Seksenli yılların sonlarına doğru Alevilik derlenip toparlanmış ve yeniden örgütlenmeye başlamıştır. Alevilik konulu yayınlarda adeta bir patlama yaşanmış, birçok yayın organı çıkarılmaya başlanmıştır. Bunlar arasında Alevilerin Sesi, Cem, Nefes, Kervan, Yurtta Birlik, Pir Sultan Abdal ve Gönüllerin Sesi sayılabilir. Avrupa’da ve Türkiye’de Dernekler, Vakıflar ve Dergahlar olmak üzere üç değişik çatı altında örgütlenme hareketleri yoğunluk kazanmıştır. Bu olumlu gelişmeler sonrasında Alevilerin bilinçli bir şekilde örgütlenmeleri ve güçlenmelerinden rahatsız olan kimi odaklar devletin beceriksizliğinden de yararlanarak Sivas ve Gazi Olaylarını tezgahlamışlardır.
Bu dönemde de Alevilerin ve onların gereksinimlerinin devlet tarafından dikkate alındığını söylemek mümkün değildir. Ancak yine devlet yükselen siyasal islam karşısında Alevileri ileri sürmekten de geri kalmamaktadır. Devlet çok yanlış olarak, milyonlarca Alevinin yüzyıllar boyunca ihmal edilmiş haklı taleplerini karşılayacağı yerde, 80’li yıllarda güçlenmesine destek verdiği siyasal islamcı grupların kontrol edilebilmesi için Alevileri kullanma yoluna gitmektedir.
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana devletin din işlerini yürüten Diyanet İşleri Başkanlığı sadece Sünni Hanefi mezhebine mensup yurttaşların gereksinimlerini karşılayan bir kurum olmuştur. Zaman zaman bu kurumun başkanları ve görevlileri Alevileri itham edici, küçümseyici açıklamalarda da bulunmuşlardır. Son yıllarda Diyanetin de devletin politikalarına uyarak çarkettiğini görüyoruz. Diyanet bu politika değişikliğinin doğal bir sonucu olarak Alevilik konusunda çeşitli toplantılar düzenlemiş Aleviliği kendi sakat anlayışı doğrultusunda yönlendirmeye ve Aleviliği kendi görüşleri doğrultusunda tanımlamaya çalışmıştır. Oysa Diyanet’in Aleviliği nasıl tanımladığının Aleviler için hiçbir önemi yoktur. Diyanet İşleri Başkanlığı ya Anadolu’daki Aleviler’in inanç ve düşüncelerine saygı duyarak dayatmacı mantığını terkederek onları oldukları gibi kabul edecek , ya da bu zamana kadar yaptığı gibi milyonlarca Alevi’yi görmezden gelmeye devam edecektir.
Örgütlenme konusunda şunları söyleyebiliriz : 1990’lı yıllara gelinceye kadar ki dönemde Alevilerin sınırlı bir dernekleşme çabası içerisinde bulunduklarını görüyoruz. Bu derneklerden en eskileri ve en bilinenleri Hacı Bektaş Veli ve Karaca Ahmet Dernekleridir. Şahkulu Derneği ise seksenli yılların ortalarında kurulmuştur. Yine bu dönemde belirli yöre ve köy derneklerinin de kuruldukları görülmektedir.1990’lı yıllarla birlikte dernekleşme faaliyetlerinde de büyük artış görüldü. Bugünkü durumuna gelmesinde devletin de büyük katkısı olan siyasallaşmış sünni İslam’ın neredeyse kontrol edilemeyecek bir duruma erişmesinin de, Alevilerin dernekleşme, vakıflaşma türü faaliyetlerini hızlandırdığı söylenebilir.
“Sivas Olayı”, “Karacaahmet Cemevi’nin Yıkılması” ve “Gazi Olayı” gibi kriz zamanlarının ve bu olayların toplumdaki yansımalarının da Alevileri inanç ve kültür alanında birleştirdiği, birlikte hareket etme güdüsünü aşıladığını gözlemekteyiz. Pir Sultan Abdal Kültür, Pir Sultan Abdal Canlar, Hacı Bektaş Veli ve diğer adlar altında yüzlerce dernek hem büyük şehirlerde hem diğer şehirlerde şubeler ve merkezler şeklinde kurulmuş bulunmaktadır. Yöresel derneklerin sayısında da hızlı bir artış yaşanmaktadır.
Son zamanlarda ise vakıflaşma faaliyeti yoğunlaşmıştır. Bu vakıflar arasında şunlar sayılabilir : Semah Vakfı, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı, Ehli Beyt Vakfı, Şahkulu Sultan Külliyesi Mehmet Ali Hilmi Dedebaba Araştırma, Eğitim ve Kültür Vakfı, CEM(Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi) Vakfı . Önümüzdeki günlerde de birçok vakıf ve derneğin kurulacağını söylemek yanlış olmaz.Yine Avrupa ülkelerinde kurulmuş iki yüzü aşkın Alevi derneği bulunmaktadır. Bu kuruluşların tamamına yakını şu anda Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu (AABF) çatısı altında bulunmakla birlikte AABF’ye bağlı olmayan dernekler de bulunmaktadır.
Yurtiçi ve yurtdışında yaşayan bu örgütlenme faaliyetlerini kısaca sunduktan sonra şimdi de genel olarak sorunları belirtebiliriz. Alevi örgütlenmesinin yaşadığı sıkıntılarda şu genel eğilimler göze çarpmaktadır. Son tahlilde bu sıkıntıların “temsil” ve bununla ilintili “meşruiyet” olguları ile bağlantılı oldukları görülmektedir.
Bu nedenle aslında bütün dernek ve vakıflarca desteklenmesi gereken çeşitli girişimler, karşılıklı çekememezlik, Aleviliğe ilişkin yorum farklılıkları ve girişimci kadronun aslında bu harekette yer alması gereken birçok insan veya kurumu dışlaması gibi nedenlerle ne yazık ki, başarısızlığa uğramaktadır. Bu özet değerlendirmemize kaynak oluşturan iki önemli örnek olay vardır. Bunlardan ilk 1992’ de CEM’in öncülük ettiği “ALEVİ KURULTAYI” girişimi ve diğeri ise 1994’te PİR SULTAN ABDAL KÜLTÜR ve HACIBEKTAŞ KÜLTÜR derneklerinin öncülüğünde bir grubun yürüttüğü ALEVİ-BEKTAŞİ TEMSİLCİLER MECLİSİ girişimidir. Önce “ALEVİ KURULTAYI” girişimi ve sonrasında yaşanan gelişmeleri özetleyelim: 1992’deki bu girişimin aslında çok kapsamlı ve yeterli bir ön programı vardı. Ancak daha yaşama geçirilmeden, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin başı çektiği bir grup tarafından benimsenmedi. Bunun üzerine bu girişimin sahibi CEM grubu, bu bölünmüşlüğün kurultaya yansımasının söz konusu olabileceğini ve bu şekilde de Alevi hareketinde bölünmüşlüğün tescil edilmiş olacağını dile getirerek “ortam uygun değil, halkın bu sürece hazırlanması gerekiyor” diyerek kurultayı erteledi.
1992’deki bu girişimi olumlu karşılamamış olan dernek ve kişilerin öncülüğünde bu kez 1994’te ”ALEVİ-BEKTAŞİ TEMSİLCİLER MECLİSİ” girişimi başlatıldı. Yeterli katılımın çeşitli nedenlerle sağlanamadığı bu mecliste egemen belli gruplar olarak AABF, Pir Sultan ve Hacı Bektaş Kültür Dernekleri ve Semah Vakfı görülmektedir. Kimi toplantılarını gözlemci olarak izlediğim bu girişim kısır tartışmalar bütün vakıf, dernek, dede, yazar gibi unsurları içermemesi ve kimi kişi ve grupların dışlanması nedeniyle sağlıksız bir şekilde doğmuş oldu. Bu sağlıksızlık nedeniyle olacak bugünlerde bu eksiklikler giderilmeye çalışılıyor. Çeşitli dernek ve vakıf başkanlarıyla yaptığım görüşmelerden, “Alevi-Bektaşi Temsilciler Meclisi” şeklinde yeni bir yapılanmanın oluşturulacağını söyleyebiliriz.
Sonuç olarak Alevi örgütlenmesi temsil, meşruiyet, dar kadro şeklinde sıralanabilecek geçiş aşaması sıkıntılarını yapısında barındırıyor. Bu geçiş aşamasının doğal bir sonucu olan bu bütünleşmeme probleminin yakın bir gelecekte çözülmesi de pek mümkün görünmüyor. Siyasal anlamda temsil ve meşruiyet sorunlarının tek çözüm yolu, herkesi kapsayan, yürütme kadrosunun liyakatlı, tutarlı ve saygın kişilerden oluştuğu sağlıklı bir yapılanmanın oluşturulmasıdır. Böyle bir yapılanmanın ülkemiz sivil toplum ortamına yeni bir dinamizm getireceğinden kuşkumuz yok.
Yaşanan bu yoğun örgütlenme faaliyetlerine rağmen araştırma alanına ilgi duyulmadığı görülmektedir. Alevilik konusu hem Devlet ve üniversitelerce, hem de Aleviliğe hizmet iddiasında bulunan dernek ve vakıflarca ne yazık ki ihmal edilegelmiştir. Özellikle Türkiye’deki örgütlerin bu tutumları oldukça üzücüdür. Gereksiz birçok alana kaynak aktaran bu örgütler konu araştırma olunca ilgilenmemektedirler. İnanıyoruz ki bu nedenle birgün tarih önünde hesap vermek zorunda kalacaklardır. Türkiye’deki Alevi örgütlerinde bu konuda herhangi bir somut çaba görülmezken, Avrupa’da iki yeni araştırma kuruluşunun kurulduğunu görüyoruz. Bu oldukça memnuniyet verici bir gelişmedir. Alevi-Bektaşi Kültür Enstitüsü ve Avrupa Alevi Akademisi adlarını taşıyan bu iki yeni araştırma kuruluşunun akademik gereklere uymak koşuluyla, Alevilik araştırmaları alanına yeni bir dinamizm getireceğini umuyoruz.
Aleviler bugüne kadar sosyal demokrat ve sol siyasal partilere yönelmişlerdir. Ancak küçük miktarda da olsa başka partilere oy verenler de bulunmaktadır. Her ne kadar bu zamana kadar destekledikleri siyasal partilerin, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gönderdikleri milletve
inin kendilerine pek sahip çıkmadığı ortadaysa da oyların sol partilere gitmeyi sürdüreceğini söyleyebiliriz.
Bugün kentleşen Aleviliğin bu yeni duruma özgü sorunlarla karşılaştığı görülmektedir. Köyden kentlere göçlerin yoğunlaştığı 60’lı yıllardan bu yana yaşanmakta olan bu sorunları şu şekilde özetleyebiliriz: Göç sonucunda kitleler kendilerini yeni bir toplumsal ve ekonomik yapılanmanın içerisinde bulmuşlardır. Kırda varolan toplumsal kurumların yerlerini şehirlerde yeni kurumlar almışlardır. Bu bağlamda Dede-talip ilişkileri de kopmuş Alevilik konusunda o zamana kadar devam eden sözlü bilgi aktarımı sekteye uğramıştır. Bunun bir sonucu olarak kitleler inançları hakkında büyük bir bilgisizleşme sürecine girmişlerdir. Özellikle genç kuşak bu konuda bir boşluk içerisinde bulunmaktadırlar. Özellikle 1990 sonrasında yüzlerce saz ve semah kursları açılmakla birlikte bunlar bilgilenme ihtiyacını gidermekten yoksundur. Aleviliğin tarihsel, sosyal ve dinsel köklerinin halk kitlelerine doğru bir şekilde ulaştırılması zorunludur.
Sivas ve Gazi Olayları
Sivas Olayı daha doğrusu katliamı (2 Temmuz 1993), Türkiye tarihine kara bir leke olarak geçen olaylardandır. Ayrıca bu olay Türkiye’nin ne hale geldiğini sergilemesi bakımından da dikkat çekicidir
alıntıdır
Bu dönemde de Alevilerin ve onların gereksinimlerinin devlet tarafından dikkate alındığını söylemek mümkün değildir. Ancak yine devlet yükselen siyasal islam karşısında Alevileri ileri sürmekten de geri kalmamaktadır. Devlet çok yanlış olarak, milyonlarca Alevinin yüzyıllar boyunca ihmal edilmiş haklı taleplerini karşılayacağı yerde, 80’li yıllarda güçlenmesine destek verdiği siyasal islamcı grupların kontrol edilebilmesi için Alevileri kullanma yoluna gitmektedir.
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana devletin din işlerini yürüten Diyanet İşleri Başkanlığı sadece Sünni Hanefi mezhebine mensup yurttaşların gereksinimlerini karşılayan bir kurum olmuştur. Zaman zaman bu kurumun başkanları ve görevlileri Alevileri itham edici, küçümseyici açıklamalarda da bulunmuşlardır. Son yıllarda Diyanetin de devletin politikalarına uyarak çarkettiğini görüyoruz. Diyanet bu politika değişikliğinin doğal bir sonucu olarak Alevilik konusunda çeşitli toplantılar düzenlemiş Aleviliği kendi sakat anlayışı doğrultusunda yönlendirmeye ve Aleviliği kendi görüşleri doğrultusunda tanımlamaya çalışmıştır. Oysa Diyanet’in Aleviliği nasıl tanımladığının Aleviler için hiçbir önemi yoktur. Diyanet İşleri Başkanlığı ya Anadolu’daki Aleviler’in inanç ve düşüncelerine saygı duyarak dayatmacı mantığını terkederek onları oldukları gibi kabul edecek , ya da bu zamana kadar yaptığı gibi milyonlarca Alevi’yi görmezden gelmeye devam edecektir.
Örgütlenme konusunda şunları söyleyebiliriz : 1990’lı yıllara gelinceye kadar ki dönemde Alevilerin sınırlı bir dernekleşme çabası içerisinde bulunduklarını görüyoruz. Bu derneklerden en eskileri ve en bilinenleri Hacı Bektaş Veli ve Karaca Ahmet Dernekleridir. Şahkulu Derneği ise seksenli yılların ortalarında kurulmuştur. Yine bu dönemde belirli yöre ve köy derneklerinin de kuruldukları görülmektedir.1990’lı yıllarla birlikte dernekleşme faaliyetlerinde de büyük artış görüldü. Bugünkü durumuna gelmesinde devletin de büyük katkısı olan siyasallaşmış sünni İslam’ın neredeyse kontrol edilemeyecek bir duruma erişmesinin de, Alevilerin dernekleşme, vakıflaşma türü faaliyetlerini hızlandırdığı söylenebilir.
“Sivas Olayı”, “Karacaahmet Cemevi’nin Yıkılması” ve “Gazi Olayı” gibi kriz zamanlarının ve bu olayların toplumdaki yansımalarının da Alevileri inanç ve kültür alanında birleştirdiği, birlikte hareket etme güdüsünü aşıladığını gözlemekteyiz. Pir Sultan Abdal Kültür, Pir Sultan Abdal Canlar, Hacı Bektaş Veli ve diğer adlar altında yüzlerce dernek hem büyük şehirlerde hem diğer şehirlerde şubeler ve merkezler şeklinde kurulmuş bulunmaktadır. Yöresel derneklerin sayısında da hızlı bir artış yaşanmaktadır.
Son zamanlarda ise vakıflaşma faaliyeti yoğunlaşmıştır. Bu vakıflar arasında şunlar sayılabilir : Semah Vakfı, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı, Ehli Beyt Vakfı, Şahkulu Sultan Külliyesi Mehmet Ali Hilmi Dedebaba Araştırma, Eğitim ve Kültür Vakfı, CEM(Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi) Vakfı . Önümüzdeki günlerde de birçok vakıf ve derneğin kurulacağını söylemek yanlış olmaz.Yine Avrupa ülkelerinde kurulmuş iki yüzü aşkın Alevi derneği bulunmaktadır. Bu kuruluşların tamamına yakını şu anda Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu (AABF) çatısı altında bulunmakla birlikte AABF’ye bağlı olmayan dernekler de bulunmaktadır.
Yurtiçi ve yurtdışında yaşayan bu örgütlenme faaliyetlerini kısaca sunduktan sonra şimdi de genel olarak sorunları belirtebiliriz. Alevi örgütlenmesinin yaşadığı sıkıntılarda şu genel eğilimler göze çarpmaktadır. Son tahlilde bu sıkıntıların “temsil” ve bununla ilintili “meşruiyet” olguları ile bağlantılı oldukları görülmektedir.
Bu nedenle aslında bütün dernek ve vakıflarca desteklenmesi gereken çeşitli girişimler, karşılıklı çekememezlik, Aleviliğe ilişkin yorum farklılıkları ve girişimci kadronun aslında bu harekette yer alması gereken birçok insan veya kurumu dışlaması gibi nedenlerle ne yazık ki, başarısızlığa uğramaktadır. Bu özet değerlendirmemize kaynak oluşturan iki önemli örnek olay vardır. Bunlardan ilk 1992’ de CEM’in öncülük ettiği “ALEVİ KURULTAYI” girişimi ve diğeri ise 1994’te PİR SULTAN ABDAL KÜLTÜR ve HACIBEKTAŞ KÜLTÜR derneklerinin öncülüğünde bir grubun yürüttüğü ALEVİ-BEKTAŞİ TEMSİLCİLER MECLİSİ girişimidir. Önce “ALEVİ KURULTAYI” girişimi ve sonrasında yaşanan gelişmeleri özetleyelim: 1992’deki bu girişimin aslında çok kapsamlı ve yeterli bir ön programı vardı. Ancak daha yaşama geçirilmeden, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin başı çektiği bir grup tarafından benimsenmedi. Bunun üzerine bu girişimin sahibi CEM grubu, bu bölünmüşlüğün kurultaya yansımasının söz konusu olabileceğini ve bu şekilde de Alevi hareketinde bölünmüşlüğün tescil edilmiş olacağını dile getirerek “ortam uygun değil, halkın bu sürece hazırlanması gerekiyor” diyerek kurultayı erteledi.
1992’deki bu girişimi olumlu karşılamamış olan dernek ve kişilerin öncülüğünde bu kez 1994’te ”ALEVİ-BEKTAŞİ TEMSİLCİLER MECLİSİ” girişimi başlatıldı. Yeterli katılımın çeşitli nedenlerle sağlanamadığı bu mecliste egemen belli gruplar olarak AABF, Pir Sultan ve Hacı Bektaş Kültür Dernekleri ve Semah Vakfı görülmektedir. Kimi toplantılarını gözlemci olarak izlediğim bu girişim kısır tartışmalar bütün vakıf, dernek, dede, yazar gibi unsurları içermemesi ve kimi kişi ve grupların dışlanması nedeniyle sağlıksız bir şekilde doğmuş oldu. Bu sağlıksızlık nedeniyle olacak bugünlerde bu eksiklikler giderilmeye çalışılıyor. Çeşitli dernek ve vakıf başkanlarıyla yaptığım görüşmelerden, “Alevi-Bektaşi Temsilciler Meclisi” şeklinde yeni bir yapılanmanın oluşturulacağını söyleyebiliriz.
Sonuç olarak Alevi örgütlenmesi temsil, meşruiyet, dar kadro şeklinde sıralanabilecek geçiş aşaması sıkıntılarını yapısında barındırıyor. Bu geçiş aşamasının doğal bir sonucu olan bu bütünleşmeme probleminin yakın bir gelecekte çözülmesi de pek mümkün görünmüyor. Siyasal anlamda temsil ve meşruiyet sorunlarının tek çözüm yolu, herkesi kapsayan, yürütme kadrosunun liyakatlı, tutarlı ve saygın kişilerden oluştuğu sağlıklı bir yapılanmanın oluşturulmasıdır. Böyle bir yapılanmanın ülkemiz sivil toplum ortamına yeni bir dinamizm getireceğinden kuşkumuz yok.
Yaşanan bu yoğun örgütlenme faaliyetlerine rağmen araştırma alanına ilgi duyulmadığı görülmektedir. Alevilik konusu hem Devlet ve üniversitelerce, hem de Aleviliğe hizmet iddiasında bulunan dernek ve vakıflarca ne yazık ki ihmal edilegelmiştir. Özellikle Türkiye’deki örgütlerin bu tutumları oldukça üzücüdür. Gereksiz birçok alana kaynak aktaran bu örgütler konu araştırma olunca ilgilenmemektedirler. İnanıyoruz ki bu nedenle birgün tarih önünde hesap vermek zorunda kalacaklardır. Türkiye’deki Alevi örgütlerinde bu konuda herhangi bir somut çaba görülmezken, Avrupa’da iki yeni araştırma kuruluşunun kurulduğunu görüyoruz. Bu oldukça memnuniyet verici bir gelişmedir. Alevi-Bektaşi Kültür Enstitüsü ve Avrupa Alevi Akademisi adlarını taşıyan bu iki yeni araştırma kuruluşunun akademik gereklere uymak koşuluyla, Alevilik araştırmaları alanına yeni bir dinamizm getireceğini umuyoruz.
Aleviler bugüne kadar sosyal demokrat ve sol siyasal partilere yönelmişlerdir. Ancak küçük miktarda da olsa başka partilere oy verenler de bulunmaktadır. Her ne kadar bu zamana kadar destekledikleri siyasal partilerin, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gönderdikleri milletve
Bugün kentleşen Aleviliğin bu yeni duruma özgü sorunlarla karşılaştığı görülmektedir. Köyden kentlere göçlerin yoğunlaştığı 60’lı yıllardan bu yana yaşanmakta olan bu sorunları şu şekilde özetleyebiliriz: Göç sonucunda kitleler kendilerini yeni bir toplumsal ve ekonomik yapılanmanın içerisinde bulmuşlardır. Kırda varolan toplumsal kurumların yerlerini şehirlerde yeni kurumlar almışlardır. Bu bağlamda Dede-talip ilişkileri de kopmuş Alevilik konusunda o zamana kadar devam eden sözlü bilgi aktarımı sekteye uğramıştır. Bunun bir sonucu olarak kitleler inançları hakkında büyük bir bilgisizleşme sürecine girmişlerdir. Özellikle genç kuşak bu konuda bir boşluk içerisinde bulunmaktadırlar. Özellikle 1990 sonrasında yüzlerce saz ve semah kursları açılmakla birlikte bunlar bilgilenme ihtiyacını gidermekten yoksundur. Aleviliğin tarihsel, sosyal ve dinsel köklerinin halk kitlelerine doğru bir şekilde ulaştırılması zorunludur.
Sivas ve Gazi Olayları
Sivas Olayı daha doğrusu katliamı (2 Temmuz 1993), Türkiye tarihine kara bir leke olarak geçen olaylardandır. Ayrıca bu olay Türkiye’nin ne hale geldiğini sergilemesi bakımından da dikkat çekicidir
alıntıdır