Ağlamak.

Lilith

Daughter of the Void
Admin
Ağlama konusuna Eskiçag'da yasayan bilgeler de açiklik getirmeye çalismislardi. Sokrates ile ayni dönemde yasayan Yunanli hekim Hippokrates, M.ö. 5. yüzyilda aglamanin nedeniyle ilgili söyle bir tahmin yürütmüstü: "Aglamanin merkezi beyinde gizli. Gözyasi disari akarken beyindeki fazla sümüksü siviyi da birlikte atiyor ve beyni hasta olmaktan koruyor." Dönemin bilimsel bilgilerine göre, insanin karakterini belirledigi düsünülen dört vücut sivisi (kan, sümüksü sivi, siyah ve sari atik) vardi. Bu sivilarin dengesi bozuldugunda insan hastalaniyordu.

Iyilesebilmesi için fazlaligin disari atilmasi gerekiyordu. Hippokrates, bu olayi tanimlamak için, "temizlenmek" anlamina gelen "katarsis" kelimesini kullanmisti. Sümük birikimi olmasa bile, aglamak yararliydi. Ne de olsa sürekli gözyasi üretiliyor ve bunlarin dar kafatasindan disari atilmasi gerekiyordu. Bu düsünce, Avrupa'da geçerliligini Rönesans dönemine kadar korudu. Bu basarinin nedeni, tezin insan fizyolojisiyle uyumlu olmasiydi: Aglamak da kusmak, diski ve idrar atimi gibi isliyordu. Dolayisiyla, neden o da istenmeyen atiklari vücuttan uzaklastiriyor olmasin? Gerçi gözyasi digerleri gibi kötü kokmuyordu, hem zaten duygular kötü kokamazdi ki...

Vücut sivilariyla ilgili bu tez, bilimsel çalismalara 17. yüzyila kadar temel olusturdu.1662 yilinda Danimarkali anatomi uzmani Niels Stensen, kadavra üzerinde çalisirken gözyasi bezlerini kesfetti. Nihayet, gözyasinin nereden geldigi ortaya çikmisti. Ancak aglama eyleminin nedeni aydinlatilamadi.

Birçok filozof, bilim insani ve sair, gözyasinin bir "katarsis", yani temizlik etkisi oldugu fikrinde birlesiyorlardi. Fransiz filozof René Descartes, aglayabilen insanin sevme ve merhamet etme becerisine sahip oldugunu düsünüyordu. Aglayamayan insanin içi sürekli artan bir nefret ve korkuyla doluyordu. Romali sair Ovidius, 2000 yil önce: "Aglamak, öfkeyi siler", demisti.






~



Dünyaya adımımızı ilk attığımızda ve ilk nefesimizi ciğerlerimize çektiğimizde ağlamaya başladık. Bebekken karnımız acıktığında, bir ağrımız olduğunda ağladık. Çünkü elimizden başka bir şey gelmiyordu. Çocukken istediklerimizi elde etmek için ağlama silahını kullandık. Bazen de yediğimiz dayak sonrasında ağladık. Ergenlik çağına geldiğimizde ulu orta ağlamayı bıraktık. Artık yalnız kaldığımız zamanlarda sıkıntıdan, üzüntüden aşktan ve ayrılıktan ağlar olduk. Ve büyüdükçe gözyaşını daha az döker olduk. Ve hayata gözlerimizi yumduğumuzda bu sefer ağlayan biz değil sevdiklerimiz oldu.

Kısacası ağlamak hayatımızın her aşamasında bizimleydi. Gözyaşları ile dünyaya geldik ve yine dünyadan gözyaşları ile ayrıldık. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki her gözyaşı dökmek ağlamak değildir. Bilim adamları gözyaşlarını dört ana gruba ayırıyorlar:

Temel Gözyaşları

Bu gözyaşı ağırlıklı olarak su ve tuzdan oluşuyor ve göz yüzeyimizin kaygan kalmasını sağlıyor. Günlük ortalama 150-300 gram kadar salgılanıyor. Ve bir süre sonra burun boşluğuna salınıyor.

Refleks Gözyaşları

Ani durumlarda gözü korumak amacıyla salgılanan gözyaşlarıdır.Soğan doğrarken ya da gözümüze toz kaçtığında gözlerimizin yaşarması sonucu ortaya çıkan gözyaşlarıdır. Refleks gözyaşları salgılandığında biz bu durumu ağlamak olarak adlandırmıyoruz, daha çok gözlerim yaşardı ibaresini kullanıyoruz.

Duygusal Gözyaşları

Yoğun bir duygunun sonucunda dökülen gözyaşıdır ki bu gözyaşının dökülmesini biz ağlamak olarak nitelendiriyoruz. Duygusal gözyaşları diğer gözyaşlarından % 25 daha fazla protein içeriyor. Ve tansiyonu düşürüp toksinlerin dışarı atılmasını sağlıyor. Bununla birlikte duygusal gözyaşları vücudun iyileşmesine yardımcı oluyor. Zararlı bakterilerin temizlenmesi yine bu gözyaşlarının sayesinde oluyor. Ve araştırmalar duygusal gözyaşının kişiyi depresyondan uzak tuttuğunu gösteriyor. Yani ağladığımızda sadece ağlamış olmuyoruz. Bir yandan rahatlarken, diğer yandan kendimizi depresyondan uzak tutuyoruz. Ağlama sonrasında kendimizi rahatlamış hissetmemiz bu tezi destekliyor.

Patolojik Gözyaşları

Son yıllarda literatürde bir ağlama çeşidi daha dikkat çekiyor: patolojik ağlama. Özellikle bazı psikolojik sorunlara maruz kalan hastalarda o anki durumla ilgisi olmayan uygunsuz ağlamalar görünüyor. Mesela hastaya yemek yedirirken, hastanın yatak örtüsü toplanırken hastanın da kontrolü dışında gerçekleşen ağlamalar patolojik ağlama olarak nitelendiriliyor. Yani etki eden faktörle gözyaşı arasında doğrudan bir bağlantı bulunmuyor. Ve en önemlisi de bu ağlamanın hastanın isteği dışında gerçekleşmesi. Hasta da kendinin neden ağladığını bilmiyor. Özellikle Parkinson ve Alzheimer hastalarında patolojik ağlama görülebiliyor.

Neden Ağlıyoruz?

Biliyoruz ki, her gözyaşı dökme ağlamak değildir ağlamamıza yol açan temel faktör duygu yoğunluğudur. Bazen oluyor, o kadar seviniyoruz ki ‘mutluluk gözyaşları’ döküyoruz. Bezen de üzüntümüz o kadar derinleşiyor ki ‘hüzün gözyaşları’ yanaklarımızdan süzülüyor. Korktuğumuz durumlarda ise ‘korku gözyaşları’ döküyoruz. Dayanılmaz acılara maruz kaldığımızda, çaresizliğimizin dozu arttığında gözlerimizden ‘acı gözyaşları’ süzülüyor. Kimi zaman da pişmanlık duygusu o kadar bizi sarıyor ki ‘pişmanlık gözyaşları’ kendini gösteriyor.

Ağlamada Etkili Olan Faktörler Nelerdir?

Bizde duygu yoğunluğu oluşturan durumlar dış kaynaklı olabildiği gibi iç kaynaklı da olabiliyor. Dış çevremizde yaşadığımız bir olay (ölüm, başarı, hastalık) bizi ağlatabileceği gibi, iç dünyamızda zihnimizdeki düşünceler ya da geçmiş hatıralar bizi ağlatabiliyor.

En Çok Ne Zaman Ağlıyoruz?

Zaman açısından baktığımızda bebekliğimizde ve çocukluğumuzda daha çok ağladığımızı söyleyebiliriz. Ergenlikten sonra azalan ağlama yaşlılıkla birlikte yeniden artmaya başlıyor.
Peki, en çok hangi duygu yoğunluğunda daha çok gözyaşı döküyoruz? Sevinç gözyaşlarımız mı daha fazla yoksa acı gözyaşlarımız mı? Araştırmalar % 49’luk oranla daha çok ‘hüzün gözyaşları’ döktüğümüzü gösteriyor. Bunu % 29’luk oranla ‘mutluluk gözyaşları’ takip ediyor. En son sırada ise % 4 ile ‘korku gözyaşları’ yer alıyor.

Kadınlar Neden Daha Fazla Ağlıyor?

Yapılan araştırmalar ergenlik dönemine kadar erkeklerle kızların aynı oranda ağladığını gösteriyor. Bu dönemden sonra ortalama olarak kadınlar erkeklerden dört kat daha fazla ağlıyor. Kadınlar yılda ortalama 64 defa ağlarken erkekler 17 defa ağlıyor.
18-75 arasında 331 katılımcıdan 30 gün boyunca gözyaşı günlüğü tutması isteniyor. Araştırma sonucunda kadınların erkeklerden 4 defa fazla ağladığı görülüyor. Araştırmayı yapan Dr. Frey bunu sebebini daha çok kadınlardaki hormonal dengeye bağlıyor. Bunun yanında kültürel faktörlerin erkeklerin ağlamasına engel olduğuna da değiniyor. “Erkek adam ağlamaz”, “Ağlamak zayıflık göstergesidir” gibi inançlar erkeklerin duygularını bastırmalarına neden oluyor.

Timsah Gözyaşları

Çokça kullanılan bir gözyaşı deyimi de ‘timsah gözyaşlarıdır’. Timsah gözyaşları döküyor demek bir şeye üzülmediği halde üzülmüş gibi yapmak demektir. Sahtekârlık, iki yüzlülük gibi olumsuz bir anlamı vardır. Timsah gözyaşları denilmesinin nedeni ise timsahlar avlarını yerken, ağızlarını çokça açtıklarında, gözlerinden bir sıvı salgılanmasıdır. Aslında gözyaşı gibi görünen bu sıvının üzüntüyle bir ilgisi yoktur.

Ya Ağlayamıyorsak?

Araştırmaların ağlamanın insan vücudu ve psikoloji üzerinde rahatlatıcı etkisi olduğunu gösterdiğini söylemiştik. Peki, ağlayamayanlar ne olacak? Eğer ağlayamıyorsak farkında olduğumuz (bilinçli) ya da farkında olmadığımız (bilinçdışı) ağlamamızı bloke eden nedenleri bulup onları ortadan kaldırmamız gerekiyor. Gerekirse bu noktada bir psikologdan profesyonel bir yardım almayı bile tercih edebiliriz.


Özetle her ne kadar günümüzde ağlamak zayıflık göstergesi olarak görülse ve gösterilse de gözyaşı dökmekten çekinmememiz gerekiyor. Çünkü ağlamak ruhumuzda biriken kirleri atıp hafiflememizi sağlıyor.

Üzüntünüz az sevinç gözyaşınız bol olsun.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol puff
Geri
Üst