İlk filmi Açlık ile sinemaseverlerin çoğunluğunu kendine hayran bırakan Steve McQueen ikinci filmi Utanç ile kanımca son zamanların en sarsıcı filminin altına imzasını atarak midemize sağlam bir yumruk indirmişti. Bu iki filmin ardından 12 Yıllık Esaretin ilk bilgileri gelmeye başladığı andan itibaren kafamda oluşan tek bir soru işareti vardı: Steve McQueenin Oscara oynayıp oynamayacağı? Sosyal medyada da birçok kez dile getirdiğim gibi McQueenin aynı isimli eserden uyarladığı bu filmin Oscar kazanmak için yapılmış bir iş olduğunu düşünüyordum. Lakin 12 Yıllık Esaret, Oscarın en büyük adaylarından biri olarak öne çıkıyor olmasına rağmen yönetmenin, herkesin cesaret edemeyeceği sahneleri çekmek konusunda geri adım atmadığını ve tarzından beklediğim kadar ödün vermediğini söyleyebilirim.
1841de özgür bir adam olarak hayatına devam eden Solomon Northupın kaçırılıp, köle olarak satılmasını ve bu süreçte verdiği özgürlük mücadelesini konu alan 12 Yıllık Esaret, tamamen bu on iki yıllık döneme odaklanıyor. Öyle ki, Solomon Northupın müzisyen ve iyi bir aile babası olması dışında neredeyse hiçbir bilgi verilmeden hızlıca kölelik dönemine geçiş yapılıyor, Solomonun hayatına dair ufak detaylar da flashbacklerle veriliyor. Nitekim bu esaret altında geçen on iki yıllık süreç birbirinden sarsıcı olaylarla geçerken McQueen bunu beyazperdeye yansıtma konusunda Shamede olduğu kadar seyirciyi sarsmayı ne yazık ki beceremiyor. Peki, ilk iki filminden alışık olduğumuz McQueene has sahnelerden bu filmde yok mu? Tabii ki var. Zaten ilk paragrafta bahsettiğim ödün verme konusundaki fikirlerimi değiştiren de bu birkaç sahne oldu. Özellikle Solomonun boynundan asılarak saatlerce can çekiştiği sahne her yönetmenin çekmeye cesaret edebileceği türden değil. Yönetmenin filmlerinden alışık olduğumuz uzun çekimlere de iyi bir örnek olan bu sahne, izleyiciyi son derece rahatsız eden bir bakış açısıyla sunuluyor.
Filmin adından yola çıkılmadığı takdirde Solomonun köle olarak geçirdiği sürecin on iki yıl olduğunu hissetmek pek mümkün değil. Bu on iki yıllık süreci Solomon karakteri üzerinden sorgulamaktan ziyade kendisini satın alan sahipleri üzerinden değerlendirmek, dönemin koşullarını anlamaya çalışmak daha doğru olacaktır. Bu doğrultuda kendisini ilk satın alan Fordun (Benedict Cumberbatch) dönemin koşullarına göre her ne kadar daha hoşgörülü olduğunu görsek de kendisinin de işine gelen bu koşullara karşı çıkmadığını ve sistemin bir parçası olmaktan bir şekilde memnun olduğunu görüyoruz. Oysa Fordun, Solomonu satmasıyla birlikte bu sisteme ayak uyduran bir karakter değil sisteme inanan, onun için yaşayan Edwin Epps (Michael Fassbender) ile tanışıyoruz. Epps her açıdan kendisinin üstün olduğunu ve sahiplerinin kölelerini cezalandırmasının da dinin bir gerekliliği olduğuna inanırken filmin en gerçekçi karakteri olmayı başarıyor.
En önemlisi senaryonun sağlam, müziklerin, yönetmenliğin ve oyunculukların tek tek iyi olduğu bir film var karşımızda. Chiwetel Ejioforun performansı zaten iyiyken, kendisine eşlik eden her oyuncunun performansı da aynı derecede başarılı. Ancak, tüm bu performanslar birçok filmdeki kadar iyi. Kısacası her şeyden biraz olan film, ne yazık ki benim gözümde hiçbir konuda tam anlamıyla mükemmelliğe erişemiyor. Tam da bu sebepten karşımızda iyi olduğunu inkar edemeyeceğimiz bir film olsa da kesinlikle bir başyapıt değil. Hele ki henüz üç filmden oluşan McQueen filmografisinin zirvesinde hiç değil.
Yalnızca ABDnin kısa tarihinin değil, dünya tarihinin de kara lekesi olan köleliğin beyazperdede sorgulanması kaçınılmaz. Özellikle her siyahi yönetmenin kendi kökenlerine saygı gösterisinde bulunmak istemesi de kesinlikle saygı duyulması gereken bir durum. Tüm bu sebepler dolayısıyla McQueenin ben oldum dedikten hemen sonra bu konuyu işleyen bir film çekmiş olması da çok fazla yadırganmamalı. Oscar için adı geçiyor, şu an ki durum da filmin bir adım önde olduğunu gösteriyor fakat gerçekçi olmak gerekirse bu sene 12 Yıllık Esaretten çok daha iyi filmler, Chiwetel Ejioforun göstermiş olduğu performanstan çok daha iyi oyunculuklar seyrettik.
İyi seyirler
-
Utku Ögetürk -