yigitbircan
Banned
Bağrı yanık aşıkların en tesirli silahı gözyaşıdır. Bu fani dünyada tencere gibi kaynayıp duran gönüllerindeki ateşi onunla bir derece teskin ederler. Ahirette ise, cehennemin azgın alevlerini yine onunla söndürürler. Allah Rasulü s.a.v. buyuruyor:
“Mahşerde, cehennem kıvılcımlarının insanları kovaladığı hengâmede, Cebrail a.s. elinde bir bardak suyla görünür. Ona, ‘Bu ne?’ diye sorarım, şöyle cevap verir: ‘Bu, mümin kulların Allah korkusuyla ağlayıp, gözlerinden döktükleri gözyaşlarıdır ve şu korkunç kıvılcımları söndürecek tek şeydir.”
Aşıkların Ağlayışı
Kimileri, Hak yoluna ileten gönül rehberinin hicranıyla yanıp tutuşmuş, Şems’ini arayan Mevlâna gibi, ıstırabı hiç dinmemiştir. Aşk yolunda çekmediği mihnet ve meşakkat kalmamış, yaralı gönlünü, ağlayan gözünü şiirle teselli etmiştir:
Yine sen yaş yerine kan akıtıp ağla gözüm
Çünkü hicran dolu kalbim yine hicran olacak.
Yine göç var diye Mecnun’a haber verme sakın
Yine matem, yine zâri, yine efgân olacak.
Bu büyük derd-i elemden kime şekva edeyim
İşiten nâlemi, hep ben gibi nalân olacak.
Kimi Mecnun’ların Leylâ’sı, Hz. Rasulullah s.a.v. Efendimiz’dir. O’nun uğrunda yanmış, yakılmış ve gözyaşı dökmüşlerdir:
Firak ağlar, visal ağlar, ezel mesrurun olmazsa
Cemalinle ferah-nâk et ki, yandım ya Rasulallah.
Kimileri de Hakk’ın vuslat özlemiyle yanıp köz olmuş, sabahlara dek gözyaşlarıyla gönüllerini serinletmeye çalışmışlardır:
Geceler ta subha dek zâri kılup eylerdi ah
Tâ nasib ola deyu gönlümü irşâd eyleyen
Firkat oduyla ciğer püryan olup yandı temam
Yanmağa kalmadı takat Yüce Sultanım meded.
Sadıkların Sükuneti
Gözden boşalan yaşlar her zaman kalbin yumuşaklığına, ruh ve hissin inceliğine delalet etmediği gibi, tek damla gözyaşının akmayışı da her zaman kalbin kasvetine işaret etmez. Zira Allah’ın emirlerine sadakatte aşıklardan daha ileri olan nice gönül erleri vardır ki, aşıklar gibi haşyet ve ürperti duymazlar. Genellikle yaş dökmezler. Gerçi yeri geldiğinde onlar da oturup hıçkıra hıçkıra ağlarlar. Fakat aşıklar gibi her daim ağlamazlar. Vuslat gerçekleştiğinde gönüllerindeki ıstırap zail olur:
‘Kâbe kavseyn’ ma‘nasın anlayuben fehm eyledi
Kâni olmadı anunla erdi ‘ev ednâ’sına.
Kalmadı bu gönülde Üftade asla ıztırab
Zira matlubu buluben erdi ol Mevlâ’sına.
Sadıklar da bazen vuslatla birlikte hicranda olurlar. Kimi zaman yalnız kaldıklarında çağlayanlar gibi gözyaşı dökerler. Yakın tarihimizde dünyasını değiştiren dertli bir Hak dostunu anlatmışlardı. Biri ona Alemlerin Efendisi’nin mübarek sakal-ı şerifini hediye olarak getirmişti. Namazı kılar kılmaz camiden çıkmış, birlikte saadet hanesine varmışlardı. Sonra sakal-ı şerifin üzerine abanıp hıçkırıklarla ağlamış ve hediyeyi getirene nice dualar etmişti.
İnce Duygu, İnce Düşünüş
Ağlamak fıtrî bir haslettir. Ancak ince bir duygu, ince bir düşünüş ve ince bir ruha sahip olanlar ağlayabilirler. Heybet, sevgi, korku, merhamet ve şefkat gibi kalbî hasletler olmadan içten gelen ağlayış mümkün değildir. Bu da imanın yakîn ve kuvvetiyle ilgilidir. Kur’an-ı Kerim böylesine yakîn sahiplerini anlatırken: “Onlar, Allah’ın ayetlerini duydukları zaman çeneleri üstü yere kapanırlar.” (İsra, 107) buyurur. Bir başka yerde ise, “az gülsünler, çok ağlasınlar” (Tevbe, 82) diye ihtar ederek, ölüm ve sonrasında başımıza gelecekleri tefekküre sevk eder.
İnce duygu ve düşünce sahiplerinin bam teline dokunacak şeyler her zaman mevcuttur. Hz. Ebubekir r.a., kendisine takdim edilen bir bardak soğuk suyu içtikten sonra, hıçkırıklarını tutamayıp ağlamıştı. Kendisine niçin ağladığı sorulduğunda, bütün nimetlerden hesaba çekileceğini hatırladığını söylemişti.
Hz. Ömer r.a. ise, bir gün ak saçlı, ak sakallı bir papazı görmüş, ağlamaya ba şlamıştı. Niye ağladığını soranlara, papazın dünyadaki perişanlığı yanı sıra, ahirette çekeceği ebedi azabı düşündüğü için ağladığını söylemişti.
Onlar bazen bir ayet dinlediklerinde yıkılıp gidiyor, bazen de rikkatli bir hadise karşısında hıçkırıklara boğuluyorlardı.
Bir garipsin şu dünyada
Gülme gülme, ağla gönül.
Derdin dahi çoktur senin
Gülme gülme, ağla gönül.
Kalp Katılığı
Kalp kasveti gözyaşının düşmanıdır. Kayalardan su çıkar, ama kalbi kasvetle katılaşan kimselerin gözünden bir damla yaş akmaz. Kur’an-ı Kerim bu hususu şöyle ifade etmektedir:
“Sonra kalpleriniz yine katılaştı. Taş gibi, veya daha da katı oldu. Çünkü taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukarıdan aşağı yuvarlanır.” (Bakara, 74)
Hz. Mevlâna’nın buyurduğu gibi, susuz ve aciz kişinin ağlayışı manevidir, doğrudur. İçten gelmeden soğuk ağlayışsa, o azgının yalanından ibarettir. Kimi yaşlar, timsah gözyaşı gibi acımasızdır. Kimi yaşlar yalan ve hileden ibarettir. Yusuf’un kardeşlerinin ağlamaları gibi illetle doludur. Kimi yaşlar, günahlara karşı içinde bir ürperti, iç murakabe, sevgi ve sadakat taşımayan kimselerin başka şeylere döktüğü gözyaşlarıdır. Bunlar makbul ve meşru değildir.
Kalp katılığının ilacı Allah dostlarını sık ziyaret etmek, onların sohbetini yapmak, kalbî bir rabıtayla onlara bağlanmak ve Allah’ı zikretmektir. Bunların yanı sıra, ölümü düşünüp, tûl-i emel denilen dünyayla ilgili ardı arkası kesilmeyen hayallerden uzaklaşmak, eşya ve hadiselere ibret nazarıyla bakmak icab eder.
İki Göz Cehennem Ateşi Görmez
Allah Rasulü buyuruyor: “İki göz cehennem ateşi görmez: Düşmana karşı nöbet bekleyen ve Allah korkusundan ağlayan gözler.”
Efendimiz s.a.v. bu ve benzeri hadisleriyle, dışa karşı mücadele ve mücahede eden insanın bu durumuyla, içe karşı mücadele yapan ve nefsiyle yaka paça olan, bu yüzden de gözyaşı döken insanın amelini aynı mütalaa ediyor.
Diğer bir hadîs-i şerifte: “Sinek başı kadar bile olsa, gözünden Allah korkusuyla yaş çıkan ve bu yaşı yanak yumrusuna değecek kadar akan hiçbir mümin kul yoktur ki, Allah onu (ebedi) ateşe haram etmesin.”
Yine Efendimiz’in buyurduğu gibi, memeden çıkan sütün tekrar geriye dönmesi nasıl imkansız ise, Allah korkusundan ağlayan gözün cehenneme girmesi o derece imkansızdır. Allah yolunda üstü başı toz toprak içinde kalan bir insanın durumu da bundan farklı değildir. Çünkü Allah Rasulü, bu toz ve toprağın cehennem ateşiyle asla bir araya gelmeyeceğine dair birçok beyanda bulunmuşlardır.
İlk Ağlayan Hz. Adem Babamızdı
Yeryüzünde ilk ağlayan Adem babamızdır (Aleyhi’s-salâtü ve’s -selam). O, Hz. Mevlâna’nın deyimiyle, mahzun bir şekilde ağlamak, inleyip feryad etmek için dünyaya gönderilmişti. Biliyordu ki, tevbekârların nefesi ıslak gözyaşlarıdır. Gözyaşı dökene acınır. Her ağlamanın sonu gülmektir. Sonunu gören adam, mübarek bir kuldur. Akar su nerede ise orası yeşerir; nereye gözyaşı dökülür ise oraya rahmet nazil olur.
Bu yüzden Adem a.s. yaş yerine kan akıtıp ağlamış ve Allah’ın itabından kurtulmuştu. Aslında Cennetten ayrılıp dünyaya indirilmekle, O’nun ağlayacak çok sebebi vardı. Tam vuslata ermişken ayrılık kapıya dayanıp yine firkate düşmüştü. Denizin suları gibi buharlaşıp, bulutların üzerine çıkabilmek için yine yaş gerekiyordu. Yunus’un feryadıyla:
Ağla gözüm ağla gülmezem gayri
Gönül dosta gider gelmezem gayri.
Yansın canım yansın aşkın oduna
Aksın kanlı yaşım silmezem gayri.
Adem de Ağlar Alem de…
Adem de ağlar, alem de ağlar, melek de ağlar, hayvan da ağlar. Ağlamaya değer bütün hadiseler karşısında varlık ağlar. Hurma kütüğü, Hz. Rasulullah’ın ayrılığına dayanamayıp nasıl da ağlamıştı… Kur’an-ı Kerim’de Firavun ve bağlılarının denizde boğuluşu anlatılırken: “Gök ve yer onların ardından ağlamadı.” (Duhan, 29) buyrulmaktadır.
Demek ki yer, gök ve ruhanilerin ağlayacağı kimseler vardır. Ölen yavrusunun elemiyle acı acı miyavlayan bir kedinin ağlayışını hissetmemeye imkan var mı? Ya da dünyaya ilk gelişi esnasında feryad eden bebeğin gözyaşlarında gurbet ellere düşmenin ıstırabını duymamak mümkün mü?
Allah Rasulü de Ağlamıştı
Allah Rasulü de dünyaya gelirken ağlamıştı. Ama onun ağlayışı bir başkaydı. Figanında “ümmetim, ümmetim!” feryadı duyuluyordu. Elini açtığı zaman: “Ürpermeyen kalpten, ağlamayan gözden sana sığınırım Allahım” diye dua ederdi.
Bir gece teheccüde kalktığında “Göklerin ve yerin yaradılışında, gece ve gündüzün ayrılmasında, aklı başında kimseler için gerçekten açık ibretler vardır.” (Âl-i İmran, 190) mealindeki ayet-i kerimeyi okuduğu zaman hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı.
Savaş meydanlarında O’nun gibi cengâver biri yoktu. Korku nedir bilmezdi. Cihad esnasında Sahabe daraldığı zaman, Efendimiz’in yanına sığınırlardı. Fakat O nerede bir kalbi kırık görse oturur çocuk gibi ağlar, etrafını da ağlatırdı.
Bir keresinde Kızı Zeyneb’in çocuğu hastayken kucağına almış, ağlamış ve şöyle demişti: “…Bu, Allah’ın merhametli kullarının gönüllerine koyduğu rahmettir. Cenab-ı Hak, bu rahmeti kullarından şefkatli olanlara ihsan eder.”
Bir gün hutbede şöyle hitab etti: “Allah’a yemin ederim ki, eğer benim bildiğimi bilseydiniz, çok ağlar, az gülerdiniz.” Hadisin diğer kaynaklardaki devamında: “Zevcelerinizin yataklarını terk eder, dağlarda ve çöllerde çığlık çığlık Allah’a yalvarırdınız.”
Bu sözleri duyan sahabilerin hepsi başlarına cüppelerini çekmiş, ne olacak halimiz diye ağlaşıyorlardı.
O Berzah’ta da Ağladı
Erhamü’r-Rahimin olan Allah’ın hikmeti öyle gerektirseydi, bir rahmet peygamberi olan Alemlerin Efendisi’nin gözyaşları ebediyyen cehennemi söndürmeye yeterdi. Göz pınarları sanki hiç kurumuyordu. O, sinelerimizde yük olarak taşıdığımız paslı kalplerimiz, zulüm ve cevirlerimiz için belki de halen ağlamaktadır. Cennetlik gençlerin efendisi, kıyamete kadar gelecek bütün seyyidlerin atası, İki Cihan Güneşi’nin torunu Hz. Hüseyin Efendimiz, Kerbelâ’da ehil ve etbaıyla birlikte şehid edildiği zaman, Alemlerin Efendisi öte alemde bir kez daha can evinden vurulmuştu. Ümmü Seleme validemizin gördüğü rüyada O yine ağlıyordu.
Üç Yer Var ki…
Hz. Aişe r.a. validemiz, Allah Rasulü’nün rahle-i tedrisinde yetişmiş ve onun büyük sevgisine mazhar olmuştu. Hayatında kazaya kalmış tek bir namazı yoktu. Haram değil gözlerine, rüyalarına bile girmemişti. Ama o buna rağmen vicdanında ağır bir mesuliyet taşıyor, -hâşâ- münafık mı oldum endişesiyle ağlıyordu. Hıçkırıklar boğazında düğüm düğümdü.. Allah Rasulü sordu: “ Aişe seni ağlatan nedir?” Cevap verdi: “ Ya Rasulallah, biraz evvel, ‘ister istemez hepiniz Cehenneme uğrayacaksınız’ ayetini okudum. Onun için gözyaşlarımı tutamadım.” Ve sözlerine devam ediyor: “Acaba o gün ehlinizi hatırlar mısınız?” Allah Rasulü cevap veriyor:
“Üç yerde hatırlayamam Aişem. Sıratta, mîzanda ve defterlerin herkese verildiği anda. Evet, buralarda kimseyi hatırlayamam…”
Ağlayacak çok şeyimiz var. Gamsızlığımız, dertsizliğimiz, ağlayacak halimize gülüşümüz, katılaşan kalbimiz, samimiyetsizliğimiz, haram ve günahların içinde kendimizi kaybedişimiz, muhabbetten mahrumiyetimiz, cehaletimiz, ayaklar altında ezilişimiz…
Allahım bizi ağlatacak ince bir kalp, ince bir ruh ihsan eyle. Ciğerimizi aşkınla biryan eyle. Sevdiklerimizin gözyaşları bereketine azgın cehennem ateşimizi söndür. -Amin.
Kaynaklar: Buhârî ; Müslim; Tirmizî ; Mevlânâ, Mesnevî; Yunus Emre, Dîvân; Üftâde , Dîvân; İ. Canan, Kütüb -i Sitte ; F. Gülen, İnancın Gölgesinde
“Mahşerde, cehennem kıvılcımlarının insanları kovaladığı hengâmede, Cebrail a.s. elinde bir bardak suyla görünür. Ona, ‘Bu ne?’ diye sorarım, şöyle cevap verir: ‘Bu, mümin kulların Allah korkusuyla ağlayıp, gözlerinden döktükleri gözyaşlarıdır ve şu korkunç kıvılcımları söndürecek tek şeydir.”
Aşıkların Ağlayışı
Kimileri, Hak yoluna ileten gönül rehberinin hicranıyla yanıp tutuşmuş, Şems’ini arayan Mevlâna gibi, ıstırabı hiç dinmemiştir. Aşk yolunda çekmediği mihnet ve meşakkat kalmamış, yaralı gönlünü, ağlayan gözünü şiirle teselli etmiştir:
Yine sen yaş yerine kan akıtıp ağla gözüm
Çünkü hicran dolu kalbim yine hicran olacak.
Yine göç var diye Mecnun’a haber verme sakın
Yine matem, yine zâri, yine efgân olacak.
Bu büyük derd-i elemden kime şekva edeyim
İşiten nâlemi, hep ben gibi nalân olacak.
Kimi Mecnun’ların Leylâ’sı, Hz. Rasulullah s.a.v. Efendimiz’dir. O’nun uğrunda yanmış, yakılmış ve gözyaşı dökmüşlerdir:
Firak ağlar, visal ağlar, ezel mesrurun olmazsa
Cemalinle ferah-nâk et ki, yandım ya Rasulallah.
Kimileri de Hakk’ın vuslat özlemiyle yanıp köz olmuş, sabahlara dek gözyaşlarıyla gönüllerini serinletmeye çalışmışlardır:
Geceler ta subha dek zâri kılup eylerdi ah
Tâ nasib ola deyu gönlümü irşâd eyleyen
Firkat oduyla ciğer püryan olup yandı temam
Yanmağa kalmadı takat Yüce Sultanım meded.
Sadıkların Sükuneti
Gözden boşalan yaşlar her zaman kalbin yumuşaklığına, ruh ve hissin inceliğine delalet etmediği gibi, tek damla gözyaşının akmayışı da her zaman kalbin kasvetine işaret etmez. Zira Allah’ın emirlerine sadakatte aşıklardan daha ileri olan nice gönül erleri vardır ki, aşıklar gibi haşyet ve ürperti duymazlar. Genellikle yaş dökmezler. Gerçi yeri geldiğinde onlar da oturup hıçkıra hıçkıra ağlarlar. Fakat aşıklar gibi her daim ağlamazlar. Vuslat gerçekleştiğinde gönüllerindeki ıstırap zail olur:
‘Kâbe kavseyn’ ma‘nasın anlayuben fehm eyledi
Kâni olmadı anunla erdi ‘ev ednâ’sına.
Kalmadı bu gönülde Üftade asla ıztırab
Zira matlubu buluben erdi ol Mevlâ’sına.
Sadıklar da bazen vuslatla birlikte hicranda olurlar. Kimi zaman yalnız kaldıklarında çağlayanlar gibi gözyaşı dökerler. Yakın tarihimizde dünyasını değiştiren dertli bir Hak dostunu anlatmışlardı. Biri ona Alemlerin Efendisi’nin mübarek sakal-ı şerifini hediye olarak getirmişti. Namazı kılar kılmaz camiden çıkmış, birlikte saadet hanesine varmışlardı. Sonra sakal-ı şerifin üzerine abanıp hıçkırıklarla ağlamış ve hediyeyi getirene nice dualar etmişti.
İnce Duygu, İnce Düşünüş
Ağlamak fıtrî bir haslettir. Ancak ince bir duygu, ince bir düşünüş ve ince bir ruha sahip olanlar ağlayabilirler. Heybet, sevgi, korku, merhamet ve şefkat gibi kalbî hasletler olmadan içten gelen ağlayış mümkün değildir. Bu da imanın yakîn ve kuvvetiyle ilgilidir. Kur’an-ı Kerim böylesine yakîn sahiplerini anlatırken: “Onlar, Allah’ın ayetlerini duydukları zaman çeneleri üstü yere kapanırlar.” (İsra, 107) buyurur. Bir başka yerde ise, “az gülsünler, çok ağlasınlar” (Tevbe, 82) diye ihtar ederek, ölüm ve sonrasında başımıza gelecekleri tefekküre sevk eder.
İnce duygu ve düşünce sahiplerinin bam teline dokunacak şeyler her zaman mevcuttur. Hz. Ebubekir r.a., kendisine takdim edilen bir bardak soğuk suyu içtikten sonra, hıçkırıklarını tutamayıp ağlamıştı. Kendisine niçin ağladığı sorulduğunda, bütün nimetlerden hesaba çekileceğini hatırladığını söylemişti.
Hz. Ömer r.a. ise, bir gün ak saçlı, ak sakallı bir papazı görmüş, ağlamaya ba şlamıştı. Niye ağladığını soranlara, papazın dünyadaki perişanlığı yanı sıra, ahirette çekeceği ebedi azabı düşündüğü için ağladığını söylemişti.
Onlar bazen bir ayet dinlediklerinde yıkılıp gidiyor, bazen de rikkatli bir hadise karşısında hıçkırıklara boğuluyorlardı.
Bir garipsin şu dünyada
Gülme gülme, ağla gönül.
Derdin dahi çoktur senin
Gülme gülme, ağla gönül.
Kalp Katılığı
Kalp kasveti gözyaşının düşmanıdır. Kayalardan su çıkar, ama kalbi kasvetle katılaşan kimselerin gözünden bir damla yaş akmaz. Kur’an-ı Kerim bu hususu şöyle ifade etmektedir:
“Sonra kalpleriniz yine katılaştı. Taş gibi, veya daha da katı oldu. Çünkü taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukarıdan aşağı yuvarlanır.” (Bakara, 74)
Hz. Mevlâna’nın buyurduğu gibi, susuz ve aciz kişinin ağlayışı manevidir, doğrudur. İçten gelmeden soğuk ağlayışsa, o azgının yalanından ibarettir. Kimi yaşlar, timsah gözyaşı gibi acımasızdır. Kimi yaşlar yalan ve hileden ibarettir. Yusuf’un kardeşlerinin ağlamaları gibi illetle doludur. Kimi yaşlar, günahlara karşı içinde bir ürperti, iç murakabe, sevgi ve sadakat taşımayan kimselerin başka şeylere döktüğü gözyaşlarıdır. Bunlar makbul ve meşru değildir.
Kalp katılığının ilacı Allah dostlarını sık ziyaret etmek, onların sohbetini yapmak, kalbî bir rabıtayla onlara bağlanmak ve Allah’ı zikretmektir. Bunların yanı sıra, ölümü düşünüp, tûl-i emel denilen dünyayla ilgili ardı arkası kesilmeyen hayallerden uzaklaşmak, eşya ve hadiselere ibret nazarıyla bakmak icab eder.
İki Göz Cehennem Ateşi Görmez
Allah Rasulü buyuruyor: “İki göz cehennem ateşi görmez: Düşmana karşı nöbet bekleyen ve Allah korkusundan ağlayan gözler.”
Efendimiz s.a.v. bu ve benzeri hadisleriyle, dışa karşı mücadele ve mücahede eden insanın bu durumuyla, içe karşı mücadele yapan ve nefsiyle yaka paça olan, bu yüzden de gözyaşı döken insanın amelini aynı mütalaa ediyor.
Diğer bir hadîs-i şerifte: “Sinek başı kadar bile olsa, gözünden Allah korkusuyla yaş çıkan ve bu yaşı yanak yumrusuna değecek kadar akan hiçbir mümin kul yoktur ki, Allah onu (ebedi) ateşe haram etmesin.”
Yine Efendimiz’in buyurduğu gibi, memeden çıkan sütün tekrar geriye dönmesi nasıl imkansız ise, Allah korkusundan ağlayan gözün cehenneme girmesi o derece imkansızdır. Allah yolunda üstü başı toz toprak içinde kalan bir insanın durumu da bundan farklı değildir. Çünkü Allah Rasulü, bu toz ve toprağın cehennem ateşiyle asla bir araya gelmeyeceğine dair birçok beyanda bulunmuşlardır.
İlk Ağlayan Hz. Adem Babamızdı
Yeryüzünde ilk ağlayan Adem babamızdır (Aleyhi’s-salâtü ve’s -selam). O, Hz. Mevlâna’nın deyimiyle, mahzun bir şekilde ağlamak, inleyip feryad etmek için dünyaya gönderilmişti. Biliyordu ki, tevbekârların nefesi ıslak gözyaşlarıdır. Gözyaşı dökene acınır. Her ağlamanın sonu gülmektir. Sonunu gören adam, mübarek bir kuldur. Akar su nerede ise orası yeşerir; nereye gözyaşı dökülür ise oraya rahmet nazil olur.
Bu yüzden Adem a.s. yaş yerine kan akıtıp ağlamış ve Allah’ın itabından kurtulmuştu. Aslında Cennetten ayrılıp dünyaya indirilmekle, O’nun ağlayacak çok sebebi vardı. Tam vuslata ermişken ayrılık kapıya dayanıp yine firkate düşmüştü. Denizin suları gibi buharlaşıp, bulutların üzerine çıkabilmek için yine yaş gerekiyordu. Yunus’un feryadıyla:
Ağla gözüm ağla gülmezem gayri
Gönül dosta gider gelmezem gayri.
Yansın canım yansın aşkın oduna
Aksın kanlı yaşım silmezem gayri.
Adem de Ağlar Alem de…
Adem de ağlar, alem de ağlar, melek de ağlar, hayvan da ağlar. Ağlamaya değer bütün hadiseler karşısında varlık ağlar. Hurma kütüğü, Hz. Rasulullah’ın ayrılığına dayanamayıp nasıl da ağlamıştı… Kur’an-ı Kerim’de Firavun ve bağlılarının denizde boğuluşu anlatılırken: “Gök ve yer onların ardından ağlamadı.” (Duhan, 29) buyrulmaktadır.
Demek ki yer, gök ve ruhanilerin ağlayacağı kimseler vardır. Ölen yavrusunun elemiyle acı acı miyavlayan bir kedinin ağlayışını hissetmemeye imkan var mı? Ya da dünyaya ilk gelişi esnasında feryad eden bebeğin gözyaşlarında gurbet ellere düşmenin ıstırabını duymamak mümkün mü?
Allah Rasulü de Ağlamıştı
Allah Rasulü de dünyaya gelirken ağlamıştı. Ama onun ağlayışı bir başkaydı. Figanında “ümmetim, ümmetim!” feryadı duyuluyordu. Elini açtığı zaman: “Ürpermeyen kalpten, ağlamayan gözden sana sığınırım Allahım” diye dua ederdi.
Bir gece teheccüde kalktığında “Göklerin ve yerin yaradılışında, gece ve gündüzün ayrılmasında, aklı başında kimseler için gerçekten açık ibretler vardır.” (Âl-i İmran, 190) mealindeki ayet-i kerimeyi okuduğu zaman hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı.
Savaş meydanlarında O’nun gibi cengâver biri yoktu. Korku nedir bilmezdi. Cihad esnasında Sahabe daraldığı zaman, Efendimiz’in yanına sığınırlardı. Fakat O nerede bir kalbi kırık görse oturur çocuk gibi ağlar, etrafını da ağlatırdı.
Bir keresinde Kızı Zeyneb’in çocuğu hastayken kucağına almış, ağlamış ve şöyle demişti: “…Bu, Allah’ın merhametli kullarının gönüllerine koyduğu rahmettir. Cenab-ı Hak, bu rahmeti kullarından şefkatli olanlara ihsan eder.”
Bir gün hutbede şöyle hitab etti: “Allah’a yemin ederim ki, eğer benim bildiğimi bilseydiniz, çok ağlar, az gülerdiniz.” Hadisin diğer kaynaklardaki devamında: “Zevcelerinizin yataklarını terk eder, dağlarda ve çöllerde çığlık çığlık Allah’a yalvarırdınız.”
Bu sözleri duyan sahabilerin hepsi başlarına cüppelerini çekmiş, ne olacak halimiz diye ağlaşıyorlardı.
O Berzah’ta da Ağladı
Erhamü’r-Rahimin olan Allah’ın hikmeti öyle gerektirseydi, bir rahmet peygamberi olan Alemlerin Efendisi’nin gözyaşları ebediyyen cehennemi söndürmeye yeterdi. Göz pınarları sanki hiç kurumuyordu. O, sinelerimizde yük olarak taşıdığımız paslı kalplerimiz, zulüm ve cevirlerimiz için belki de halen ağlamaktadır. Cennetlik gençlerin efendisi, kıyamete kadar gelecek bütün seyyidlerin atası, İki Cihan Güneşi’nin torunu Hz. Hüseyin Efendimiz, Kerbelâ’da ehil ve etbaıyla birlikte şehid edildiği zaman, Alemlerin Efendisi öte alemde bir kez daha can evinden vurulmuştu. Ümmü Seleme validemizin gördüğü rüyada O yine ağlıyordu.
Üç Yer Var ki…
Hz. Aişe r.a. validemiz, Allah Rasulü’nün rahle-i tedrisinde yetişmiş ve onun büyük sevgisine mazhar olmuştu. Hayatında kazaya kalmış tek bir namazı yoktu. Haram değil gözlerine, rüyalarına bile girmemişti. Ama o buna rağmen vicdanında ağır bir mesuliyet taşıyor, -hâşâ- münafık mı oldum endişesiyle ağlıyordu. Hıçkırıklar boğazında düğüm düğümdü.. Allah Rasulü sordu: “ Aişe seni ağlatan nedir?” Cevap verdi: “ Ya Rasulallah, biraz evvel, ‘ister istemez hepiniz Cehenneme uğrayacaksınız’ ayetini okudum. Onun için gözyaşlarımı tutamadım.” Ve sözlerine devam ediyor: “Acaba o gün ehlinizi hatırlar mısınız?” Allah Rasulü cevap veriyor:
“Üç yerde hatırlayamam Aişem. Sıratta, mîzanda ve defterlerin herkese verildiği anda. Evet, buralarda kimseyi hatırlayamam…”
Ağlayacak çok şeyimiz var. Gamsızlığımız, dertsizliğimiz, ağlayacak halimize gülüşümüz, katılaşan kalbimiz, samimiyetsizliğimiz, haram ve günahların içinde kendimizi kaybedişimiz, muhabbetten mahrumiyetimiz, cehaletimiz, ayaklar altında ezilişimiz…
Allahım bizi ağlatacak ince bir kalp, ince bir ruh ihsan eyle. Ciğerimizi aşkınla biryan eyle. Sevdiklerimizin gözyaşları bereketine azgın cehennem ateşimizi söndür. -Amin.
Kaynaklar: Buhârî ; Müslim; Tirmizî ; Mevlânâ, Mesnevî; Yunus Emre, Dîvân; Üftâde , Dîvân; İ. Canan, Kütüb -i Sitte ; F. Gülen, İnancın Gölgesinde