Kızıl Feryad
Gözyaşları sere serpe uzanmış sahra üstüne
Akar yavaşça Fırat’a doğru
Hıçkırıklar arasında çocuk sesleri
Gün boyu feryat
Ölüm üstüne
Ve çıplak güneşte yankı sesleri
Kılıçlar vurulur kalkan üstüne
Bir güruh ki elinde şeytan üçgeni
Üç yerden yumulur biri üstüne
.....
Gözyaşları sere serpe uzanmış sahra üstüne
Akar yavaşça Fırat’a doğru
Hıçkırıklar arasında çocuk sesleri
Gün boyu feryat
Ölüm üstüne
Ve çıplak güneşte yankı sesleri
Kılıçlar vurulur kalkan üstüne
Bir güruh ki elinde şeytan üçgeni
Üç yerden yumulur biri üstüne
Diğeri yalnız üç beş kişidir
Evinden uzak, yurdundan uzak
Öyle bir yer ki, bela türetmiş
Zalimden yana, mazlum üstüne...
Yağmur kuru bir kum oldu yere düşerken
Tane tane kumlar, derken yığınlar
Aldı başını götürdü çöl rüzgârı
Kalan o oldu, bir de atlılar
O şah ki, Fırat O’na hasret, O da Fırat’a
Sîneler dövülür O’nun adına
Uğrunda can verilip cânan alınır
Kimi yerinde, kimi meydanda...
Kan emiciler şaha kalkmışlar
Güya yiğitlik vaktidir bu
Salyalar akar ağızlarından
Düşer de çöle, çölde kaybolur
İlle de kan düşüncelerde
Onu almakta çare kaybolur
Bir avuç merhamet, bir yudum su!
Su kana dönüşür, kanda kaybolur
Esir bedenlerde Yezid korkusu
Satılmış beyinler onda gark olur
Ve Hüseyin!
Oklar altında
Tozlar savrulur, mızrak savrulur
Gariptir şimdi; kimsesiz, çölde
Gelen de vurur, giden de vurur
Öksüz yavrular çobansız kuzu
Sahra içinde meleşip durur
Gözler Hüseyin’de
Eller semada
Kızıl feryat ki, o da kaybolur
Şah mahzundur
Yâran mahcup
Kesik başlardan gözyaşı akar
Kesilen yaradır Hüseyin yarası
Bir sızı olup akar Fırat’a
Beldeden beldeye akar kaybolur...
Gökyüzü suskun değildir şimdi
Yaşlar akıtır ki, kandan!
Suya hasret niceleri
Çoluk çocuk, kız kızan
Kuru sahra, bela çölü
Islak ama, o da kandan
Rüzgâr çıkmış, eser delice
Çadırlarda duman, etrafta tufan
O ki, alnında buse-i Muhammed izi taşır
Gerdanında da o
Ağlar ama yardan yana
Ne yâr kalmış, ne yâran
Ve içinde aşk!
Yoğurur onu; ne balçıktan, ne hamurdan
Yazgı da aynı
Bir yanda susuzluk, bir yanda kan
Ve göğsünde birikmiş bir kin
Yezid’e karşı nebevi isyan
Kıyam, aynı kıyam
Ali’nin nüshasından!..
Kanını isteyen caniler arasında
O yalnız, kimsesiz ve yorgun
Bedeninde oluk oluk nehirler ki
Sıçrar Fırat’a, Fırat’sa durgun
Yaprak gibi kurur gizlice Hüseyin’im
Kurur da düşer toprağa
Ak düşmüş sakalları kızıl
Şimdi tozlu
Özü bitkin, benzi solgun
Hasan’ı arar düştüğü yerde
Nida öyle ki, kavurur ortalığı
Yakar sessizce
O gün Hasan, bugün Hüseyin
Yeşil, kırmızı kanlar içinde
Kehkeşanlar çığlıktadır
Kâinat suskun
Döndükçe dönmektedir felek
Döner ama
Gördüklerini gizleyerek...
1400 yıl...
1400 yıl hiç durmadan döndü felek
Bu çarkla birlikte dostlar da döndü
Anarak, ahdederek
1400 yıl hiç durmadan ve ilelebet
Usanmadan...
O
Sembol oldu kızıl perçemlerde
Kesik elleri de bayrak!
Feryadı yankılandı hep
Nakış olup işlendi gökyüzüne
1400 yıl önce duyulmayan feryat
1400 yıl sonra duyuldu
Nice cengâverlerin elinde tiz bir kılıç olup
Savruldu tüm zemine
O kılıç ki, zaferi getirdi beraberinde
Yezitler taş olup atıldı loş bir çukura
Ve Hüseyin’ler gözyaşlarıyla anıldı
Çünkü O
Gözleri yaşartan kalbin derinliklerinden geliyordu
Çünkü bu yaşlar, O’nu simgeliyordu
Ve duyuldu ki
Hüseyin şehit oldu ama
Hüseyin aşıkları hâla ayakta
Ve bir gün
İkinci bir Kerbela çıkarsa
Lebbeyk denilecek
Kızıl Feryat’a!..