133] Ahmed, Müsned, XVI. 219

[1134] Bk. Buharı, IV. 250-251; Müslim, X. 9-11; Ebu Davud, II. 237; Beyhakî, VII. 229; Ibnu Mâce, I. 620

[1135] Tirmizî, III. 444; Müslim (Nevevî şerhi), X. 12; Ebu Davud, II. 337; Beyhakî, VII. 229

[1136] Azil, gizli 'diri gömme' olarak isimlendirilmiştir. Bununla hakikî diri gömme arasındaki fark, hakiki olanda, kasd ve fiil birlikte ve direkt olarak gerçekleşmektedir. Gizli olanda yani azilde ise, sadece kasd vardır. Bu nedenle de "gizli" diye isimlendirilmiştir. Bk. Fethul-Barî, IX. 254; Neylü'l-Evtar, VI. 198

[1137] Müslim (Nevevî şerhi), X. 16-17. Müslim, "diri diri gömülen kızlara, suçunuz neydi? diye sorulduğunda" {Tekvir, 9) ilavesinin, şeyhi Ubaydullah'm kendi şeyhi el-Mukrî'den yaptığı rivayette bulunduğunu zikreder.

Ahmed de Müsned'İnde bu ilave olmaksızın XVI. 218; Ibnu Mâce, I. 648 ve Nesaî de VI. 106-107 ilave olmaksızın rivayet etmişlerdir.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers
vozol puff
antalya havalimanı transfer
Geri
Üst