Pratik Hayatta Evlilik
Eş seçimi ve bunun alam, kız isteme ve bununla ilgili hususları in*celedik. Bunlar, evlilik için atılmış hazırlık mahiyetinde adımlardır.
Bunların son bulmasıyla eşler, kendi yuvalarına ve istikrarlı ha*yatlarına yol almak Üzereler. Şer'î kapıyı çaldıktan; muhaddis ve fuka-hanın büyük çoğunluğuna göre ancak veli, mehir ve iki şahidle tamam*lanan evlilik akdini yaptıktan sonra ailevî ve içtimaî görevlerini üstlenecekler.
Ancak bu akidle yeni hayatlarına birlikte başlayabilirler ve artık bu hayatlarında daha çok hikmete, uyuma, sabra, düşünmeye, tedbire ve duruma göre münasip tavrı takınmaya ihtiyaç duyacaklar. Ancak bu şekilde, evlilik hayatım dağılmaktan ve ayrılığa düşmekten kurtarır, ülfet ve uyum unsurlarını yakalar, mutlu ve huzurlu bir hayata kavuşabilirler. [982]
Evlilik Hayatına Başlarken [983]
Eşler Arasında Uyum:
Eşler, başlangıçta fikrî, aklî ve vicdanî açıdan tam bir uyum içerisinde olabilirler. Sonra da bu uyum devam eder, mutluluk ve huzur dolu bir hayat sürerler.
Ne var ki -bütün güzelliğine rağmen- böyle devam eden evlilikler ne yazık ki çok azdır.
Evlilik hayatının pratiğine baktığımızda birçok nefret ve anlaşmazlık olaylarına rastlarız. Belki çoğu zaman bunlan tedavi et*mek, onlara katlanmak, aradaki anlaşmazlık ne kadar derin olursa ol*sun ve verdiği acı ne kadar çok olursa olsun onu ortadan kaldırmak mümkündür.
Bazen de aradaki anlaşmazlık, öldürücü cinstendir. Fırtınaları, umut ışığını söndürür. Aradaki bağları koparıp savurur. Evliîik hayatının özünü ve temel değerlerini ilgilendiren anlaşmazlıklar, bu nevi dendir.
Burada yapacağımız şey, her iki nevi anlaşmazlığı birbirinden ayirdetmek ve tedavisi mümkün olan anlaşmazlıklara el koymaktır. Bu anlaşmazlıkların sebebi nedir ve nasıl telafi edilirler? Ümid ederiz bura*da anlatacaklarımızın buna yararı olur. Yardım Allah'tandır. [984]
Anlaşmazlığın Ortaya Çıkışı ve Mahiyeti:
iki eş arasında ihtilaf çıkması tabiî bir husustur. Eşlerden her bi*rinin evlilik hayatından önce alışageldiği davranış çeşitleri, gelenekle*ri, eşyayı ışığında değerlendirdiği kavramları ve muhtelif olaylar karşısında takındığı tavırları vardır. Ayrıca kültür seviyesi, içinde yetiştiği çevre ve kalıtım yoluyla aldığı özelliklerini de hesaba katmak gerekir.
Bütün bu hususlar, eşler arasında ihtilafın olmasını makul kılmaktadır. Bunun yadırganacak bir tarafı da yoktur.
işte bu nedenle evlilik hayatının uyum içerisinde olması, yani eşlerin, bedenen birbirlerine yakın oldukları gibi fikren ve vicdanen de birbirlerine yakın olmaları, anlaşarak mutlu bir hayat yaşamaları ve karşılaştıkları problemleri birlikte aşabilmeleri için her birinin büyük çaba harcaması gerekir. [985]
Hata Karşısında Takınılacak Tavır:
Evliliğin ilk dönemlerinde eşlerden herbiri mutlaka birtakım hat*alar işleyecektir. O zaman maharet, hatalarım kabul etmemeleri, ha*tayı karşı tarafa yükleme ya da hatanın altından kalkılamayacak çok kötü bir durum olduğuna inanmak değildir.
Cesaret, o hatalı tavırlara göğüs germek ve kendini buna alıştırmaktır. Şahsiyetlilik, hatayı kabul etmeyi ve sonucuna katlan*mayı gerektirir. Birinin işlediği hatadan diğeri sorumlu değildir.
Akıllılık, kişinin ölçülerini tashih etmesini ve kanaatlerini doğrultmasını gerektirir.
Kişi, hata işlemesinden dolayı kınanmaz, onu düzeltmeye çaba göstermeden ve onu telafi etmek için samimi bir gayrete geçmeden aynı hatayı tekrar etmesinden dolayı kınanır.
Hata, bizatihi nasıl bir kusur olsun ki, kişinin hayat arkadaşı ola*rak seçtiği kimsenin şahsiyetinin temel unsurlarından, hatta kişinin kendi şahsiyetinin temel unsurlanndan biri hata işlemektir. Çünkü her ikisi de insandır ve insanın tabiatı, zafiyet ve kusurdan hali değildir.
Kişi, onu tedavi etmeye ve ondan uzak durmaya çaba gösterdiği müddetçe hata, insanlığına ve toplumdaki yerine aykırı birşey değildir. Allah'ın hatalarını sildiği ve kötülüklerini iyiliğe çevirdiği insanlar kategorisine girmesine de engel değildir.
Şayet hata etmek, çok kötü bir durum olsaydı, hata eden için bütün bu anlattıklarımız sözkonusu olmazdı. Hatta Kur'an-ı Kerim, müttakî kişinin hata edebileceğini ve bu hatasının, kendisindeki takva şerefini alıp götürmeyeceğini, hatasını düzeltmeye çabaladığı, Rabbinden bağışlanmasını dilediği sürece müttakiler sevabım hakketmesine engel olmayacağını şu âyetlerde anlatmaktadır:
"Rabbinizin bağışına ve takva sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun! O takva sahipleri ki, bollukta da, darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel dav*ranışta bulunanları sever. Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında, ya da bizzat kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfar ederler. Zaten günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde bile bile ısrar etmezler. İşte on*ların mükafatı, Rablerinin mağfireti ve zemininden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlerdir. Böyle amel edenle*rin mükafatı ne güzeldir.[986]
Nerede o bütün yönleriyle kâmil insan ya da süpermen?!
Bütün huylarından hoşnud olunan kim var ki!
Kişinin kusurlarının sayılabilir olması ona şeref olarak yeter.
Evlilik hayatı, şu değişken varlığın küçültülmüş şeklidir. Bu varlıkta nasıl gece ve gündüz, kış ve bahar birbirini takip edip deveran ediyorsa evlilik hayatında da elem ve sevincin, hata ve doğrunun ardar-da birbirlerini takip etmelerinde garipsenecek bir şey yoktur.
Yüce Allah: "İnsan zayıf yaratılmıştır"[987]sözüyle ve Hz. Yusufun sözünü naklederken: "(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmam. Çünkü Rabbimin acıyıp koruduğu hariç nefis aşırı şekilde kötülüğü emredicidir" [988]sözünde insan tabiatına ve in*sanın hata edebileceğine işaret etmektedir.
Peygamber (s.a.v.) de şu sözünde buna işaret etmektedir: "Ademoğullarının hepsi hata ederler, hata edenlerin en hayırlıları ise, tevbe edenlerdir. [989]
Yine kadınlara iyi davranılmasım, yaratılışlarını anlayarak ve on*ları gözeterek onlara davranılmasım, Allah'ın bizden bunu istediğini tavsiye ettiği hadiste de buna işaret etmektedir.
Sözkonusu hadiste, onlara namazla birlikte kadınlardan bahset*miş ve her ikisini birlikte tavsiye etmiştir:
"Namaz! Namaz! Bir de elinizin altındaki köleler! İşte bun*lara dikkat edin, kölelerinize güç yetirmedikleri birşeyi yapma*larını istemeyin. Bir de kadınlara iyi davranın, Allah size şahittir, bilesiniz. Onlar elinizde esir gibidirler. Allah'ın ahdi ile onlarla evlendiniz ve Allah'ın sözüyle onları kendinize helal kıldınız.[990]
Rasulüllah'ın (s.a.v.) son tavsiyesinin bu olduğu rivayet edilir. Rasulüllah (s.a.v.) dili tutukluk yapıncaya ve sesi zayi fi ayı ncay a kadar bu tavsiyelerini söylemeye devam etti.
Buharî, Müslim ve başkaları, Rasulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyur*duğunu rivayet ederler: "Allah'a ve ahiret gününe inanan, komşu*suna eziyet etmesin. Bir de kadınlara iyi davranmanızı vasiyet ediyorum. Kadınlar, eğe kemiğinden yaratılmışlardır. Bu kemi*ğin en eğri kısmı, üst tarafıdır, eğriliğini düzeltmeye kalkarsan, onu kırarsın. Kendi halinde bırakırsan da daima eğri kalır. Bu nedenle kadınlara iyi davranmanızı vasiyet ediyorum. [991]Denildi ki: Bir hikmete mebni olarak kadının karakterinde ya*ratılıştan gelme bir eğrilik vardır, tıpkı bir hikmete mebni olarak eğe kemiğinde bir eğriliğin bulunması gibi. Erkeğin, bu eğriliği düzeltmeğe gayret etmesi gerekir. Ancak bunu yaparken kadına iyi davranması ve bunun, yaratılıştan geldiğini bilerek ona göre hareket etmesi lazım.
Hadisin anlatmak istediği budur. [992]
Kişinin kadına yumuşak, akıllıca ve bazı şeylere katlanarak dav*ranması, onun da iyiliğini ve cevherinin üstünlüğünü gösterir. Nitekim Peygamber (s.a.v.), şöyle buyurmaktadır:
"Sizin en hayırlınız, ailesine en iyi davrananınızdır. Aranızda ailesine en iyi davranan ise benim. [993]
İman bakımından en mükemmel mümin, ahlâkı en güzel olandır. Sizin en hayırlınız, karısına en iyi davrananınızdır. [994]
"İman bakımından mü'minlerin en mükemmeli ahlâkı en güzel olan ve ailesine en yumuşak davranandır. [995]
Herhalde, yüce Allah'ın Kur'an'ın birçok yerinde kadınlara iyi davranılmasını emretmesinin sebebi budur.
Bu emri ihtiva eden ayetlerden birkaçı şöyledir:
"Ya iyilikle tutmak, ya da güzel ve adaletli bir biçimde salıvermektir. [996]
"Onları iyilikle tutun. [997] "Onlarla iyi geçinin. [998]
Kişi, karısına bu temel üzere davrandığında hata, kabul edilir ve katlanılır bir husus olur.
Hatta daha da büyümesi mümkün olan hataların sebep oldukları zararların pek çoğu bertaraf edilmiş olur. Kişi, hata imkanını kabullen*dikten sonra onu münasip bir şekilde ve akıllıca tedavi etme imkanım da bulmuş olur.
Evlilik hayatının mutluluğu, bütünüyle hatadan ve onu bu*landıran şeylerden uzak oluşuyla değildir. Herşeyden önce eşlerden herbirinin, evlenmekle üstlendiği, insanlığa ve topluma karşı görevlerini yerine getirmesiyledir.
Çok yüce bir görevdir o! Bunun farkında olan kişiye, bu uğurda karşılaştığı sıkıntılar tatlı gelir.
Taraflardan hangisi olursa olsun, işlediği hatalar kolaylaşır ve or*tak değer olarak tesbit ettikleri hedeflerine doğru birlikte yol alırken bu hatalar onları engellemez. [999]
Peygamberin (S.A.V.) Hanımlarına Karşı Davranışı Nasıldı?
Hikmet, yumuşaklık, saygınlık, merhamet, sevgi, gözetme ve bakımından zirvedeydi.
Her durum için münasip etkili tedaviye başvurur, hikmete en uy*gun yolu seçerdi. Evvelemirde reaksiyona sevkeden durumlarda bile öfkenin ve sert davranmanın fayda vermediği kanaatindeydi. O, böyle durumlarda da meseleye sabırla yaklaşır ve bu tutumunda kadının tab*iatını hesaba katar, kadının bu tavrından vazgeçmesinin zor olduğunu ve bazı durumlarda bu tabiatının, bazı şeyleri olduğu gibi görmesine en*gel olduğunu bilirdi.
Hz. Aişe, kıskançlık gözlüğünün bir gün gözünü nasıl boyadığını bizzat kendi başından geçmiş bir olayla anlatmaktadır. Diyor ki: Ra-sulüllah (s.a.v.), Ümmü Seleme ile evlendiğinde fevkalade üzülmüştüm.
Ümmü Seleme'nin çok güzel olduğunu anlatmışlardı, buna üzülmüştüm. Nihayet onunla karşılaştım ve bana anlatılandan kat kat daha güzel olduğunu gördüm. Bunu Hafsa'ya anlattım. Hiç de söylenildiği kadar güzel değil, hem yaşlı bir kadın, dedi. Tekrar onu gördüğümde dikkat ettim, hakikaten Hafsa'nın dediği doğruydu. Herhalde ben çok kıskanç olduğum için onu böyle görmüştüm. [1000]
Rasulüllah (s.a.v.), daha ötesini de biliyordu. Ayrıca biliyordu ki, her küçük ve büyük hata için kişinin karısını sorguya çekmesi, evlilik hayatının dokusunu delen iğneler mesabesindedir. Birincisinde buna ta*hammül edilse bile, devam ettiği takdirde elem verici olur, yapıyı ka*natır, hatta evlilik bağlarına zarar vermeğe kadar gider.
Bu nedenle Rasulüllah (s.a.v.) birçok davranışı etkili bir suskun*luk, şefkatli bir tebessüm, görmezlikten gelme ya da o anki havayı değiştiren tatlı bir şaka ile karşılamıştır. [1001]
Peygamber'in (S.A.V.) Davranışlarından Bazı Örnekler:
1- Peygamber (s.a.v.), bir gece üstün bir gaye için Hz. Aişe'nin yanından dışan çıktı. Hz. Aişe, sırası olduğu bir günde kendisini bırakıp hanımlarından başka birinin yanına gittiğini sandı. Habersiz onu takip etti. Bir de ne görsün, Bakî mezarlığına, şehid mümin kadın ve erkek*lere dua etmek için gidiyor.
Hz. Aişe diyor ki: Kendi kendime dedim: Sen Rabbine dua etmeye gidiyorsun, oysa ben dünya peşinde koşuyorum? Odama gittim, sesli sesli soluyordum. Ardımdan Peygamber (s.a.v.) geldi ve: Ya Aişe, niçin böyle soluyorsun? dedi. Dedim ki: Anam babam sana feda olsun... Yanıma geldin, elbisem soydun ve hemen ardından elbisem giyip çıktın. Beni bir kıskançlık tuttu, sandım ki, kumalarımdan birinin yanına gi*diyorsun. Seni takip ettim ve Bakî mezarlığına gittiğini gördüm!
Aişe'nin durumu gizlemeden açıkça anlatması ve sevgisinin şiddetinden dolayı kıskançlığından sözetmesi Peygamber'in (s.a.v.) hoşuna gitmişti. Şöyle buyurdu: "Ya Aişe, Allah ve Rasulünün sana haksızlık etmelerinden mi korktun?" Hz. Aişe: insanlar ne kadar giz*lerse gizlesin, Allah mutlaka ondan haberdardır, dedi. Peygamber (s.a.v.): "Evet" dedi, sonra şöyle devam etti: "Cebrail bana geldi. Sen el*biseni çıkardığın için içeri girecek değildi. Bana seslendi, ancak duy-mayasın diye alçak bir sesle çağırdı. Ben de duymayacağın bir şekilde ona cevap verdim. Uyuduğunu sanıyordum ve seni uyandırmak isteme*dim. Endişeleneceğinden de korktum. Bana, Bakî mezarlığına gitmemi ve oradakilere mağfiret dilememi söyledi."
Mesele anlaşılınca Hz. Aişe sakinleşti ve tavrı değişti. Peygam-ber'e (s.a.v.) soru sormaya başladı: Ölüleri ziyarete gittiğin zaman ne diyorsun? dedi.
Peygamber (s.a.v.) şöyle cevap verdi: Şöyle dersin: "Selam size ey buranın mü'min ve müslüman sakinleri! Allah bizden önce gelenlere ve bizden sonra buraya geleceklere rahmet etsin. Biz de, inşaallah size ge*leceğiz."
2- Başka bir rivayette ise şöyle deniliyor: Hz. Aişe dedi ki: Hanımlarından birinin yanma gitti diye kıskandım. Geri döndüğünde durumumu gördü ve: "Kıskandın mı?" buyurdu. Benim gibi biri, senin gibi birini kıskanmaz mı? dedim. "Şeytanın sana gelmiş" buyurdu. Be*nimle birlikte bir şeytan mı var? dedim. "Evet" dedi. Her insanla bir*likte var mı? diye sordum. "Evet" karşılığım verdi. Peki seninle birlikte olan da var mı? dedim. "Evet, ama Allah bana yardım etti ve şeytanım müslüman oldu" buyurdu. [1002]
3- Rasûlüllah (s.a.v.), Kinde'lilerden bir kadınla [1003] evlendi. Kadın, Rasûlüllah'la evlenmek üzere Medine'ye geldi. Bu arada Hz. Aişe, Hafsa ve Rasûlüllah'ın diğer hanımları kıskançlık duygularıyla dolup taşıyorlardı. Hz. Aişe: Rasûlüllah (s.a.v.), elini yabancı kabile kadınlarına uzattı, korkarım ki, onlara yönelir ve bizi ihmal eder, dedik*ten sonra diğer kumalanyla birlikte bu evliliğe engel olmayı plan*ladılar.
Gelin geldi. Tebriklerle onu karşıladılar. Sonra ondan yana ve onu seviyorlarmış gibi tavır takınarak ona, Rasûlüllah (s.a.v.) yanına gir*diğinde kendisinden Allah'a sığındığını söylemesini öğütlediler., işte o zaman Rasûlüllah'ın (s.a.v.) kendisini hoşnut etmek için çabalayacağını ve kendisine daha çok değer vereceğini söylediler.
Zavallı kadın komplolarından habersiz- tavsiyelerine uydu. Sözünü söyler söylemez Rasûlüllah (s.a.v.): "Kimsenin cesaret ede*meyeceği birine sığındın" diyerek yüzünü çevirdi ve hemen oradan çıktı. Ailesine geri götürülmesini istedi. Komplo ortaya çıktığında kadın, Rasûlüllah'ın haremine dönmek için çabaladıysa ve babası kızının ma*zeretini anlatmağa uğraştıysa da, bir defa Peygamber'in (s.a.v.) ona karşı kalbi soğumuştu.
Kalblerdeki sevgi nefrete bir dönüşsün,
Cam gibi, bir daha kaynaşmaz.
Artık dönüşe imkân var mı?
Komployu hazırlayanlar ise kaldılar...
O zaman kızgınlık koparılanı eski durumuna getiremez ve parçalananı birbiriyle kaynaştırıp tamir edemez. Artık ona yönelme yoktur. O halde çare ne?
Rasûlüllah (s.a.v.), hanımlarını buna iten duyguyu değerlendirdi. Sonra efendisinin karısının, Hz. Yusufa hazırladığı komployu hatırladı ve tebessüm ederek şöyle buyurdu: "Onlar Yusufa hile yapanlardır. Gerçekten de hileleri çok büyüktür.[1004]
4- Rasûlüllah (s.a.v.), Hayber gazvesinden sonra- Safiyye ile evle*nip Medine'ye döndüklerinde Ensar kadınları bunu duymuş ve onu görmek için gelmişlerdi. Gelenler arasında Hz. Aişe de vardı. Rasûlüllah'ın (s.a.v.) gözü ona ilişti, tedirgin ve ürkek bir haldeydi. Rasûlüllah (s.a.v.) onu bekledi. Safiyye'yi gördükten sonra gülerek ona: "Onu nasıl gördün ya Şukayra!" dedi.
Hz. Aişe, kıskançlığından: "Ne olacak bir yahudi kadın gördüm" karşılığını verdi.
Rasûlüllah (s.a.v.) yumuşak, tatlı ve onu doğruya yönlendirici bir
üslupla: "Öyle deme, çünkü islâm'a girdi ve iyi bir müslüman oldu" buyurdu. [1005]
5- Mariye, ibrahim'i doğurduğunda, RasûltiUah (s.a.v.) bir gün onu kucağına aldı ve Aişe'ye götürdü. Şakalaşarak onu çağırdı ve oğlunun kendisine ne kadar benzediğini ona göstermek istedi. Ancak Hz. Aişe'nin kalbine sanki bir ok saplanmıştı, ağlamamak için kendini zor tutuyordu. "Seninle onun arasında bir benzerlik göremiyorum!" dedi. [1006]
Rasûlüllah (s.a.v.), hemen Aişe'nin kıskançlığından ciğerinin parçalandığım gördü; kendisi Mariye gibi ona bir çocuk vermemişti. Aişe'ye birşey demeden oradan ayrıldı.
6- "Onlardan dilediğini geri bırakır, dilediğini yanına alırsın. (Geçici olarak) ayrıldıklarından (tekrar birleşmeyi) arzu ettiğine (dönmekte) senin üzerine bir günah yoktur. Onların gözlerinin aydınlanıp tasalanmamalarına ve hepsinin, senin ver*diklerine razı olmalarına en elverişli olan budur. Allah sizin kalberinizde olanı bilir. Allah bilendir, halimdir"[1007] ayeti indiğinde, Hz. Aişe, ayetin ümmet içerisinde sadece Peygamber'e (s.a.v.) hanımlarından dilediğinin sırasını erteleme ve düediğiyle gece*leme hürriyetini anlamış, nazlı eş saikı ve yaşının küçüklüğü sebebiyle ve daha sonra ortaya çıkacak bundaki soylu hedefi bilmeden şu cüretkârca sözü sarfetmiştir: "Bakıyorum Rabbin hevam kolluyor. [1008]
Gerçekten etkisi derin, çirkin ve kulağa ağır gelen bir sözdü bu.
Peygamber (s.a.v.) sabretti. Bu taşkın ve ölçüsüz iddiaya söz ile ce*vap vermenin ve Allah'ın niçin böyle emrettiğini anlatmanın bir yarannın olmayacağını düşündü. En etkili cevap, davranışlarla verile*cek cevaptı. Cevabı zamana bıraktı. Herşeye en iyi cevabı o verecekti.
Hz. Aişe de, başkaları da bunu görecekti. Zaman akıp geçti, Rasûlüllah'a (s.a.v.) hür davranma imkanı verildiği ve bundan dolayı hiçbir günaha maruz kalmayacağı bildirildiği halde, günlerini taksim ve yanlarında yatma gibi hususlarda eşleri arasında adil davranışına devam etti.
Hz. Aişe de, başkaları da, bu ayetin yüce hedefini görerek ve yaşayarak anladılar.
Allah'ın kendisine vacib kılmadığı hususlarda bile âdil dav*randığını müşahede ettiler. Vacib olmayan hususlarda âdil davranan, vacib olan hususlarda evleviyetle âdil davranacaktır, bunda şüphe yok*tur.
O halde Rasûlüllah'ın (s.a.v.) hanımları, onun adaletinin mükemmelliğine kesin olarak inansınlar ve bu ilahi dersten ibret alsınlar. Davranış düşüncelerinde bunun etkisi görünsün de bundan sonra Rasûlüllah'ı (s.a.v.) üzecek bir söz ve davranışta bulunmasınlar.
7- Hz. Hafsa ile Aişe, Safiyye'ye karşı övünerek kendilerinin Ku-reyş'li olduklarını, Rasûlüllah'la (s.a.v.) aynı kabileden olduklarını, oysa onun yabancı olan tek hanımı olduğunu söylemişlerdir. Hz. Safiyye gelip Rasûlüllah'a bu durumu şikayet etti. Rasûlüllah (s.a.v.), fiili bir tepki göstermedi, kızıp öfkelenmenin buna bir faydasının olamayacağım biliyordu. Hz. Safiyye'nin bu kızgınlığını yatıştırmayı ve gönlünü alarak hanımları arasında ona eski itibarını kazandırmayı düşündü.
Hanımlarından hiçbirinde bulunmayan bir meziyetine dikkat çekerek şöyle buyurdu: "Sen de: Benden nasıl daha hayırlı olabilirsiniz ki, kocam Muhammed, babam Harun ve amcam da Musa'dır diyeydin ya!" [1009]
Meseleyi en güzel bir şekilde çözüme bağlayacak yol buydu.
8- Enes (r.a.), rivayet ediyor: Rasûlüllah (s.a.v.) hanımlarından birinin yanındaydı. Diğer hanımlarından biri olan bir tabakta yemek gönderdi. Rasûlüllah'ın (s.a.v.) yanında bulunduğu hanımı, hizmetçinin eline vurdu ve elinden yere düşen tabak parçalara ayrıldı. Rasûlüllah (s.a.v.), tabağın parçalarını yanya-na getirdi, sonra da dağılan yemeği o tabağa koyarak: "Anneniz, kıskandı" buyurdu. Sonra da yanında bulunduğu hanımı ona bir tabakta yemek getirinceye kadar hizmetçiyi orada bekletti. Sağlam olan tabağı, tabağı kırılan hanıma gönderdi ve kırık tabağı da, onu kıran hanımına bıraktı. [1010]
O kıskanç olanı Hz. Aişe idi. Tabakta yemek gönderen ise, Hz. Sa*fiyye idi. Hz. Zeyneb olduğu da rivayet edilmiştir.
Kıskançlığın kadına neler yaptırdığını biliyordu. Bu nedenle Hz. Aişe'nin bu husustaki duygularını ve bu duygularının davranışlarına et-kişini hesaba katıyordu.
îbnu Hacer, Ebu Ya'la'dan şu merftı haberi rivayet eder: "Kıskanç kadın, vadinin aşağısını yukarısından ayırdedemez." [1011]
Belki de, gözünü bürüyen kıskançlık bulutu kalktığında yaptığına pişman olmuştu. Bu sebepten olacak ki henüz hava kararmadan, yaptığının keffaretini sordu. Rasulullah (s.a.v.): "Bunun keffareti, kırılan tabağa benzer bir tabak ve dökülen yemeğe benzer bir yemektir" buyurdu.
Bu hikmetli davranışıyla bir ölçü koydu. Artık o kırılan tabak ta*mir edilemezdi ve dökülen yemek de birşeye yaramıyordu. Ancak ben*zerleriyle işlenen suç telafi edilecekti.
Bu davranışıyla, tabağı kırılan hanımının gönlünü yaptı ve Hz. Aişe ile aralarında çıkabilecek çekişmeyi önledi.
Hem bu âdil ve hikmetli davranış, böyle bir şeyin tekerrür etmesi*ni de önlemişti. [1012]
Bu Tavırların Hedefi:
Bu göz alıcı tablolar, bize Peygamber'in (s.a.v.) her tavn nasıl değerlendirdiğini, meselelerin sonucunu nasıl düşündüğünü ve hik*metle aklın gerektirdiği şekilde nasıl davrandığını ve ortamın tabiatına uygun nasıl tavır takındığını gözlerimizin Önüne sermektedir.
Ayrıca evlilik hayatına vefa, iyilik, ülfet, adalet ve güven gibi konularda bu davranışın ne kadar etkili olduğunu dikkatle değerlendirelim.
Henüz işin başında hikmete uygun bir tavır, büyümesi muhtemel olan bir zararı, büyümeden Önler. Büyük yangınlar, küçük kıvılcımlardan çıkar.
Bu küçük olaylar, zamanında önlenemediği takdirde büyüyerek eşlerin evlilik hayatının son bulmasına kadar gidebilirler.
Naklettiğimiz bu misaller, kadının psikolojik durumunu ortaya koymakta ve hem erkek, hem de kadının bunu anlayarak ona göre ted*bir almaları gerektiğini ifade etmektedir.
Hata etkenleri ve anlaşmazlık nedenleri başka hususlardan da kaynaklanıyor olabilir. Şimdi de bunları görelim. [1013]
1- Şuuraltı Kompleksler:
Çocukluğun erken dönemlerinde babaların çocuklarına karşı tu*tumlarının, aile ortamında çocuğun ilişkilerinin ve hayatının bütün dönemlerinde toplumun kişiye karşı davranışlarının o kişi üzerinde de*rin etkileri vardır. Bütün bu olaylar şuur altına yerleşir ve bazen or*taya çıkar, bazen de gizlenirler. Sonradan kişinin toplum içindeki hayatıyla evlilik hayatına da etki ederler.
Bu girişten sonra diyoruz ki:
Bunun misallerinden biri de: Kocasına başkaldıran aykırı tavır takınan ya da küçük bir olayı olduğundan çok büyütüp kesin ve katı re*aksiyon gösteren kadındır. Genellikle bu tür tavırlar, geçmişte ba*basının veya annesinin ona karşı takındığı katı tavrın psikolojik bir yansımasıdır.
Bazen de bu tavırlar, babasının diğer kardeşlerinden birini şu veya bu şekilde ona tercih etmiş olmasından kaynaklanır.
Bu durumda kadın, erkek cinsine kin beslemektedir, kocasının şahsında babasından öc almaktadır. Baba evindeyken hep içine atmış ve onda patlamağa hazır bir birikim meydana gelmiştir. Koca evinde bi*raz daha rahat bir nefes almıştır ve içindeki birikim dışa vurmağa başlamıştır.
Sahabilerden biri, çocuklarından birine bahçesini hediye edip Rasûlüllah'ı da (s.a.v.) buna şahit tutmak için ona gittiğinde, Rasûlüliah (s.a.v.): "Her çocuğuna aynı şekilde bir bahçe hediye ettin mi?" diye sormuş, adam vermediğini söyleyince, Rasûlüliah (s.a.v.): "O halde git, ben bir haksızlığa şahitlik etmem" diye veya: "Allah'tan kor*kun; çocuklarınız arasında âdil davranın" buyurmuştur. [1014]
Rasûlüliah (s.a.v.) bu sözleriyle ileride doğacak bu tür sonuçları kastediyordu. Kardeşlerden birini diğerlerine tercih etmenin, onların psikolojik yapıları üzerinde derin etkileri vardır. Bu haksızlık onların şuur altına yerleşir, o kardeşe karşı kin beslemeğe başlarlar ve fırsatım bulduklarında ondan intikam almağa kalkışırlar. Hatta ileride toplumla ilişkilerine de bunun etkisi olur.
Akıllı koca, bu etkenleri öğrenmeğe, kadının şuur altına yerleşenleri kurcalayıp bulmağa çalışan, buna göre hareketlerini yönlendirerek lütfü ve akıllılığı, sabrı ve tahammülü, ustalık ve mahare*tle bir tabip gibi hatta ondan daha becerikli bir şekilde meselelere yak*laşan kocadır, öyle ki, ona iyi bir erkek modeli oluşturmalı ve karısını, bilinç altına yerleşen ve aykırı hareket etmesine sebep olan komplek*sten kurtarmalıdır.
Kocasının bu davranışı, kadın için o aykırı davranıştan kurtuluş vesilesi olacaktır.
Ana ve babalar da, çocuklarının psikolojik yapılarında derin yara*lar ve tehlikeli izler bırakan davranışlardan uzak durmalılar. Aksi tak*dirde bu davranışlarının, çocuklarının ileride mutsuz bir evlilik yapma*larına sebep olabileceğini bilmeliler. [1015]
2- Aileden Kopamama:
Evililik için ruhî olgunluğu şart koştuğumuzda, bununla, eşlerden her birinin aile sorumluluğunu layıkı veçhiyle yüklenebilme seviyesinde olmasını, dış etkilerden ve akraba tahakkümünden uzak, bağımsız karar verebilecek durumda olmasını kastediyorduk.
Demiştik ki: Kişiyi bu seviyeye ulaştıran, basiretli idrak, olgun görüş ve olgunlaşmış şahsiyettir. Kişi ancak bu seviyeye ulaştığında, tökezlemeyeceğinden emin olabiliriz. Çünkü evliliğin ilk dönemlerinde kişi birçok problem ve hatalarla karşılaşır. Henüz başta belli bir seviy*esi varsa, bu olaylar onu daha da olgunlaştırır. Ama yoksa, yüzüstü düşüp kalkmayabilir.
Eşlerden biri, hayat ortağının henüz bu seviyeye ulaşmadığını, şahsiyet ve idrak konusunda henüz ailesinden kopmadığım; birtakım iplerle ailesine bağlı olduğunu, kendi başına birşeye karar vereme*diğini, herşeyde gidip anne ve babasına danıştığını, yeni kurulan aile*nin üyesi olacağı yerde hâlâ eski ailesinin bir üyesi olduğunu!!
Diyoruz ki: Kişi, hayat arkadaşını bu durumda görünce hayal kırıklığına uğrar.
Dışarıdan yapılan müdahaleler de çoğu zaman yapıcı olmaz, yıkıcı olur.
Kuşkusuz bununla, eşlerin hiçbir hususta akraba çevrelerinin görüşlerini almamaları, tecrübelerinden istifade etmemeleri ve onlara danışmamalarını kasdetmiyoruz.
Hiç şüphesiz bazı hususlarda danışmanın yararlan vardır ve bu hususlarda danışma olmalıdır. Ama bazı şeyler de var ki, kişinin kendi*si buna karar verir.
Ayrıca kişi eşiyle birlikte yardımlaşarak birtakım kararlara varır. Hatta bazen başkalarına da danışır. Ama kişi, henüz işin başında ken*di düşünce ve şahsiyetini bir tarafa bırakıp her hususta sorumluluğu ana-babasma yüklüyorsa, işte bu olmaz.
Diğer yönden, eşlerden biri, diğerinin ailesine danışır, görüş ve yardımlarını isterse, karşı taraf da bunu gönül huzuruyla, hatta takdir ve minnetle karşılar.
Ama kadın, olur-olmaz işlere burnunu sokar ya da mütehakkimane görüşüne göre hareket edilmesini ister veyahut hep kendi açısından meseleye bakacak olursa, işte o zaman mesele değişir.
Dışarıdan yapılan müdahaleler, genelde meseleyi daha da büyütür. Sıkıntıdan etkilenilir ama bir fayda vermez. O zaman serdedi-len görüş, tartışmayı kabul etmez bir tavırla ortaya atılır. Mantıkî düşünmekten çok duygusallığa dayanır.
Hiç şüphesiz, böyle bir hareket kocanın şahsiyetini yaralar. Çünkü koca, kendi evinde kendini danışma mercii görür. Eşi, kendisine danışacak ve beraberce problemin üstesinden gelecekler. Dışandan yapılan müdahaleler, ihtilaf alanını daha da genişletir. Eşler birbirle*rine karşı kin ve nefretle dolarlar. Aradaki güven ve bağlılık da zayıflar.
Baba ve aileler, bu duruma dikkat etmeli ve her olay karşısında münasip tavrı özenle seçmeli, eşler arasındaki ilişkilerin kutsallığını her zaman için gözönünde bulundurmalılar.
Sehl b. Sa'd'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasulüllah (s.a.v.), bir gün Hz. Fatıma'nın evine gitti. Hz. Ali evde yoktu. Rasulüllah (s.a.v.): "Amcanın oğlu nerede?" diye sordu. Hz. Fatıma: Aramızda bir şey geçti, birbirimize kızdık. O da gündüz uykusunu yanımda uyumadı, çıktı gitti, cevabını verdi. Rasulüllah (s.a.v.) birine: "Git, onu bul" buy*urdu. Adam gidip geldi ve: Ya Rasulallah! Mescitte uyuyor, dedi. Bunun Üzerine Rasulüllah (s.a.v.) mescide gitti, baktı ki Ali yan tarafına uzanmış ve abası bir tarafına sıyrılmış, vücudu da toprağa bulanmış. Rasulüllah (s.a.v.): "Ebû Türâb! Kalk. Ebû Türâb! Kalk" diyerek toprağı bedeninden silkmeye başladı. [1016]
Belki de kızı ile kocası arasında bir şey geçtiğini biliyordu ve o hik*metli üslûbu ile buna son vermek için kızına gitmişti.
Kızına: "Amcanın oğlu nerede?" diyerek karı-koca ilişkilerinin ötesinde aralarındaki bir ilişkiyi ona hatırlatacak bir ifade kullandı.
Kızı da hemen birbirlerine kızdıklarını ve kocasının dışarı çıktığını söyledi. Rasulüllah (s.a.v.), mescide giderek Ali'yi uyandırmaktan ve ona bulaşmış toprağı silkelemekten başka birşey yapmadı. Niçin hanımıyla bozuştuğundan hiç bahsetmedi. Belki de bu*nun, iki eş arasında gizli kalmasını daha uygun gördü.
O mükemmel tavır ve sevgi dolu el, kızının kocasının üzerindeki toprağı silkelerken haddi zatında kızıyla kocası arasındaki anlaşmazlığı da silkeliyordu.
Ve hemen ardından evine döndü.
Başka bir defasında da, Ali ve Fatıma'nın dikkatlerini istediklerin*den daha hayırlı birşeye yönlendiriyor.
tbnu Ebi Leyla rivayet ediyor, diyor ki: Ali bize anlattı: Fatıma, un öğütmekten şikayetçiydi. Peygamber'e (s.a.v.) esirler getirilmişti.
Fatıma, Peygamber'e (s.a.v.) gitti. Onu bulamayınca, durumunu Aişe'ye anlattı. Peygamber (s.a.v.) eve geldiğinde, Aişe ona Fatıma'nın gelişini anlatmış, bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) bize geldi. Biz yatak*larımıza uzanmıştık. Kalkmağa çalıştım, "olduğunuz yerde durun" buyurdu. Sonra aramıza oturdu, öyle ki ayaklarının soğukluğunu göğsümde hissediyordum. Buyurdu ki: Benden istediğinizden daha hayırlısını size haber vereyim mi? Yataklarınızda otuzdört defa Allahu ekber, otuzüç defa sübhanellah ve otuzüç defa da el-hamdu lillah dersi*niz. Bu, sizin için bir hizmetçiden daha hayırlıdır. [1017]
Evet... Fatıma'nın, un öğütmek konusunda babasına şikayet etme hakkı vardı.
Hayatın zorluklarını kızı için kolaylaştırmak da O'nun (s.a.v.) hakkı idi.
Herhalde kızının rahatlık ve mutluluğundan da daha çok hoşuna giden birşey olmazdı.
Ancak hesaba katılması gereken başka Önemli şeyler vardı:
1-Rasûlüllah (s.a.v.), vahyi dinlemeğe ve sünneti koruyup ezber*lemeğe vakfetmiş, mescidden başka da bir sığınakları bulunmayan ilim talebesi Suffe ehlini, elde edilen mala daha ehil görüyordu. Hatta bun*lar, işleri kendisinden de sorulan Fatıma'dan da daha öncelikliydi.
2-Maddî ve dünyevî hususlarda Peygamber (s.a.v.) önce müslümanlann gönlünü almayı tercih ediyordu. Onlardan birşey artar*sa o zaman Ehl-i Beytine onları vermekte bir sakınca görmezdi.
3- Onlara dünya işinden birşey kalmadığında, onların dikkatlerini onun yerine ondan daha hayırlı birşeye, ahiret işine yönlendirirdi. Bu*rada bir hizmetçiden oldularsa ya da dünyada biraz daha yorulacaklar-sa, ahirette daha yüce bir makama ve daha büyük bir sevaba nail ola*caklar.
Bazı durumlar da vardır ki dışarıdan olumlu bir müdahalenin ol*masını gerektirir. Mesela baba veya aile, kızları için bir can tehlikesi, ya da bizzat evlilik ilişkilerinin zarar göreceğinden ve evliliğin de*v******* kuşku duyulduğu durumlar böyledir.
Nitekim Hz. Ali, Hz. Fatıma'nın üzerine Ebu Cehil'in kızına talip olduğunu duyduğunda, kızını dini hususunda fitneye düşürecek bir ku*masının olmasından endişelenip kızmış ve herkese bu evliliğe izin ver*meyeceğini, Fatıma'yı üzecek birşeyin kendisini de üzeceğini ve Allah'ın en sevgilisinin kızıyla, en düşmanının kızının bir evde bir arada buluna*mayacaklarım ilan etmiştir. Bunun üzerine Hz. Ali, Ebu Cehil'in kızıyla evlenmekten vazgeçmiştir.
Hz. Hüseyin'in oğlu Ali, Misver b. Mahreme'nin kendisine şunu haber verdiğini rivayet eder: Hz. Ali, yanında Rasûlüllah'in kızı Fatıma olduğu halde Ebu Cehil'in kızına talip olur. Hz. Fatıma bunu duy*duğunda Peygamber'e (s.a.v.) gelir ve şöyle der: Kavmin, kızların için kızmadığını söylüyorlar, tşte Ali, Ebu Cehil'in kızıyla evlenmek peşinde!
Misver dedi ki: Rasûlüllah (s.a.v.) ayağa kalktı. Bu arada kelime-i şehadeti getirdiğini duydum. Sonra şöyle buyurdu: "Fatıma benden bir parçadır, onu fitneye düşürmeleri benim hiç hoşuma gitmez. Ayrıca Al*lah'a yemin ederim ki, Allah'ın elçisinin kızı ile, Allah'ın düşmanının kızı bir erkekle bir arada asla evli olamazlar." Bunun üzerine Ali, Ebu Cehil'in kızıyla evlenmekten vazgeçti. [1018]
Böyle zarurî bir müdahaleye ihtiyaç duyulmadıkça, en iyisi ortaya çıkan problemin çerçevesinin dar tutulması ve mümkün olduğu sürece çözümün eşlere bırakılmasıdır. Eşlerin kendileri problemi yalnız başlarına çözemedikleri zaman ancak mesele başkalarına arzedilebilir. Değilse, meseleyi başkalarına açmaya da gerek yoktur. [1019]
3- Namus Gayreti:
Bazı durumlar var ki gerçekten gayreti (kıskanmayı) gerektirir:
Bir serserinin, başkasının hanımını ya da namusunu seyretmesi ve bununla gönül eğlendirmesi gibi.
Kişi bu sırada gayretinden o serserinin gözünü patlatsa, hadiste de belirtildiği gibi diyet ödemez.
Ya da -hanımın akrabalarından bile olsa- evine girmesini isteme*diği birinin evine girmesi gibi.
Tirmizî, Süleyman b. Amr b. el-Ahvâs'tan babasının şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlüllah (s.a.v.) buyurdu ki: "Bilesiniz ki kadınlarınızın üstünde sizin hakkınız ve sizin üstünüzde de kadınlarınızın hakkı vardır. Kadınlarınızın üstünde sizin hakkınız: Sevmediklerinizi mefruşatınıza ayak bastırmamaları ve hoşlanmadığınız kimseleri evlerinize sokmamalarıdır. [1020]
Yine kişinin karısına belli bir yere gitmesini yasaklaması ve kadının oraya gitmesi veya kendi evinin dışında gece sohbetine gitmesi ya da orada uyuması gibi.
Buharî, Ebu Hüreyre'den Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyur*duğunu rivayet eder: "Kocasının yatağım terkederek başka yerde geceleyen kadın, dönünceye kadar melekler ona lanet eder.[1021]
Beyhakî de, îbnu Ömer'den Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyur*duğunu rivayet etmektedir:
"Kadın, kocasının izni olmaksızın evinin dışına çıkamaz. Çıktığı takdirde tevbe edinceye ya da dönünceye kadar melek*ler; hem gazab melekleri, hem de rahmet melekleri ona lanet ederler." Denildi ki: Kocası haksız olsa da mı? "Evet, kocası haksız olsa da" buyurdu. [1022]
Kadının sırf dışarı çıkması, sonucundan emin olunamayan bir du*rumdur.
Hz. Ali şöyle demiştir: "Utanmıyor musunuz? Kıskanmıyor musu*nuz? Sizden birinizin karısı dışarı çıkıyor, erkeklere bakıyor ve onlar da ona bakıyorlar."
Buharı, Muğire'nin şöyle dediğini rivayet eder:
Sa'd b. Ubade: Birinin karısıyla dolaştığını gördüğümde onu kılıçla vurasım geliyor, dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Sa'd'ın kıskançlığına hayran değil misiniz? Ben ondan, Allah da benden daha kıskançtır. [1023]
Ama kadın, bu gibi yerlerden uzak durur ve itaat etmek suretiyle kocasının hakkını yerine getirirse, o zaman güvenilmeyi ve saygı gösterilmeyi hakkeder. işte o zaman kocanın da, karısının bu seviyesine yaraşır davranış sergilemesi, tecessüs edip kansından şüphelenmemesi gerekir. Bu ne*denledir ki Rasulüllah (s.a.v.) kocanın gece vakti baskın yapmasını, karısının bir açığını yakalayacakmış gibi davranmasını ve karısından habersiz, alelacele içeri girmesini yasaklamıştır.
Böyle bir durumda şeytan, koca ile karısının arasım bozmak için oyununu oynar ve kocaya, düşünüp araştırmadan cinayet işlemesini sağlayabilir.
Rivayet edilir ki Abdullah b. Revaha gece vakti karısının yanına gider, karısının yanında saçım tarayan bir kadın vardır. Ancak o, bunu erkek zanneder ve kılıcını çeker. Bu olay Peygamber'e (s.a.v.) haber ve*rildiğinde, kişinin gece habersiz karısının yanına girmesini yasakladı.[1024]
Bütün bunlar, şüphelenilecek bir durumu bulunmayan kadın için geçerlidir. Ebu Hüreyre'den Rasulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğu ri*vayet edilmiştir:
"Allah'ın sevdiği ve sevmediği kıskançlık vardır. Allah'ın sevdiği, şüphe durumunda olan kıskançlıktır, sevmediği ise, şüpheye mahal olmayan yerde kıskançlıktır. [1025]
O halde kıskançlığa mahal olmayan ya da şüpheye temel olacak bir durum sözkonusu olmadığında kişinin kıskanç tavırlar içine girme*mesi gerekir ki temiz bir kadına yahut suçu olmayan çocuklara karşı suç işleme gibi bir durumla karşı karşıya kalmasın. [1026]
4- Taraflardan Birinin, Diğerinin Haklarım Görmezlikten Gelmesi Ya Da Onun Haklarım Bilmemesi:
Eşlerden her birinin, diğerine karşı görevleriyle atbaşı giden hak*lan da vardır.
Şu ayet-i kerime buna işaret etmektedir:
"Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları olduğu gibi, kadınların da erkekler üzerinde birtakım iyi davranışa dayalı hakları vardır. Ancak erkekler için kadınlar üzerinde bir üstünlük payı vardır.[1027]
Her biri, görevlerini bilir ve onları yerine getirirse, karşı taraf üzerindeki haklarına kolaylıkla erişebilir. Evlilik hayatmda her birinin, sevgi, huzur ve merhamette payı olur ve mutlu bir hayat yaşamalarına vesile olur.
Hak ve görevlerin bilinmemesi ya da görmezlikten gelinmesi, evli*lik ilişkilerinde tehlikeli sonuçlar doğurur.
Burada hak ve görevler kemiyetle ölçülmez, psikolojik yönün de büyük etkisi vardır.
Şimdi de bir nebze bu yön üzerinde durmak istiyoruz. [1028]
Eş seçimi ve bunun alam, kız isteme ve bununla ilgili hususları in*celedik. Bunlar, evlilik için atılmış hazırlık mahiyetinde adımlardır.
Bunların son bulmasıyla eşler, kendi yuvalarına ve istikrarlı ha*yatlarına yol almak Üzereler. Şer'î kapıyı çaldıktan; muhaddis ve fuka-hanın büyük çoğunluğuna göre ancak veli, mehir ve iki şahidle tamam*lanan evlilik akdini yaptıktan sonra ailevî ve içtimaî görevlerini üstlenecekler.
Ancak bu akidle yeni hayatlarına birlikte başlayabilirler ve artık bu hayatlarında daha çok hikmete, uyuma, sabra, düşünmeye, tedbire ve duruma göre münasip tavrı takınmaya ihtiyaç duyacaklar. Ancak bu şekilde, evlilik hayatım dağılmaktan ve ayrılığa düşmekten kurtarır, ülfet ve uyum unsurlarını yakalar, mutlu ve huzurlu bir hayata kavuşabilirler. [982]
Evlilik Hayatına Başlarken [983]
Eşler Arasında Uyum:
Eşler, başlangıçta fikrî, aklî ve vicdanî açıdan tam bir uyum içerisinde olabilirler. Sonra da bu uyum devam eder, mutluluk ve huzur dolu bir hayat sürerler.
Ne var ki -bütün güzelliğine rağmen- böyle devam eden evlilikler ne yazık ki çok azdır.
Evlilik hayatının pratiğine baktığımızda birçok nefret ve anlaşmazlık olaylarına rastlarız. Belki çoğu zaman bunlan tedavi et*mek, onlara katlanmak, aradaki anlaşmazlık ne kadar derin olursa ol*sun ve verdiği acı ne kadar çok olursa olsun onu ortadan kaldırmak mümkündür.
Bazen de aradaki anlaşmazlık, öldürücü cinstendir. Fırtınaları, umut ışığını söndürür. Aradaki bağları koparıp savurur. Evliîik hayatının özünü ve temel değerlerini ilgilendiren anlaşmazlıklar, bu nevi dendir.
Burada yapacağımız şey, her iki nevi anlaşmazlığı birbirinden ayirdetmek ve tedavisi mümkün olan anlaşmazlıklara el koymaktır. Bu anlaşmazlıkların sebebi nedir ve nasıl telafi edilirler? Ümid ederiz bura*da anlatacaklarımızın buna yararı olur. Yardım Allah'tandır. [984]
Anlaşmazlığın Ortaya Çıkışı ve Mahiyeti:
iki eş arasında ihtilaf çıkması tabiî bir husustur. Eşlerden her bi*rinin evlilik hayatından önce alışageldiği davranış çeşitleri, gelenekle*ri, eşyayı ışığında değerlendirdiği kavramları ve muhtelif olaylar karşısında takındığı tavırları vardır. Ayrıca kültür seviyesi, içinde yetiştiği çevre ve kalıtım yoluyla aldığı özelliklerini de hesaba katmak gerekir.
Bütün bu hususlar, eşler arasında ihtilafın olmasını makul kılmaktadır. Bunun yadırganacak bir tarafı da yoktur.
işte bu nedenle evlilik hayatının uyum içerisinde olması, yani eşlerin, bedenen birbirlerine yakın oldukları gibi fikren ve vicdanen de birbirlerine yakın olmaları, anlaşarak mutlu bir hayat yaşamaları ve karşılaştıkları problemleri birlikte aşabilmeleri için her birinin büyük çaba harcaması gerekir. [985]
Hata Karşısında Takınılacak Tavır:
Evliliğin ilk dönemlerinde eşlerden herbiri mutlaka birtakım hat*alar işleyecektir. O zaman maharet, hatalarım kabul etmemeleri, ha*tayı karşı tarafa yükleme ya da hatanın altından kalkılamayacak çok kötü bir durum olduğuna inanmak değildir.
Cesaret, o hatalı tavırlara göğüs germek ve kendini buna alıştırmaktır. Şahsiyetlilik, hatayı kabul etmeyi ve sonucuna katlan*mayı gerektirir. Birinin işlediği hatadan diğeri sorumlu değildir.
Akıllılık, kişinin ölçülerini tashih etmesini ve kanaatlerini doğrultmasını gerektirir.
Kişi, hata işlemesinden dolayı kınanmaz, onu düzeltmeye çaba göstermeden ve onu telafi etmek için samimi bir gayrete geçmeden aynı hatayı tekrar etmesinden dolayı kınanır.
Hata, bizatihi nasıl bir kusur olsun ki, kişinin hayat arkadaşı ola*rak seçtiği kimsenin şahsiyetinin temel unsurlarından, hatta kişinin kendi şahsiyetinin temel unsurlanndan biri hata işlemektir. Çünkü her ikisi de insandır ve insanın tabiatı, zafiyet ve kusurdan hali değildir.
Kişi, onu tedavi etmeye ve ondan uzak durmaya çaba gösterdiği müddetçe hata, insanlığına ve toplumdaki yerine aykırı birşey değildir. Allah'ın hatalarını sildiği ve kötülüklerini iyiliğe çevirdiği insanlar kategorisine girmesine de engel değildir.
Şayet hata etmek, çok kötü bir durum olsaydı, hata eden için bütün bu anlattıklarımız sözkonusu olmazdı. Hatta Kur'an-ı Kerim, müttakî kişinin hata edebileceğini ve bu hatasının, kendisindeki takva şerefini alıp götürmeyeceğini, hatasını düzeltmeye çabaladığı, Rabbinden bağışlanmasını dilediği sürece müttakiler sevabım hakketmesine engel olmayacağını şu âyetlerde anlatmaktadır:
"Rabbinizin bağışına ve takva sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun! O takva sahipleri ki, bollukta da, darlıkta da Allah için harcarlar; öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel dav*ranışta bulunanları sever. Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında, ya da bizzat kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe-istiğfar ederler. Zaten günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde bile bile ısrar etmezler. İşte on*ların mükafatı, Rablerinin mağfireti ve zemininden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlerdir. Böyle amel edenle*rin mükafatı ne güzeldir.[986]
Nerede o bütün yönleriyle kâmil insan ya da süpermen?!
Bütün huylarından hoşnud olunan kim var ki!
Kişinin kusurlarının sayılabilir olması ona şeref olarak yeter.
Evlilik hayatı, şu değişken varlığın küçültülmüş şeklidir. Bu varlıkta nasıl gece ve gündüz, kış ve bahar birbirini takip edip deveran ediyorsa evlilik hayatında da elem ve sevincin, hata ve doğrunun ardar-da birbirlerini takip etmelerinde garipsenecek bir şey yoktur.
Yüce Allah: "İnsan zayıf yaratılmıştır"[987]sözüyle ve Hz. Yusufun sözünü naklederken: "(Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmam. Çünkü Rabbimin acıyıp koruduğu hariç nefis aşırı şekilde kötülüğü emredicidir" [988]sözünde insan tabiatına ve in*sanın hata edebileceğine işaret etmektedir.
Peygamber (s.a.v.) de şu sözünde buna işaret etmektedir: "Ademoğullarının hepsi hata ederler, hata edenlerin en hayırlıları ise, tevbe edenlerdir. [989]
Yine kadınlara iyi davranılmasım, yaratılışlarını anlayarak ve on*ları gözeterek onlara davranılmasım, Allah'ın bizden bunu istediğini tavsiye ettiği hadiste de buna işaret etmektedir.
Sözkonusu hadiste, onlara namazla birlikte kadınlardan bahset*miş ve her ikisini birlikte tavsiye etmiştir:
"Namaz! Namaz! Bir de elinizin altındaki köleler! İşte bun*lara dikkat edin, kölelerinize güç yetirmedikleri birşeyi yapma*larını istemeyin. Bir de kadınlara iyi davranın, Allah size şahittir, bilesiniz. Onlar elinizde esir gibidirler. Allah'ın ahdi ile onlarla evlendiniz ve Allah'ın sözüyle onları kendinize helal kıldınız.[990]
Rasulüllah'ın (s.a.v.) son tavsiyesinin bu olduğu rivayet edilir. Rasulüllah (s.a.v.) dili tutukluk yapıncaya ve sesi zayi fi ayı ncay a kadar bu tavsiyelerini söylemeye devam etti.
Buharî, Müslim ve başkaları, Rasulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyur*duğunu rivayet ederler: "Allah'a ve ahiret gününe inanan, komşu*suna eziyet etmesin. Bir de kadınlara iyi davranmanızı vasiyet ediyorum. Kadınlar, eğe kemiğinden yaratılmışlardır. Bu kemi*ğin en eğri kısmı, üst tarafıdır, eğriliğini düzeltmeye kalkarsan, onu kırarsın. Kendi halinde bırakırsan da daima eğri kalır. Bu nedenle kadınlara iyi davranmanızı vasiyet ediyorum. [991]Denildi ki: Bir hikmete mebni olarak kadının karakterinde ya*ratılıştan gelme bir eğrilik vardır, tıpkı bir hikmete mebni olarak eğe kemiğinde bir eğriliğin bulunması gibi. Erkeğin, bu eğriliği düzeltmeğe gayret etmesi gerekir. Ancak bunu yaparken kadına iyi davranması ve bunun, yaratılıştan geldiğini bilerek ona göre hareket etmesi lazım.
Hadisin anlatmak istediği budur. [992]
Kişinin kadına yumuşak, akıllıca ve bazı şeylere katlanarak dav*ranması, onun da iyiliğini ve cevherinin üstünlüğünü gösterir. Nitekim Peygamber (s.a.v.), şöyle buyurmaktadır:
"Sizin en hayırlınız, ailesine en iyi davrananınızdır. Aranızda ailesine en iyi davranan ise benim. [993]
İman bakımından en mükemmel mümin, ahlâkı en güzel olandır. Sizin en hayırlınız, karısına en iyi davrananınızdır. [994]
"İman bakımından mü'minlerin en mükemmeli ahlâkı en güzel olan ve ailesine en yumuşak davranandır. [995]
Herhalde, yüce Allah'ın Kur'an'ın birçok yerinde kadınlara iyi davranılmasını emretmesinin sebebi budur.
Bu emri ihtiva eden ayetlerden birkaçı şöyledir:
"Ya iyilikle tutmak, ya da güzel ve adaletli bir biçimde salıvermektir. [996]
"Onları iyilikle tutun. [997] "Onlarla iyi geçinin. [998]
Kişi, karısına bu temel üzere davrandığında hata, kabul edilir ve katlanılır bir husus olur.
Hatta daha da büyümesi mümkün olan hataların sebep oldukları zararların pek çoğu bertaraf edilmiş olur. Kişi, hata imkanını kabullen*dikten sonra onu münasip bir şekilde ve akıllıca tedavi etme imkanım da bulmuş olur.
Evlilik hayatının mutluluğu, bütünüyle hatadan ve onu bu*landıran şeylerden uzak oluşuyla değildir. Herşeyden önce eşlerden herbirinin, evlenmekle üstlendiği, insanlığa ve topluma karşı görevlerini yerine getirmesiyledir.
Çok yüce bir görevdir o! Bunun farkında olan kişiye, bu uğurda karşılaştığı sıkıntılar tatlı gelir.
Taraflardan hangisi olursa olsun, işlediği hatalar kolaylaşır ve or*tak değer olarak tesbit ettikleri hedeflerine doğru birlikte yol alırken bu hatalar onları engellemez. [999]
Peygamberin (S.A.V.) Hanımlarına Karşı Davranışı Nasıldı?
Hikmet, yumuşaklık, saygınlık, merhamet, sevgi, gözetme ve bakımından zirvedeydi.
Her durum için münasip etkili tedaviye başvurur, hikmete en uy*gun yolu seçerdi. Evvelemirde reaksiyona sevkeden durumlarda bile öfkenin ve sert davranmanın fayda vermediği kanaatindeydi. O, böyle durumlarda da meseleye sabırla yaklaşır ve bu tutumunda kadının tab*iatını hesaba katar, kadının bu tavrından vazgeçmesinin zor olduğunu ve bazı durumlarda bu tabiatının, bazı şeyleri olduğu gibi görmesine en*gel olduğunu bilirdi.
Hz. Aişe, kıskançlık gözlüğünün bir gün gözünü nasıl boyadığını bizzat kendi başından geçmiş bir olayla anlatmaktadır. Diyor ki: Ra-sulüllah (s.a.v.), Ümmü Seleme ile evlendiğinde fevkalade üzülmüştüm.
Ümmü Seleme'nin çok güzel olduğunu anlatmışlardı, buna üzülmüştüm. Nihayet onunla karşılaştım ve bana anlatılandan kat kat daha güzel olduğunu gördüm. Bunu Hafsa'ya anlattım. Hiç de söylenildiği kadar güzel değil, hem yaşlı bir kadın, dedi. Tekrar onu gördüğümde dikkat ettim, hakikaten Hafsa'nın dediği doğruydu. Herhalde ben çok kıskanç olduğum için onu böyle görmüştüm. [1000]
Rasulüllah (s.a.v.), daha ötesini de biliyordu. Ayrıca biliyordu ki, her küçük ve büyük hata için kişinin karısını sorguya çekmesi, evlilik hayatının dokusunu delen iğneler mesabesindedir. Birincisinde buna ta*hammül edilse bile, devam ettiği takdirde elem verici olur, yapıyı ka*natır, hatta evlilik bağlarına zarar vermeğe kadar gider.
Bu nedenle Rasulüllah (s.a.v.) birçok davranışı etkili bir suskun*luk, şefkatli bir tebessüm, görmezlikten gelme ya da o anki havayı değiştiren tatlı bir şaka ile karşılamıştır. [1001]
Peygamber'in (S.A.V.) Davranışlarından Bazı Örnekler:
1- Peygamber (s.a.v.), bir gece üstün bir gaye için Hz. Aişe'nin yanından dışan çıktı. Hz. Aişe, sırası olduğu bir günde kendisini bırakıp hanımlarından başka birinin yanına gittiğini sandı. Habersiz onu takip etti. Bir de ne görsün, Bakî mezarlığına, şehid mümin kadın ve erkek*lere dua etmek için gidiyor.
Hz. Aişe diyor ki: Kendi kendime dedim: Sen Rabbine dua etmeye gidiyorsun, oysa ben dünya peşinde koşuyorum? Odama gittim, sesli sesli soluyordum. Ardımdan Peygamber (s.a.v.) geldi ve: Ya Aişe, niçin böyle soluyorsun? dedi. Dedim ki: Anam babam sana feda olsun... Yanıma geldin, elbisem soydun ve hemen ardından elbisem giyip çıktın. Beni bir kıskançlık tuttu, sandım ki, kumalarımdan birinin yanına gi*diyorsun. Seni takip ettim ve Bakî mezarlığına gittiğini gördüm!
Aişe'nin durumu gizlemeden açıkça anlatması ve sevgisinin şiddetinden dolayı kıskançlığından sözetmesi Peygamber'in (s.a.v.) hoşuna gitmişti. Şöyle buyurdu: "Ya Aişe, Allah ve Rasulünün sana haksızlık etmelerinden mi korktun?" Hz. Aişe: insanlar ne kadar giz*lerse gizlesin, Allah mutlaka ondan haberdardır, dedi. Peygamber (s.a.v.): "Evet" dedi, sonra şöyle devam etti: "Cebrail bana geldi. Sen el*biseni çıkardığın için içeri girecek değildi. Bana seslendi, ancak duy-mayasın diye alçak bir sesle çağırdı. Ben de duymayacağın bir şekilde ona cevap verdim. Uyuduğunu sanıyordum ve seni uyandırmak isteme*dim. Endişeleneceğinden de korktum. Bana, Bakî mezarlığına gitmemi ve oradakilere mağfiret dilememi söyledi."
Mesele anlaşılınca Hz. Aişe sakinleşti ve tavrı değişti. Peygam-ber'e (s.a.v.) soru sormaya başladı: Ölüleri ziyarete gittiğin zaman ne diyorsun? dedi.
Peygamber (s.a.v.) şöyle cevap verdi: Şöyle dersin: "Selam size ey buranın mü'min ve müslüman sakinleri! Allah bizden önce gelenlere ve bizden sonra buraya geleceklere rahmet etsin. Biz de, inşaallah size ge*leceğiz."
2- Başka bir rivayette ise şöyle deniliyor: Hz. Aişe dedi ki: Hanımlarından birinin yanma gitti diye kıskandım. Geri döndüğünde durumumu gördü ve: "Kıskandın mı?" buyurdu. Benim gibi biri, senin gibi birini kıskanmaz mı? dedim. "Şeytanın sana gelmiş" buyurdu. Be*nimle birlikte bir şeytan mı var? dedim. "Evet" dedi. Her insanla bir*likte var mı? diye sordum. "Evet" karşılığım verdi. Peki seninle birlikte olan da var mı? dedim. "Evet, ama Allah bana yardım etti ve şeytanım müslüman oldu" buyurdu. [1002]
3- Rasûlüllah (s.a.v.), Kinde'lilerden bir kadınla [1003] evlendi. Kadın, Rasûlüllah'la evlenmek üzere Medine'ye geldi. Bu arada Hz. Aişe, Hafsa ve Rasûlüllah'ın diğer hanımları kıskançlık duygularıyla dolup taşıyorlardı. Hz. Aişe: Rasûlüllah (s.a.v.), elini yabancı kabile kadınlarına uzattı, korkarım ki, onlara yönelir ve bizi ihmal eder, dedik*ten sonra diğer kumalanyla birlikte bu evliliğe engel olmayı plan*ladılar.
Gelin geldi. Tebriklerle onu karşıladılar. Sonra ondan yana ve onu seviyorlarmış gibi tavır takınarak ona, Rasûlüllah (s.a.v.) yanına gir*diğinde kendisinden Allah'a sığındığını söylemesini öğütlediler., işte o zaman Rasûlüllah'ın (s.a.v.) kendisini hoşnut etmek için çabalayacağını ve kendisine daha çok değer vereceğini söylediler.
Zavallı kadın komplolarından habersiz- tavsiyelerine uydu. Sözünü söyler söylemez Rasûlüllah (s.a.v.): "Kimsenin cesaret ede*meyeceği birine sığındın" diyerek yüzünü çevirdi ve hemen oradan çıktı. Ailesine geri götürülmesini istedi. Komplo ortaya çıktığında kadın, Rasûlüllah'ın haremine dönmek için çabaladıysa ve babası kızının ma*zeretini anlatmağa uğraştıysa da, bir defa Peygamber'in (s.a.v.) ona karşı kalbi soğumuştu.
Kalblerdeki sevgi nefrete bir dönüşsün,
Cam gibi, bir daha kaynaşmaz.
Artık dönüşe imkân var mı?
Komployu hazırlayanlar ise kaldılar...
O zaman kızgınlık koparılanı eski durumuna getiremez ve parçalananı birbiriyle kaynaştırıp tamir edemez. Artık ona yönelme yoktur. O halde çare ne?
Rasûlüllah (s.a.v.), hanımlarını buna iten duyguyu değerlendirdi. Sonra efendisinin karısının, Hz. Yusufa hazırladığı komployu hatırladı ve tebessüm ederek şöyle buyurdu: "Onlar Yusufa hile yapanlardır. Gerçekten de hileleri çok büyüktür.[1004]
4- Rasûlüllah (s.a.v.), Hayber gazvesinden sonra- Safiyye ile evle*nip Medine'ye döndüklerinde Ensar kadınları bunu duymuş ve onu görmek için gelmişlerdi. Gelenler arasında Hz. Aişe de vardı. Rasûlüllah'ın (s.a.v.) gözü ona ilişti, tedirgin ve ürkek bir haldeydi. Rasûlüllah (s.a.v.) onu bekledi. Safiyye'yi gördükten sonra gülerek ona: "Onu nasıl gördün ya Şukayra!" dedi.
Hz. Aişe, kıskançlığından: "Ne olacak bir yahudi kadın gördüm" karşılığını verdi.
Rasûlüllah (s.a.v.) yumuşak, tatlı ve onu doğruya yönlendirici bir
üslupla: "Öyle deme, çünkü islâm'a girdi ve iyi bir müslüman oldu" buyurdu. [1005]
5- Mariye, ibrahim'i doğurduğunda, RasûltiUah (s.a.v.) bir gün onu kucağına aldı ve Aişe'ye götürdü. Şakalaşarak onu çağırdı ve oğlunun kendisine ne kadar benzediğini ona göstermek istedi. Ancak Hz. Aişe'nin kalbine sanki bir ok saplanmıştı, ağlamamak için kendini zor tutuyordu. "Seninle onun arasında bir benzerlik göremiyorum!" dedi. [1006]
Rasûlüllah (s.a.v.), hemen Aişe'nin kıskançlığından ciğerinin parçalandığım gördü; kendisi Mariye gibi ona bir çocuk vermemişti. Aişe'ye birşey demeden oradan ayrıldı.
6- "Onlardan dilediğini geri bırakır, dilediğini yanına alırsın. (Geçici olarak) ayrıldıklarından (tekrar birleşmeyi) arzu ettiğine (dönmekte) senin üzerine bir günah yoktur. Onların gözlerinin aydınlanıp tasalanmamalarına ve hepsinin, senin ver*diklerine razı olmalarına en elverişli olan budur. Allah sizin kalberinizde olanı bilir. Allah bilendir, halimdir"[1007] ayeti indiğinde, Hz. Aişe, ayetin ümmet içerisinde sadece Peygamber'e (s.a.v.) hanımlarından dilediğinin sırasını erteleme ve düediğiyle gece*leme hürriyetini anlamış, nazlı eş saikı ve yaşının küçüklüğü sebebiyle ve daha sonra ortaya çıkacak bundaki soylu hedefi bilmeden şu cüretkârca sözü sarfetmiştir: "Bakıyorum Rabbin hevam kolluyor. [1008]
Gerçekten etkisi derin, çirkin ve kulağa ağır gelen bir sözdü bu.
Peygamber (s.a.v.) sabretti. Bu taşkın ve ölçüsüz iddiaya söz ile ce*vap vermenin ve Allah'ın niçin böyle emrettiğini anlatmanın bir yarannın olmayacağını düşündü. En etkili cevap, davranışlarla verile*cek cevaptı. Cevabı zamana bıraktı. Herşeye en iyi cevabı o verecekti.
Hz. Aişe de, başkaları da bunu görecekti. Zaman akıp geçti, Rasûlüllah'a (s.a.v.) hür davranma imkanı verildiği ve bundan dolayı hiçbir günaha maruz kalmayacağı bildirildiği halde, günlerini taksim ve yanlarında yatma gibi hususlarda eşleri arasında adil davranışına devam etti.
Hz. Aişe de, başkaları da, bu ayetin yüce hedefini görerek ve yaşayarak anladılar.
Allah'ın kendisine vacib kılmadığı hususlarda bile âdil dav*randığını müşahede ettiler. Vacib olmayan hususlarda âdil davranan, vacib olan hususlarda evleviyetle âdil davranacaktır, bunda şüphe yok*tur.
O halde Rasûlüllah'ın (s.a.v.) hanımları, onun adaletinin mükemmelliğine kesin olarak inansınlar ve bu ilahi dersten ibret alsınlar. Davranış düşüncelerinde bunun etkisi görünsün de bundan sonra Rasûlüllah'ı (s.a.v.) üzecek bir söz ve davranışta bulunmasınlar.
7- Hz. Hafsa ile Aişe, Safiyye'ye karşı övünerek kendilerinin Ku-reyş'li olduklarını, Rasûlüllah'la (s.a.v.) aynı kabileden olduklarını, oysa onun yabancı olan tek hanımı olduğunu söylemişlerdir. Hz. Safiyye gelip Rasûlüllah'a bu durumu şikayet etti. Rasûlüllah (s.a.v.), fiili bir tepki göstermedi, kızıp öfkelenmenin buna bir faydasının olamayacağım biliyordu. Hz. Safiyye'nin bu kızgınlığını yatıştırmayı ve gönlünü alarak hanımları arasında ona eski itibarını kazandırmayı düşündü.
Hanımlarından hiçbirinde bulunmayan bir meziyetine dikkat çekerek şöyle buyurdu: "Sen de: Benden nasıl daha hayırlı olabilirsiniz ki, kocam Muhammed, babam Harun ve amcam da Musa'dır diyeydin ya!" [1009]
Meseleyi en güzel bir şekilde çözüme bağlayacak yol buydu.
8- Enes (r.a.), rivayet ediyor: Rasûlüllah (s.a.v.) hanımlarından birinin yanındaydı. Diğer hanımlarından biri olan bir tabakta yemek gönderdi. Rasûlüllah'ın (s.a.v.) yanında bulunduğu hanımı, hizmetçinin eline vurdu ve elinden yere düşen tabak parçalara ayrıldı. Rasûlüllah (s.a.v.), tabağın parçalarını yanya-na getirdi, sonra da dağılan yemeği o tabağa koyarak: "Anneniz, kıskandı" buyurdu. Sonra da yanında bulunduğu hanımı ona bir tabakta yemek getirinceye kadar hizmetçiyi orada bekletti. Sağlam olan tabağı, tabağı kırılan hanıma gönderdi ve kırık tabağı da, onu kıran hanımına bıraktı. [1010]
O kıskanç olanı Hz. Aişe idi. Tabakta yemek gönderen ise, Hz. Sa*fiyye idi. Hz. Zeyneb olduğu da rivayet edilmiştir.
Kıskançlığın kadına neler yaptırdığını biliyordu. Bu nedenle Hz. Aişe'nin bu husustaki duygularını ve bu duygularının davranışlarına et-kişini hesaba katıyordu.
îbnu Hacer, Ebu Ya'la'dan şu merftı haberi rivayet eder: "Kıskanç kadın, vadinin aşağısını yukarısından ayırdedemez." [1011]
Belki de, gözünü bürüyen kıskançlık bulutu kalktığında yaptığına pişman olmuştu. Bu sebepten olacak ki henüz hava kararmadan, yaptığının keffaretini sordu. Rasulullah (s.a.v.): "Bunun keffareti, kırılan tabağa benzer bir tabak ve dökülen yemeğe benzer bir yemektir" buyurdu.
Bu hikmetli davranışıyla bir ölçü koydu. Artık o kırılan tabak ta*mir edilemezdi ve dökülen yemek de birşeye yaramıyordu. Ancak ben*zerleriyle işlenen suç telafi edilecekti.
Bu davranışıyla, tabağı kırılan hanımının gönlünü yaptı ve Hz. Aişe ile aralarında çıkabilecek çekişmeyi önledi.
Hem bu âdil ve hikmetli davranış, böyle bir şeyin tekerrür etmesi*ni de önlemişti. [1012]
Bu Tavırların Hedefi:
Bu göz alıcı tablolar, bize Peygamber'in (s.a.v.) her tavn nasıl değerlendirdiğini, meselelerin sonucunu nasıl düşündüğünü ve hik*metle aklın gerektirdiği şekilde nasıl davrandığını ve ortamın tabiatına uygun nasıl tavır takındığını gözlerimizin Önüne sermektedir.
Ayrıca evlilik hayatına vefa, iyilik, ülfet, adalet ve güven gibi konularda bu davranışın ne kadar etkili olduğunu dikkatle değerlendirelim.
Henüz işin başında hikmete uygun bir tavır, büyümesi muhtemel olan bir zararı, büyümeden Önler. Büyük yangınlar, küçük kıvılcımlardan çıkar.
Bu küçük olaylar, zamanında önlenemediği takdirde büyüyerek eşlerin evlilik hayatının son bulmasına kadar gidebilirler.
Naklettiğimiz bu misaller, kadının psikolojik durumunu ortaya koymakta ve hem erkek, hem de kadının bunu anlayarak ona göre ted*bir almaları gerektiğini ifade etmektedir.
Hata etkenleri ve anlaşmazlık nedenleri başka hususlardan da kaynaklanıyor olabilir. Şimdi de bunları görelim. [1013]
1- Şuuraltı Kompleksler:
Çocukluğun erken dönemlerinde babaların çocuklarına karşı tu*tumlarının, aile ortamında çocuğun ilişkilerinin ve hayatının bütün dönemlerinde toplumun kişiye karşı davranışlarının o kişi üzerinde de*rin etkileri vardır. Bütün bu olaylar şuur altına yerleşir ve bazen or*taya çıkar, bazen de gizlenirler. Sonradan kişinin toplum içindeki hayatıyla evlilik hayatına da etki ederler.
Bu girişten sonra diyoruz ki:
Bunun misallerinden biri de: Kocasına başkaldıran aykırı tavır takınan ya da küçük bir olayı olduğundan çok büyütüp kesin ve katı re*aksiyon gösteren kadındır. Genellikle bu tür tavırlar, geçmişte ba*basının veya annesinin ona karşı takındığı katı tavrın psikolojik bir yansımasıdır.
Bazen de bu tavırlar, babasının diğer kardeşlerinden birini şu veya bu şekilde ona tercih etmiş olmasından kaynaklanır.
Bu durumda kadın, erkek cinsine kin beslemektedir, kocasının şahsında babasından öc almaktadır. Baba evindeyken hep içine atmış ve onda patlamağa hazır bir birikim meydana gelmiştir. Koca evinde bi*raz daha rahat bir nefes almıştır ve içindeki birikim dışa vurmağa başlamıştır.
Sahabilerden biri, çocuklarından birine bahçesini hediye edip Rasûlüllah'ı da (s.a.v.) buna şahit tutmak için ona gittiğinde, Rasûlüliah (s.a.v.): "Her çocuğuna aynı şekilde bir bahçe hediye ettin mi?" diye sormuş, adam vermediğini söyleyince, Rasûlüliah (s.a.v.): "O halde git, ben bir haksızlığa şahitlik etmem" diye veya: "Allah'tan kor*kun; çocuklarınız arasında âdil davranın" buyurmuştur. [1014]
Rasûlüliah (s.a.v.) bu sözleriyle ileride doğacak bu tür sonuçları kastediyordu. Kardeşlerden birini diğerlerine tercih etmenin, onların psikolojik yapıları üzerinde derin etkileri vardır. Bu haksızlık onların şuur altına yerleşir, o kardeşe karşı kin beslemeğe başlarlar ve fırsatım bulduklarında ondan intikam almağa kalkışırlar. Hatta ileride toplumla ilişkilerine de bunun etkisi olur.
Akıllı koca, bu etkenleri öğrenmeğe, kadının şuur altına yerleşenleri kurcalayıp bulmağa çalışan, buna göre hareketlerini yönlendirerek lütfü ve akıllılığı, sabrı ve tahammülü, ustalık ve mahare*tle bir tabip gibi hatta ondan daha becerikli bir şekilde meselelere yak*laşan kocadır, öyle ki, ona iyi bir erkek modeli oluşturmalı ve karısını, bilinç altına yerleşen ve aykırı hareket etmesine sebep olan komplek*sten kurtarmalıdır.
Kocasının bu davranışı, kadın için o aykırı davranıştan kurtuluş vesilesi olacaktır.
Ana ve babalar da, çocuklarının psikolojik yapılarında derin yara*lar ve tehlikeli izler bırakan davranışlardan uzak durmalılar. Aksi tak*dirde bu davranışlarının, çocuklarının ileride mutsuz bir evlilik yapma*larına sebep olabileceğini bilmeliler. [1015]
2- Aileden Kopamama:
Evililik için ruhî olgunluğu şart koştuğumuzda, bununla, eşlerden her birinin aile sorumluluğunu layıkı veçhiyle yüklenebilme seviyesinde olmasını, dış etkilerden ve akraba tahakkümünden uzak, bağımsız karar verebilecek durumda olmasını kastediyorduk.
Demiştik ki: Kişiyi bu seviyeye ulaştıran, basiretli idrak, olgun görüş ve olgunlaşmış şahsiyettir. Kişi ancak bu seviyeye ulaştığında, tökezlemeyeceğinden emin olabiliriz. Çünkü evliliğin ilk dönemlerinde kişi birçok problem ve hatalarla karşılaşır. Henüz başta belli bir seviy*esi varsa, bu olaylar onu daha da olgunlaştırır. Ama yoksa, yüzüstü düşüp kalkmayabilir.
Eşlerden biri, hayat ortağının henüz bu seviyeye ulaşmadığını, şahsiyet ve idrak konusunda henüz ailesinden kopmadığım; birtakım iplerle ailesine bağlı olduğunu, kendi başına birşeye karar vereme*diğini, herşeyde gidip anne ve babasına danıştığını, yeni kurulan aile*nin üyesi olacağı yerde hâlâ eski ailesinin bir üyesi olduğunu!!
Diyoruz ki: Kişi, hayat arkadaşını bu durumda görünce hayal kırıklığına uğrar.
Dışarıdan yapılan müdahaleler de çoğu zaman yapıcı olmaz, yıkıcı olur.
Kuşkusuz bununla, eşlerin hiçbir hususta akraba çevrelerinin görüşlerini almamaları, tecrübelerinden istifade etmemeleri ve onlara danışmamalarını kasdetmiyoruz.
Hiç şüphesiz bazı hususlarda danışmanın yararlan vardır ve bu hususlarda danışma olmalıdır. Ama bazı şeyler de var ki, kişinin kendi*si buna karar verir.
Ayrıca kişi eşiyle birlikte yardımlaşarak birtakım kararlara varır. Hatta bazen başkalarına da danışır. Ama kişi, henüz işin başında ken*di düşünce ve şahsiyetini bir tarafa bırakıp her hususta sorumluluğu ana-babasma yüklüyorsa, işte bu olmaz.
Diğer yönden, eşlerden biri, diğerinin ailesine danışır, görüş ve yardımlarını isterse, karşı taraf da bunu gönül huzuruyla, hatta takdir ve minnetle karşılar.
Ama kadın, olur-olmaz işlere burnunu sokar ya da mütehakkimane görüşüne göre hareket edilmesini ister veyahut hep kendi açısından meseleye bakacak olursa, işte o zaman mesele değişir.
Dışarıdan yapılan müdahaleler, genelde meseleyi daha da büyütür. Sıkıntıdan etkilenilir ama bir fayda vermez. O zaman serdedi-len görüş, tartışmayı kabul etmez bir tavırla ortaya atılır. Mantıkî düşünmekten çok duygusallığa dayanır.
Hiç şüphesiz, böyle bir hareket kocanın şahsiyetini yaralar. Çünkü koca, kendi evinde kendini danışma mercii görür. Eşi, kendisine danışacak ve beraberce problemin üstesinden gelecekler. Dışandan yapılan müdahaleler, ihtilaf alanını daha da genişletir. Eşler birbirle*rine karşı kin ve nefretle dolarlar. Aradaki güven ve bağlılık da zayıflar.
Baba ve aileler, bu duruma dikkat etmeli ve her olay karşısında münasip tavrı özenle seçmeli, eşler arasındaki ilişkilerin kutsallığını her zaman için gözönünde bulundurmalılar.
Sehl b. Sa'd'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: Rasulüllah (s.a.v.), bir gün Hz. Fatıma'nın evine gitti. Hz. Ali evde yoktu. Rasulüllah (s.a.v.): "Amcanın oğlu nerede?" diye sordu. Hz. Fatıma: Aramızda bir şey geçti, birbirimize kızdık. O da gündüz uykusunu yanımda uyumadı, çıktı gitti, cevabını verdi. Rasulüllah (s.a.v.) birine: "Git, onu bul" buy*urdu. Adam gidip geldi ve: Ya Rasulallah! Mescitte uyuyor, dedi. Bunun Üzerine Rasulüllah (s.a.v.) mescide gitti, baktı ki Ali yan tarafına uzanmış ve abası bir tarafına sıyrılmış, vücudu da toprağa bulanmış. Rasulüllah (s.a.v.): "Ebû Türâb! Kalk. Ebû Türâb! Kalk" diyerek toprağı bedeninden silkmeye başladı. [1016]
Belki de kızı ile kocası arasında bir şey geçtiğini biliyordu ve o hik*metli üslûbu ile buna son vermek için kızına gitmişti.
Kızına: "Amcanın oğlu nerede?" diyerek karı-koca ilişkilerinin ötesinde aralarındaki bir ilişkiyi ona hatırlatacak bir ifade kullandı.
Kızı da hemen birbirlerine kızdıklarını ve kocasının dışarı çıktığını söyledi. Rasulüllah (s.a.v.), mescide giderek Ali'yi uyandırmaktan ve ona bulaşmış toprağı silkelemekten başka birşey yapmadı. Niçin hanımıyla bozuştuğundan hiç bahsetmedi. Belki de bu*nun, iki eş arasında gizli kalmasını daha uygun gördü.
O mükemmel tavır ve sevgi dolu el, kızının kocasının üzerindeki toprağı silkelerken haddi zatında kızıyla kocası arasındaki anlaşmazlığı da silkeliyordu.
Ve hemen ardından evine döndü.
Başka bir defasında da, Ali ve Fatıma'nın dikkatlerini istediklerin*den daha hayırlı birşeye yönlendiriyor.
tbnu Ebi Leyla rivayet ediyor, diyor ki: Ali bize anlattı: Fatıma, un öğütmekten şikayetçiydi. Peygamber'e (s.a.v.) esirler getirilmişti.
Fatıma, Peygamber'e (s.a.v.) gitti. Onu bulamayınca, durumunu Aişe'ye anlattı. Peygamber (s.a.v.) eve geldiğinde, Aişe ona Fatıma'nın gelişini anlatmış, bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) bize geldi. Biz yatak*larımıza uzanmıştık. Kalkmağa çalıştım, "olduğunuz yerde durun" buyurdu. Sonra aramıza oturdu, öyle ki ayaklarının soğukluğunu göğsümde hissediyordum. Buyurdu ki: Benden istediğinizden daha hayırlısını size haber vereyim mi? Yataklarınızda otuzdört defa Allahu ekber, otuzüç defa sübhanellah ve otuzüç defa da el-hamdu lillah dersi*niz. Bu, sizin için bir hizmetçiden daha hayırlıdır. [1017]
Evet... Fatıma'nın, un öğütmek konusunda babasına şikayet etme hakkı vardı.
Hayatın zorluklarını kızı için kolaylaştırmak da O'nun (s.a.v.) hakkı idi.
Herhalde kızının rahatlık ve mutluluğundan da daha çok hoşuna giden birşey olmazdı.
Ancak hesaba katılması gereken başka Önemli şeyler vardı:
1-Rasûlüllah (s.a.v.), vahyi dinlemeğe ve sünneti koruyup ezber*lemeğe vakfetmiş, mescidden başka da bir sığınakları bulunmayan ilim talebesi Suffe ehlini, elde edilen mala daha ehil görüyordu. Hatta bun*lar, işleri kendisinden de sorulan Fatıma'dan da daha öncelikliydi.
2-Maddî ve dünyevî hususlarda Peygamber (s.a.v.) önce müslümanlann gönlünü almayı tercih ediyordu. Onlardan birşey artar*sa o zaman Ehl-i Beytine onları vermekte bir sakınca görmezdi.
3- Onlara dünya işinden birşey kalmadığında, onların dikkatlerini onun yerine ondan daha hayırlı birşeye, ahiret işine yönlendirirdi. Bu*rada bir hizmetçiden oldularsa ya da dünyada biraz daha yorulacaklar-sa, ahirette daha yüce bir makama ve daha büyük bir sevaba nail ola*caklar.
Bazı durumlar da vardır ki dışarıdan olumlu bir müdahalenin ol*masını gerektirir. Mesela baba veya aile, kızları için bir can tehlikesi, ya da bizzat evlilik ilişkilerinin zarar göreceğinden ve evliliğin de*v******* kuşku duyulduğu durumlar böyledir.
Nitekim Hz. Ali, Hz. Fatıma'nın üzerine Ebu Cehil'in kızına talip olduğunu duyduğunda, kızını dini hususunda fitneye düşürecek bir ku*masının olmasından endişelenip kızmış ve herkese bu evliliğe izin ver*meyeceğini, Fatıma'yı üzecek birşeyin kendisini de üzeceğini ve Allah'ın en sevgilisinin kızıyla, en düşmanının kızının bir evde bir arada buluna*mayacaklarım ilan etmiştir. Bunun üzerine Hz. Ali, Ebu Cehil'in kızıyla evlenmekten vazgeçmiştir.
Hz. Hüseyin'in oğlu Ali, Misver b. Mahreme'nin kendisine şunu haber verdiğini rivayet eder: Hz. Ali, yanında Rasûlüllah'in kızı Fatıma olduğu halde Ebu Cehil'in kızına talip olur. Hz. Fatıma bunu duy*duğunda Peygamber'e (s.a.v.) gelir ve şöyle der: Kavmin, kızların için kızmadığını söylüyorlar, tşte Ali, Ebu Cehil'in kızıyla evlenmek peşinde!
Misver dedi ki: Rasûlüllah (s.a.v.) ayağa kalktı. Bu arada kelime-i şehadeti getirdiğini duydum. Sonra şöyle buyurdu: "Fatıma benden bir parçadır, onu fitneye düşürmeleri benim hiç hoşuma gitmez. Ayrıca Al*lah'a yemin ederim ki, Allah'ın elçisinin kızı ile, Allah'ın düşmanının kızı bir erkekle bir arada asla evli olamazlar." Bunun üzerine Ali, Ebu Cehil'in kızıyla evlenmekten vazgeçti. [1018]
Böyle zarurî bir müdahaleye ihtiyaç duyulmadıkça, en iyisi ortaya çıkan problemin çerçevesinin dar tutulması ve mümkün olduğu sürece çözümün eşlere bırakılmasıdır. Eşlerin kendileri problemi yalnız başlarına çözemedikleri zaman ancak mesele başkalarına arzedilebilir. Değilse, meseleyi başkalarına açmaya da gerek yoktur. [1019]
3- Namus Gayreti:
Bazı durumlar var ki gerçekten gayreti (kıskanmayı) gerektirir:
Bir serserinin, başkasının hanımını ya da namusunu seyretmesi ve bununla gönül eğlendirmesi gibi.
Kişi bu sırada gayretinden o serserinin gözünü patlatsa, hadiste de belirtildiği gibi diyet ödemez.
Ya da -hanımın akrabalarından bile olsa- evine girmesini isteme*diği birinin evine girmesi gibi.
Tirmizî, Süleyman b. Amr b. el-Ahvâs'tan babasının şöyle dediğini rivayet eder: Rasûlüllah (s.a.v.) buyurdu ki: "Bilesiniz ki kadınlarınızın üstünde sizin hakkınız ve sizin üstünüzde de kadınlarınızın hakkı vardır. Kadınlarınızın üstünde sizin hakkınız: Sevmediklerinizi mefruşatınıza ayak bastırmamaları ve hoşlanmadığınız kimseleri evlerinize sokmamalarıdır. [1020]
Yine kişinin karısına belli bir yere gitmesini yasaklaması ve kadının oraya gitmesi veya kendi evinin dışında gece sohbetine gitmesi ya da orada uyuması gibi.
Buharî, Ebu Hüreyre'den Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyur*duğunu rivayet eder: "Kocasının yatağım terkederek başka yerde geceleyen kadın, dönünceye kadar melekler ona lanet eder.[1021]
Beyhakî de, îbnu Ömer'den Peygamber'in (s.a.v.) şöyle buyur*duğunu rivayet etmektedir:
"Kadın, kocasının izni olmaksızın evinin dışına çıkamaz. Çıktığı takdirde tevbe edinceye ya da dönünceye kadar melek*ler; hem gazab melekleri, hem de rahmet melekleri ona lanet ederler." Denildi ki: Kocası haksız olsa da mı? "Evet, kocası haksız olsa da" buyurdu. [1022]
Kadının sırf dışarı çıkması, sonucundan emin olunamayan bir du*rumdur.
Hz. Ali şöyle demiştir: "Utanmıyor musunuz? Kıskanmıyor musu*nuz? Sizden birinizin karısı dışarı çıkıyor, erkeklere bakıyor ve onlar da ona bakıyorlar."
Buharı, Muğire'nin şöyle dediğini rivayet eder:
Sa'd b. Ubade: Birinin karısıyla dolaştığını gördüğümde onu kılıçla vurasım geliyor, dedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Sa'd'ın kıskançlığına hayran değil misiniz? Ben ondan, Allah da benden daha kıskançtır. [1023]
Ama kadın, bu gibi yerlerden uzak durur ve itaat etmek suretiyle kocasının hakkını yerine getirirse, o zaman güvenilmeyi ve saygı gösterilmeyi hakkeder. işte o zaman kocanın da, karısının bu seviyesine yaraşır davranış sergilemesi, tecessüs edip kansından şüphelenmemesi gerekir. Bu ne*denledir ki Rasulüllah (s.a.v.) kocanın gece vakti baskın yapmasını, karısının bir açığını yakalayacakmış gibi davranmasını ve karısından habersiz, alelacele içeri girmesini yasaklamıştır.
Böyle bir durumda şeytan, koca ile karısının arasım bozmak için oyununu oynar ve kocaya, düşünüp araştırmadan cinayet işlemesini sağlayabilir.
Rivayet edilir ki Abdullah b. Revaha gece vakti karısının yanına gider, karısının yanında saçım tarayan bir kadın vardır. Ancak o, bunu erkek zanneder ve kılıcını çeker. Bu olay Peygamber'e (s.a.v.) haber ve*rildiğinde, kişinin gece habersiz karısının yanına girmesini yasakladı.[1024]
Bütün bunlar, şüphelenilecek bir durumu bulunmayan kadın için geçerlidir. Ebu Hüreyre'den Rasulüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğu ri*vayet edilmiştir:
"Allah'ın sevdiği ve sevmediği kıskançlık vardır. Allah'ın sevdiği, şüphe durumunda olan kıskançlıktır, sevmediği ise, şüpheye mahal olmayan yerde kıskançlıktır. [1025]
O halde kıskançlığa mahal olmayan ya da şüpheye temel olacak bir durum sözkonusu olmadığında kişinin kıskanç tavırlar içine girme*mesi gerekir ki temiz bir kadına yahut suçu olmayan çocuklara karşı suç işleme gibi bir durumla karşı karşıya kalmasın. [1026]
4- Taraflardan Birinin, Diğerinin Haklarım Görmezlikten Gelmesi Ya Da Onun Haklarım Bilmemesi:
Eşlerden her birinin, diğerine karşı görevleriyle atbaşı giden hak*lan da vardır.
Şu ayet-i kerime buna işaret etmektedir:
"Erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları olduğu gibi, kadınların da erkekler üzerinde birtakım iyi davranışa dayalı hakları vardır. Ancak erkekler için kadınlar üzerinde bir üstünlük payı vardır.[1027]
Her biri, görevlerini bilir ve onları yerine getirirse, karşı taraf üzerindeki haklarına kolaylıkla erişebilir. Evlilik hayatmda her birinin, sevgi, huzur ve merhamette payı olur ve mutlu bir hayat yaşamalarına vesile olur.
Hak ve görevlerin bilinmemesi ya da görmezlikten gelinmesi, evli*lik ilişkilerinde tehlikeli sonuçlar doğurur.
Burada hak ve görevler kemiyetle ölçülmez, psikolojik yönün de büyük etkisi vardır.
Şimdi de bir nebze bu yön üzerinde durmak istiyoruz. [1028]