3194 sayılı İmar Kanunu
1982 Anayasasının 125. maddesinde, “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.”hükmü yer almakta, 139. maddesinde ise, “Memurlar ve diğer kamu görevlileri ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve bunların üst kuruluşları mensuplarına savunma hakkı tanınmadıkça disiplin cezası verilemez. Uyarma ve kınama cezalarıyla ilgili olanlar hariç, disiplin kararları yargı denetimi dışında bırakılamaz.” hükmüne yer verilmektedir.
Öte yandan, Anayasamızın 90. maddesinde, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” kuralı getirilmiştir.
Uluslararası andlaşma denilince ilk aklımıza gelen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesidir.Bu sözleşmenin içeriğine baktığımızda ise,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Adil Yargılanma Hakkı” başlığını taşıyan 6 ncı maddesinin birinci fıkrasında “Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili anlaşmazlıkların çözümlenmesi, gerek kendisine yöneltilen herhangi bir suçlamanın karara bağlanması konusunda, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içerisinde adil ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir.” hükmüne yer verilmiştir.
İç hukukumuza baktığımızda ise, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 135. maddesinde, “ Disiplin amirleri tarafından verilen uyarma ve kınama cezalarına karşı itiraz, varsa bir üst disiplin amirine yoksa disiplin kurullarına yapılabilir. Aylıktan kesme, kademe ilerlemesinin durdurulması ve Devlet memurluğundan çıkarma cezalarına karşı idari yargı yoluna başvurulabilir.” hükmüne yer verilmiş olup, aynı kanunun 136. maddesinde ise, “Disiplin amirleri ve disiplin kurulları tarafından verilen disiplin cezalarına karşı yapılacak itirazlarda süre, kararın ilgiliye tebliği tarihinden itibaren 7 gündür. Bu süre içinde itiraz edilmeyen disiplin cezaları kesinleşir. İtiraz halinde, itiraz mercileri kararı gözden geçirerek verilen cezayı aynen kabul edebilecekleri gibi cezayı hafifletebilir veya tamamen kaldırabilirler. İtiraz edilmeyen kararlar ile itiraz üzerine verilen kararlar kesin olup, bu kararlar aleyhine idari yargı yoluna başvurulamaz. İtiraz mercileri, itiraz dilekçesi ile karar ve eklerinin, kendilerine intikalinden itibaren 30 gün içinde kararlarını vermek zorundadırlar. Kaldırılan cezalar sicilden silinir.” hükmü yer almaktadır.
1982 Anayasası uyarma ve kınama cezalarına karşı yargı yolunu kapamamıştır. Sadece bu cezalara karşı yargı yolunun kapatılmasının ancak kanunla olabileceğini hüküm altına almıştır. Nitekim, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 135. maddesinde Devlet Memurlarına verilecek olan uyarma ve kınama cezalarına karşı ancak itiraz yoluna başvurulabileceği kurala bağlanmıştır. Bunun dışında bazı kamu kurumlarıyla ilgili yasalarda ise uyarma ve kınama cezalarına karşı yargı yolunu kapatan kanun hükmü bulunmadığından bahsedilen bu kurum personeline verilen uyarma ve kınama cezalarına karşı idari yargı yolu açıktır. Hatta yasalarında hüküm bulunmamasına rağmen bazı kurumlarca çıkarılan yönetmeliklerde uyarma ve kınama cezalarına karşı yargı yolunun kapatılması yönünde hükümler kurulmuş iken yargı yerlerince yasada kısıtlayıcı bir kural konulmadan yönetmeliklerle kısıtlama getirilemeyeceği gerekçesiyle açılan uyarma ve kınama cezalarına karşı açılan davalara bakılmıştır.
Böylelikle uyarma ve kınama cezalarına karşı idari yargıya başvurma açısından kamu görevlileri açısından eşitsiz bir durum söz konusu olmaktadır. Hatta aynı kamu görevlisi bir kurumda iken kendisine verilen uyarma ve kınama cezasına karşı idari yargıya başvurma hakkı var iken diğer kuruma geçtiğinde verilecek uyarma ve kınama cezasına karşı idari yargıya başvurma hakkını kaybetmektedir.
Özellikle kınama cezasının ağırlık olarak uyarı cezasından farklı olması, bazen de aylıktan kesme cezasının bir alt cezası şeklinde uygulanarak aylıktan kesme cezası fiilinin işlendiği gibi değerlendirme yapılması ayrıca birden çok kınama cezası olması halinde o yıl sicilinin olumsuz düzenlenmesine sebep olarak gösterilmesi nedenleriyle kınama cezalarının disiplin hukukunda ayrı bir yeri bulunmaktadır.
Yine, kınama cezası alan kimi memurların maddi haklarına kısıtlama koyulabilmektedir. Bazı kamu görevlilerinin tazminatlarından veya döner sermayeden aldıkları paylardan kesintiler yapılmakta bazı kamu görevlilerinin de sicil raporlarındaki düşüşler nedeniyle ertesi yıl boyunca eksik maaş almaktadırlar.
Öte yandan, 1982 Anayasa’sının 40. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır” hükmü yer almaktadır. Bu hüküm uyarınca idarelerce disiplin cezası verilirken bu cezaya karşı başvurulacak merciin belirtilmesi gerekir. Ancak bu Anayasa kuralının uygulanmaması nedeniyle tesis edilen işlemlerin iptaline dair idari yargı yerlerince verilen karara rastlanmamıştır.
Ülkemizde bir taraftan uyarma ve kınama cezalarına karşı idari yargı yolu kapatılırken diğer taraftan genellikle beş yılda bir disiplin affı yasası çıkartılarak affa uğratılmaktadır. Bu durum da kendi içinde tezat oluşturmaktadır. TBMM hem 657 sayılı Yasaya koyduğu hüküm ile uyarma ve kınama cezalarına karşı idari yargı yolunu kapatırken diğer taraftan kendisi bu cezaları beş yılda bir affa uğratmaktadır.
657 sayılı Devlet memurları Kanunu’nun 136. maddesinde yer alan “Disiplin cezaları memurun siciline işlenir. Devlet memurluğundan çıkarma cezasından başka bir disiplin cezasına çarptırılmış olan memur uyarma ve kınama cezalarının uygulanmasından 5 sene, diğer cezaların uygulanmasından 10 sene sonra atamaya yetkili amire başvurarak, verilmiş olan cezalarının sicil dosyasından silinmesini isteyebilir.
Memurun, yukarıda yazılan süreler içerisindeki davranışları, bu isteğini haklı kılacak nitelikte görülürse, isteğinin yerine getirilmesine karar verilerek bu karar sicil dosyasına işlenir.” hüküm uyarınca beş yıl içinde TBMM tarafından affa uğramayan disiplin cezaları bu madde uyarınca sicilden silinme olanağına sahiptir.
Uyarı ve kınama cezalarına karşı idari yargı yolu kapalı olduğu için yani denetimsiz olduğu için disiplin amirlerince bu cezalar verilirken bir miktar da olsa keyfiliğe kaçılmaktadır. Çünkü bu cezalara karşı itiraz sadece üst idari disiplin amirine ya da kurumuna olduğu için genelde de itiraz sonuçları olumsuz olmaktadır. Yine bu cezalar için suç tutanağı, tarafsız soruşturmacı atanması gibi disiplin hukukunun temel kuralları işletilmemektedir.
Çoğu kez disiplin amirlerinin şu ifadeyi sıklıkla duyulmaktadır. “Ben çalışanıma basit bir ceza dahi veremeyecek miyim.” Uyarı ve kınama cezalarına karşı idari yargı yoluna başvuru yolunun açılması idarecilerin bu cezaları veremeyeceği anlamına gelmemektedir. Sadece bu cezaları hukuk kurallarına ve disiplin hükümlerine uygun vermesini sağlamaktır.
Uyarı ve kınama cezalarına karşı idari yargı yolunun açılması halinde büyük bir dava sayısının mahkemeleri iş yükü açısından tıkayacağı gibi bir düşünce olması halinde bu duruma çözüm olarak bu davaların tek hakimle çözümlenmesi yönünde düzenleme yapılabilir.
İç hukukta uyarı ve kınama cezalarına karşı idari yargı yolunun kapalı olması durumu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde yer alan adil yargılanma ilkesini ters düştüğünü söylemek pek mümkün değildir. Çünkü, anılan sözleşmenin 6. maddesindeki adil yargılanma hakkını daha çok sözleşmede yer alan hak ve özgürlükler açısından düşünmek gerekir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Pellegrin_Fransa kararında, kamu görevlisi, devletin egemenlik alanıyla ilgili polis, ordu veya yargı mensubu, üst düzey bürokratlar gibi bir görevde bulunuyorsa, bu kişilerin, haklarında uygulanan idari işlemle ilgili başvurularının 'medeni hak' kapsamına girmediği'' sonucuna[1]
Ancak bu durumlar, uyarı ve kınama cezalarına karşı idari yargı yolunun açılamayacağı anlamına gelmemelidir. Bu cezalara karşı idari yargı yolunun açık hale getirilmesine karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin olumsuz bir kararı olamaz. Böylelikle Anayasamızın 36. maddesindeki “ varmıştır. Dolaysıyla, Devletin egemenlik gücünü kullanan kamu görevlilerinin aldığı disiplin cezalarına karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru yolu bulunmamaktadır.Herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” hükmünden eşitlik ilkesine uygun olarak her kamu görevlisinin yararlanması sağlanacaktır. Uyarı ve kınama cezalarına karşı yargı yolunun açılması adil yargılanma hakkının sonucu değil adaletin sonucu olarak yapılması gerekmektedir.
Bu durumlar karşısında, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 135.maddesinin, Anayasamızın 36.maddesinde düzenlenen hak arama hürriyeti açısından eşitlik ilkesine aykırı olması gerekir.
UYARI VE KINAMA CAZALARINA KARŞI YARGI YOLU
Cafer ERGEN
Öte yandan, Anayasamızın 90. maddesinde, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” kuralı getirilmiştir.
Uluslararası andlaşma denilince ilk aklımıza gelen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesidir.Bu sözleşmenin içeriğine baktığımızda ise,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Adil Yargılanma Hakkı” başlığını taşıyan 6 ncı maddesinin birinci fıkrasında “Herkes, gerek medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili anlaşmazlıkların çözümlenmesi, gerek kendisine yöneltilen herhangi bir suçlamanın karara bağlanması konusunda, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içerisinde adil ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir.” hükmüne yer verilmiştir.
İç hukukumuza baktığımızda ise, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 135. maddesinde, “ Disiplin amirleri tarafından verilen uyarma ve kınama cezalarına karşı itiraz, varsa bir üst disiplin amirine yoksa disiplin kurullarına yapılabilir. Aylıktan kesme, kademe ilerlemesinin durdurulması ve Devlet memurluğundan çıkarma cezalarına karşı idari yargı yoluna başvurulabilir.” hükmüne yer verilmiş olup, aynı kanunun 136. maddesinde ise, “Disiplin amirleri ve disiplin kurulları tarafından verilen disiplin cezalarına karşı yapılacak itirazlarda süre, kararın ilgiliye tebliği tarihinden itibaren 7 gündür. Bu süre içinde itiraz edilmeyen disiplin cezaları kesinleşir. İtiraz halinde, itiraz mercileri kararı gözden geçirerek verilen cezayı aynen kabul edebilecekleri gibi cezayı hafifletebilir veya tamamen kaldırabilirler. İtiraz edilmeyen kararlar ile itiraz üzerine verilen kararlar kesin olup, bu kararlar aleyhine idari yargı yoluna başvurulamaz. İtiraz mercileri, itiraz dilekçesi ile karar ve eklerinin, kendilerine intikalinden itibaren 30 gün içinde kararlarını vermek zorundadırlar. Kaldırılan cezalar sicilden silinir.” hükmü yer almaktadır.
1982 Anayasası uyarma ve kınama cezalarına karşı yargı yolunu kapamamıştır. Sadece bu cezalara karşı yargı yolunun kapatılmasının ancak kanunla olabileceğini hüküm altına almıştır. Nitekim, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 135. maddesinde Devlet Memurlarına verilecek olan uyarma ve kınama cezalarına karşı ancak itiraz yoluna başvurulabileceği kurala bağlanmıştır. Bunun dışında bazı kamu kurumlarıyla ilgili yasalarda ise uyarma ve kınama cezalarına karşı yargı yolunu kapatan kanun hükmü bulunmadığından bahsedilen bu kurum personeline verilen uyarma ve kınama cezalarına karşı idari yargı yolu açıktır. Hatta yasalarında hüküm bulunmamasına rağmen bazı kurumlarca çıkarılan yönetmeliklerde uyarma ve kınama cezalarına karşı yargı yolunun kapatılması yönünde hükümler kurulmuş iken yargı yerlerince yasada kısıtlayıcı bir kural konulmadan yönetmeliklerle kısıtlama getirilemeyeceği gerekçesiyle açılan uyarma ve kınama cezalarına karşı açılan davalara bakılmıştır.
Böylelikle uyarma ve kınama cezalarına karşı idari yargıya başvurma açısından kamu görevlileri açısından eşitsiz bir durum söz konusu olmaktadır. Hatta aynı kamu görevlisi bir kurumda iken kendisine verilen uyarma ve kınama cezasına karşı idari yargıya başvurma hakkı var iken diğer kuruma geçtiğinde verilecek uyarma ve kınama cezasına karşı idari yargıya başvurma hakkını kaybetmektedir.
Özellikle kınama cezasının ağırlık olarak uyarı cezasından farklı olması, bazen de aylıktan kesme cezasının bir alt cezası şeklinde uygulanarak aylıktan kesme cezası fiilinin işlendiği gibi değerlendirme yapılması ayrıca birden çok kınama cezası olması halinde o yıl sicilinin olumsuz düzenlenmesine sebep olarak gösterilmesi nedenleriyle kınama cezalarının disiplin hukukunda ayrı bir yeri bulunmaktadır.
Yine, kınama cezası alan kimi memurların maddi haklarına kısıtlama koyulabilmektedir. Bazı kamu görevlilerinin tazminatlarından veya döner sermayeden aldıkları paylardan kesintiler yapılmakta bazı kamu görevlilerinin de sicil raporlarındaki düşüşler nedeniyle ertesi yıl boyunca eksik maaş almaktadırlar.
Öte yandan, 1982 Anayasa’sının 40. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır” hükmü yer almaktadır. Bu hüküm uyarınca idarelerce disiplin cezası verilirken bu cezaya karşı başvurulacak merciin belirtilmesi gerekir. Ancak bu Anayasa kuralının uygulanmaması nedeniyle tesis edilen işlemlerin iptaline dair idari yargı yerlerince verilen karara rastlanmamıştır.
Ülkemizde bir taraftan uyarma ve kınama cezalarına karşı idari yargı yolu kapatılırken diğer taraftan genellikle beş yılda bir disiplin affı yasası çıkartılarak affa uğratılmaktadır. Bu durum da kendi içinde tezat oluşturmaktadır. TBMM hem 657 sayılı Yasaya koyduğu hüküm ile uyarma ve kınama cezalarına karşı idari yargı yolunu kapatırken diğer taraftan kendisi bu cezaları beş yılda bir affa uğratmaktadır.
657 sayılı Devlet memurları Kanunu’nun 136. maddesinde yer alan “Disiplin cezaları memurun siciline işlenir. Devlet memurluğundan çıkarma cezasından başka bir disiplin cezasına çarptırılmış olan memur uyarma ve kınama cezalarının uygulanmasından 5 sene, diğer cezaların uygulanmasından 10 sene sonra atamaya yetkili amire başvurarak, verilmiş olan cezalarının sicil dosyasından silinmesini isteyebilir.
Memurun, yukarıda yazılan süreler içerisindeki davranışları, bu isteğini haklı kılacak nitelikte görülürse, isteğinin yerine getirilmesine karar verilerek bu karar sicil dosyasına işlenir.” hüküm uyarınca beş yıl içinde TBMM tarafından affa uğramayan disiplin cezaları bu madde uyarınca sicilden silinme olanağına sahiptir.
Uyarı ve kınama cezalarına karşı idari yargı yolu kapalı olduğu için yani denetimsiz olduğu için disiplin amirlerince bu cezalar verilirken bir miktar da olsa keyfiliğe kaçılmaktadır. Çünkü bu cezalara karşı itiraz sadece üst idari disiplin amirine ya da kurumuna olduğu için genelde de itiraz sonuçları olumsuz olmaktadır. Yine bu cezalar için suç tutanağı, tarafsız soruşturmacı atanması gibi disiplin hukukunun temel kuralları işletilmemektedir.
Çoğu kez disiplin amirlerinin şu ifadeyi sıklıkla duyulmaktadır. “Ben çalışanıma basit bir ceza dahi veremeyecek miyim.” Uyarı ve kınama cezalarına karşı idari yargı yoluna başvuru yolunun açılması idarecilerin bu cezaları veremeyeceği anlamına gelmemektedir. Sadece bu cezaları hukuk kurallarına ve disiplin hükümlerine uygun vermesini sağlamaktır.
Uyarı ve kınama cezalarına karşı idari yargı yolunun açılması halinde büyük bir dava sayısının mahkemeleri iş yükü açısından tıkayacağı gibi bir düşünce olması halinde bu duruma çözüm olarak bu davaların tek hakimle çözümlenmesi yönünde düzenleme yapılabilir.
İç hukukta uyarı ve kınama cezalarına karşı idari yargı yolunun kapalı olması durumu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde yer alan adil yargılanma ilkesini ters düştüğünü söylemek pek mümkün değildir. Çünkü, anılan sözleşmenin 6. maddesindeki adil yargılanma hakkını daha çok sözleşmede yer alan hak ve özgürlükler açısından düşünmek gerekir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Pellegrin_Fransa kararında, kamu görevlisi, devletin egemenlik alanıyla ilgili polis, ordu veya yargı mensubu, üst düzey bürokratlar gibi bir görevde bulunuyorsa, bu kişilerin, haklarında uygulanan idari işlemle ilgili başvurularının 'medeni hak' kapsamına girmediği'' sonucuna[1]
Ancak bu durumlar, uyarı ve kınama cezalarına karşı idari yargı yolunun açılamayacağı anlamına gelmemelidir. Bu cezalara karşı idari yargı yolunun açık hale getirilmesine karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin olumsuz bir kararı olamaz. Böylelikle Anayasamızın 36. maddesindeki “ varmıştır. Dolaysıyla, Devletin egemenlik gücünü kullanan kamu görevlilerinin aldığı disiplin cezalarına karşı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru yolu bulunmamaktadır.Herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” hükmünden eşitlik ilkesine uygun olarak her kamu görevlisinin yararlanması sağlanacaktır. Uyarı ve kınama cezalarına karşı yargı yolunun açılması adil yargılanma hakkının sonucu değil adaletin sonucu olarak yapılması gerekmektedir.
Bu durumlar karşısında, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 135.maddesinin, Anayasamızın 36.maddesinde düzenlenen hak arama hürriyeti açısından eşitlik ilkesine aykırı olması gerekir.